Bu toprakların derdi bol. Deprem mesela... Altımızda bekliyor. Biz de yarın olur, önlem alalım demediğimiz için, belki yarın belki yarından da yakın yıkabilir.

Sulak bir memleketimiz yok. Kuraklık kapıda.

Çalış, çalış paramız hep az.

Dış güçler var bir de.

Terör belası 40 yıldır başımızda. Yerlisi yabancısı, beceriksizi el birlik. Daha dün 13 şehit verdik.

Pek çok şey yarım, demokrasimiz de.

Adalet desen, beni bırak Anayasa Mahkemesi bile şikayetçi...

Bu türler açık dert. En azından nereden geleceği belli.

Sağlam plan yapar, kararlı ve birlik olursan topu gelse üstüne evelallah bozguna uğratır, çıkarsın düze.

Asıl tehlike, gizli olanlar.

Nereden ve hangi yakınlıktan çıkacağı belli değil onların.

Memleketimizdeki kadın cinayetlerine bak, yüzde 99’u yakınlardan. Tetiği çekenlerin neredeyse tamamı eş, sevgili, baba, kardeş...

Nasıl korunursun 40 yıldır aynı yastığa baş koyduğun adamdan?

Bırak karate bilmeyi, siyah kuşak olsan kaç yazar...

Bu toprakların gizli dertlerinin başında gelir şakşakçılık...

Tarihimizin her aşamasında vardırlar.

Padişahların da derdiydi, demokrasi geldi onlar yine var.

Çok tehlikelidirler.

Alkışlarlar, omuzlarda taşırlar. Havaya sokarlar adamı.

Kemal Sunal’ın filmindeki gibi, kürsüden ne dersen alkışlarlar. Küfret, yine alkış alırsın.

Önünde saygıdan değil senin o an sahip olduğun makama düğme iliklerler. Üstelik bunu öyle bir yaparlar ki saygının sana olduğunu sanırsın.

Sivrisinek gibidirler. Isırıldığını sonradan anlarsın.

Nereye gitsen baş tacısındır. Yalnız kaldığında hafif şaşırarak, ben neymişim dedirtiler insana...

İkinci bir kişilik yapışır üzerine.

Sen böbürlenmeyi sevmesen bile, o şakşakçılar yok mu. Seni senden alıp, başka bir şey yaratırlar.

Artık, olduğun gibi olamazsın.

Onlar öyle isterler çünkü.

Bu toprakların şakşakçıları gizli örgüt gibidir.

Hiç konuşmadan, yazışmadan, telefonlaşmadan, duman bile kullanmadan anlaşırlar.

Tek bir haberleşme araçları vardır: Çıkarları...

Senin bir makamın, onların da görülecek bir işi vardır. Olay bu kadar basittir.

Şakşakçılar kimi zaman tek başlarına bile topluluk gibidir.

Küçücük bir işletmede mesela, şefin etrafında pervanedir bir şakşakçı. Şef, kendini ceo sanmaya başlar.

Bu şakşakçılara kuyruğu bir kaptırdın mı yandı gülüm keten helva.

Ben mesela, karşısındakinin gözlerinin içine merhametle bakıp, yumuşacık sesiyle konuşan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’u insan olarak beğenirim.

Siyasete hep uzağımdır. Yapana da ‘siyasetçi de lazım memlekete’ der karışmam.

Daha geçenlerde gündeme gelmişti.

AKP Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş olarak gittiği Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi’ni ziyaret etti. Bu ziyarette çekilen bir fotoğraf sosyal medya ile yandaş olmayan medyada olay oldu. Fotoğrafta, Kurtulmuş makam koltuğunda oturuyor, o makamın sahibi Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Arif Özaydın, elleri önde bağlı saygı ile ayakta duruyordu.



O gün herkes Numan Kurtulmuş’u ayıpladı, eleştirdi.

Bense tam tersi... Dedim, bu şakşakçıların işi.

Evet, dikkat edeceksin. Övgünün fazlası, zarar.

Maalesef bir başka fotoğrafla yine konuşulacak Numan Kurtulmuş.

Kurtulmuş Ordu doğumlu. Kentte çok seviliyor. AKP Trabzon kongresine katılmış, bir de memleketime uğrayayım demiş. Ziyarette ilk durak Ordu Büyükşehir Belediyesi ve Belediye Başkanı eski bakanlardan Hilmi Güler.

Ordu’da lapa lapa kar yağıyor. Yerde 15 santim kar, göz gözü görmüyor.



Ama o da ne? Fener alayı var. Evet fener alayı...

Numan Kurtulmuş’un konvoyunun geçeceği yolun iki yanına belirli aralıklarla dizilmiş ellerinde meşaleler olan insanlar Romalı komutanın zafer dönüşündeki gibiler...

Kaçırılan asker sivil 13 evladımızı hain terör örgütünün şehit ettiği, resmi bir yas ilan edilmese de yüreğimizin yandığı bu günlerde meşale yakmak, fener alaylı karşılama neyin nesi?

Kimin işi?

Dedim ya, bu toprakların gizli açık derdi çok diye...