Türk Ocakları'nın kuruluşunun 110’uncu yıl dönümünde İBB işbirliğiyle  Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları-2” sempozyumu düzenlendi. 29 Haziran'a kadar sürecek olan sempozyumun açılışına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'yla birlikte katıldı.

MARX’TAN ALINTI YAPTI

Açılışta konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasına Karl Marx’tan alıntı yaparak başladı:

- Önemli bir buluşmada önemli bir isimden alıntı yapmak istiyorum. Bu ismi yadırgamayacağınıza inanıyorum. Alıntı yapacağım kişi Karl Marx. Marx  "Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Oysa sorun onu değiştirmektir" der. Elbette filozof olan bilim insanı olan sizlersiniz. Ancak bu cümlenin geliş yorumunu atfen şunu söylemeliyim; sizlerle birlikte biz siyasetçilerin de öncelikli görevi, ülkesini ve dünyayı daha iyiye ve daha güzele doğru değiştirmektir. Elbette bir sorunun teşhisi ve sorunun bedellerini bilmek önemlidir.



- Ancak sorunun nasıl çözüleceğine ilişkin önermelerde bulunmak sorunun teşhis ve nedenlerini tespit etmek kadar önemlidir. Eğer sahip olduğumuz bilgiyi, var olan sorunları ortadan kaldırmaya dönük olarak yorumluyorsak bir başka soruna da kapı aralamış oluruz. Dolayısıyla günümüz İslam dünyasının sorunlarını bilmeli, tartışmalı ve hatta gerçeklikle yüzleşebilmeliyiz” dedi.

BAKARA’YA ATIF: MUHATABI TÜM DİN ADAMLARIDIR

- Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresi 44’üncü ayetinde, Yahudi din adamlarına hitaben şöyle seslenilir: "Siz insanlara gerçek iyilik, erdem ve dindarlığı tavsiye ederken kendinizi unutuyor, bundan muaf olduğumuzu sanıyorsunuz. Öyle mi?" Ve ayeti kerime "Aklınızı kullanmıyor musunuz?" sorusuyla sona erer.

- Elbette burada hitap Yahudi din adamlarına yöneliktir. Ancak muhatabı tüm din adamları, tüm yönetici kadrolar aslında tüm insanlıktır. Bu ayeti kerimeye atfen İslam'ın temel değerlerinin tüm insanlığa aktarmakla görevli olanlar da bu konuda sorumluluk üstlenenlerin de hangi gerekçeyle olursa olsun kendilerini İslam'ın temel değerlerinden azade kılma hakları yoktur. Dolayısıyla siz değerli ilahiyatçıların bilim insanlarının İslam dünyasını, yücel sorunlarını ve sorunlarının çözümüne ilişkin önlemlerini, itirazlarını çok daha yüksek sesle dile getirmesi toplumsal barışımızın tesisi açısından bir zorunluluktur.

BAHANE VE GEREKÇELERE YER YOKTUR

- Benden çok daha iyi biliyorsunuz ki İslam hangi gerekçeyle olursa olsun adaletsizliğe, eşitsizliğe izin vermez. İslam hangi gerekçeyle olursa olsun kayırmacılığa, denetimsizliğe, otoriterliğe izin vermez. Bu bağlamda İslam, hangi sistemle yönetildiğinizle değil, nasıl yönetildiğimizle ilgilidir. Ve doğrudan nasıl yönetilmemiz gerektiğinin yanıtını da kendisi verir. İslam açısından kriter, adaletle yönetilip yönetilmediğimizdir. İslam tüm insanlığa adalet penceresinden bakar ve adalet penceresinden bakmamız gerektiğini bir şart olarak önümüze koyar.



- Üstelik İslam adalet kavramını sadece bir hukuk pozisyonu olarak da ele almaz. İslam bizden yaşamın her alanında ve her herkes için geçerli olacak şekilde adaleti tesis etmemizi ve sürekli kılmamızı ister. İslam'a göre herkes için ve her alanda tesis edilmemiş adalete adalet denilemez. İslam'ın ön gördüğü adaletten ‘ama, fakat, ancak’ ile başlayan ve adalet arayışını daraltan, erteleyen veya ertelettiren adaletin gücünü ve etkisini azaltan cümlelere, bahane ve gerekçelere yer yoktur.

İSLAMIN TEMEL DEĞERLERİNİ SAVUNUYORMUŞ GİBİ GÖRÜNENLER...

- Bu nedenle bizler İslam'ın temel değerlerini savunuyormuş gibi görünerek zenginliği, kayırmacılığı, özgürlüğü, denetimsizliği  kendisine bahşeden, gerçek bağlamından kopartılarak sunulan sabır ve şükür tavsiyeleriyle de milyonlara yoksulluğun, dışlanmayı, baskıyı reva gören anlayışlara karşı ödünsüz bir şekilde adaleti savunmalıyız.

LİYAKAT, ÖZGÜRLÜK, HAKÇA BÖLÜŞÜM

- Günümüz İslam dünyasının temel problemlerinin tek çözümü de adalettir. Az önce de belirttiğim gibi adalet bir hukuk pozisyonunun da ötesinde bireysel ve toplumsal yaşamımızın tüm alanlarını kapsayan, olmazsa olmaz bir davranış biçimi ve tercih konusudur. Örneğin adaletli olduğunuzda fikir ve ifade özgürlüğünü ödünsüz savunuyorsunuz demektir.

- Bir diğer deyişle fikir ve ifade özgürlüğünün içtihat haline gelmiş evrensel kriterlerini sadece kendiniz için değil herkes için kabul etmişsiniz demektir. Üstelik adaletli olduğunuzda hesap verebilir olmayı da kabul etmişsiniz demektir. Konfüçyüs'ün olduğuna inanılan ‘Adalet, kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner’ sözüne atfen; bir ülkede adalet varsa onun etrafında biliniz ki hukukun üstünlüğü, denetlenebilirlik, hesap verebilirlik, can ve mal güvenliği, şeffaflık, eşitlik, kadın- erkek eşitliği, çocuğun üstün yararı, liyakat, özgürlük, sosyal devlet, hakça bölüşüm, emeğin üstünlüğü, nitelikli ve kaliteli eğitim, insan ve doğa hakları vardır.

İSLAM, ADALETİ TESİS EDENLERDEN YANADIR

- Bir ülkede adalet yoksa yani adaletsizlik varsa, adaletsizliğin çevresinde nepotizm, kayırmacılık, eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, liyakatsizlik, denetimsizlik, kültürel ve sosyal yozlaşma, toplumsal huzursuzluk, çarpık kentleşme, niteliksiz eğitim ve bağımlı yargı vardır. İslam adaleti ve adaletin çevresinden dönenleri tesis edenlerden yanadır.

LAİKLİKTEN YANA OLMALIYIZ

- Biliyorsunuz ki yüce yaradan Bakara suresi 30’uncu ayette "Ben yeryüzünde akıl ve irade sahibi bir halife yaratacağım" diye buyurduğunda melekler "Fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın" karşılığını verir. İşe önümüzde duran tercih budur. Müslümanların insanın akıl ve irade sahibi ve bir halife olarak yaratıldığı bu dünyada fesat çıkaran ve kan dökenlerden olma lüksü yoktur.

- Müslümanlar için akıllarını kullanmak ilahi ve beşeri bir şarttır. Üstelik aklımızı kullanmadığımız aklı selim sahibi olmadığımız zaman başımıza gelecekleri Yaradan'ın bizlere söylediğini de unutmayalım. Yunus Suresi 100’üncü ayette "O, (yani Yüce Yaradan) aklını kullanmayanları, aklıselimle düşünmekten nasibi olmayanları iğrenç bir duruma sokar" buyuruluyor. Bu nedenle içinde bulunduğumuz bu çağda Müslüman olmanın neyi ifade ettiği, nasıl bir Müslüman kimliğine sahip olmamız gerektiği konusunda aklımızı kullanarak en geniş mutabakatı sağlamalıyız. Bu mutabakatı da dışarıdan bir dayatmayla değil bizzat kendimiz, İslam ülkelerinin içinde bulunduğu durumla soğukkanlı bir biçimde yüzleşerek gerçekleştirebiliriz.

DİLSİZ ŞEYTAN OLMAYI TERCİH ETMEYİZ

- Kabul edelim ki bu geniş bir mutabakata dayalı ortak bir kimlik inşasına ihtiyacımız vardır. Özellikle kendi içimizdeki farklılıklara dahi tahammül edemeyen kendi İslam yorumunu şiddet ve dayatma yoluyla hakim kılmaya çalışan kişi ve yapılara hep birlikte karşı durmalıyız. Bu bağlamda tabii ki din ve vicdan özgürlüğünün, fikir ve ifade özgürlüğünün, sanatsal ve ekonomik özgürlükleri kısıtlayan değil aksine tüm bu özgürlük alanlarını herkesi kapsayacak şekilde güvence altına alan bir laiklik anlayışından yana olmalıyız.

- Sadece bireysel olarak değil, ülkemizde ve içinde bulunduğumuz coğrafyada etik ilke ve değerlere dayalı bir düzen hedefiyle yol yürümeliyiz. Çünkü komşusu, dindaşı ve hatta dünya nüfusunun büyük bölümü aç yatarken tok yatamayız. Haksızlık karşısında susup, dilsiz şeytan olmayı tercih edemeyiz.

KAFAMIZI KUMA GÖMEMEYİZ

- Dünyadaki çatışma alanlarının yaklaşık yüzde 60’ını Müslüman ülkelerin oluşturduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu “Her gün binlerce Müslüman bizzat Müslümanlar tarafından öldürülüyorken, kafamızı kuma gömemeyiz. Ülkemiz özelinde dahi, gelir dağılımı eşitsizliği gün be gün artıyorsa, buna seyirci kalamayız. Örneğin, şekli olarak, kimin nasıl yaşadığıyla değil, sürdürdüğü yaşam pratiği içinde ne kadar adaletli olup olmadığıyla ilgilenmeliyiz. Bu bağlamda özellikle kamu yönetiminde, liyakati ve liyakatli olduğu kadar liyakat sahibinin adaletini de öncelemeliyiz.

- Prof. Dr. Sayın Hayri Kırbaşoğlu’nun 2016’da gerçekleşen sempozyumdaki ifadesiyle söyleyeyim; "Birey ve kurumlarla, onların dindar olup olmamasına değil, dürüst, adaletli ve ahlaklı olup olmamasına bakarak, yollarımızı birleştirmeli ya da ayırmalıyız." Bu noktada, temel İslami ibadetlerini yerine getiriyor ya da getiriyor görünürken, İslam’ın adalet, dürüstlük ve ahlak anlayışından uzaklaşanları gözden kaçırmamalıyız.

LİSTE ERKEK AĞIRLIKLI

- Konuşmacı listesine baktığımda neredeyse hiç kadın akademisyen, araştırmacı görmedim. Bir iki isim dışında, erkek ağırlıklı bir listeyle karşı karşıyayız. Oysa Türkiye ilahiyat birikiminde kadınlar vardır. Ve bugün de pek çok ilahiyat fakültemizde ya da üniversitelerimizin diğer fakültelerinde, sempozyumun konusu kapsamında çalışma yürüten yüzlerce kadın akademisyenimiz var.

- Günümüz İslam Dünyası’nın meselelerini kadınlar olmadan konuşamayız, konuşmamalıyız ve kadınlar olmadan çözüm yolları da bulamayız. Bir sonraki sempozyumda ve düzenleyicisi olduğunuz diğer toplantılarda, kadınlara da yer vermenizi, hatta kadın bilim insanlarını bu tür toplantıların düzenleme kurullarına almanızı da önemle istirham ediyorum. Dediğim gibi bu sözlerimi dostane bir eleştiri olarak kabul ediniz.



"NİYE CHP’Lİ BELEDİYE?" ELEŞTİRİSİNE YANIT

Sempozyumun açılışında konuşan Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Dr. Cezmi Bayram kendilerine, “Niye bu sempozyumu CHP’li bir belediye ile yapıyorsunuz” eleştirisi geldiğini belirterek, şunları söyledi:

- Bize göre; gerek merkezi hükümetin kurumları, gerekse mahalli idare kurumları partinin malı değildir. Partiler, seçimle gelirler, bir emanet devralırlar. Sonra bu emaneti bir sonraki şekilde devam ettirir. Devam etme imkanı verir veya başkasına devrederler. Demek ki, bu müesseselerin sahibi, millet.  Bunlar, milletin müessesesi. Biz, bu zamana kadar yaptığımız birçok faaliyette, her kurumdan destek istiyoruz. Her kurumdan destek isterken, oraya mensubiyet duygusu taşıdığımızdan değil. Milletin malı ve milletin malının emaneti şu anda filan partiye mensup olabilir, ama biz, bundan talep ediyoruz.



İMAMOĞLU: ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIM

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da konuşmasına, Bayram’ın sözlerine atıf yaparak başladı ve şöyle konuştu:

- Değerli hocam, elbette bunlar olacak. Türkiye'nin bugünkü gündeminde, ne yazık ki bu tür tavır ve davranışlar var. Ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İslam coğrafyasının en büyük kentinin belediyesi. İstanbul, aynı zamanda İslam coğrafyasının yüzyıllardır başkenti aslında. Bir özelliği de var ki; binlerce yıldır da dünyanın başkenti İstanbul. Dolayısıyla en doğru duyguların, en doğru hamlelerin vücut bulduğu bir şehir olursa İstanbul, buna hem yakın coğrafya mutlu olur hem bütün dünya mutlu olur.

- Bu bağlamda, bu bence kutsal başlığın bir toplantıya dönüşmesi ve bir çabanın ortaya konması noktasındaki girişiminizle bizi buluşturmanız ve bu buluşturmaya dönük de özellikle bu konuda bizi motive eden ben saygıdeğer Genel Başkanımıza hepinizin huzurunda yürekten teşekkür ediyorum. Bu buluşmanın önemini defalarca bize aktarmıştır. Bir tesadüf daha var: Elhamdülillah ben de Müslümanım bu arada. Dolayısıyla bireysel olarak da katkı sunmanın elbette keyfini yaşıyorum.

- Ben, iyilik ve kötülük arasındaki bu büyük savaşın,  iyiliğin mutlak zaferiyle sonuçlanacağından bir an bile şüphe duymuyorum. İyiliğin gücüne olan güvenimi hiçbir koşulda kaybetmiyorum. Çünkü iyiliğin kudretine olan güvenimi yitirirsem, insanlığımı yitireceğimi biliyorum. Bu benim düşünerek bulduğum, aklımla çıkardığım bir sonuç değil. Bu benim annemden, babamdan, dedemden, ninemden aldığım terbiye.

KOLAY BİR ÇÖZÜMÜ YOK

- Bu benim, içine doğduğum, hissedip anlamaya, yaşamaya çalıştığım Müslümanlığın özü. Benim anlayışıma göre öyle. Allah’ın adaletine, merhametine, şefkatine inanan ve ona sığınan biri, bu duyguları başkasından esirgeyebilir mi? İyiliği emreden, sevgi, barış ve hoşgörüyü yücelten bir dinin mensubu, bu kavramları hiçe sayarak yaşayabilir mi? Vicdanımız, yüreğimiz bunun mümkün olamayacağını söylüyor.

- Ama hangi din, hangi medeniyet olursa olsun, dini kutsallık adına her yerde, her zaman korkunç şeyler yapılabildiğini hepimiz biliyor, hepimiz görüyoruz. İnancın özü ile kimi tezahür biçimleri arasındaki görülebilen büyük uçurumlar günümüz İslam dünyasının da önemli bir meselesi elbette. Belki de en önemli meselesi. Bu meselenin tarihi, coğrafi, kültürel, felsefi, siyasi pek çok boyutu olduğu muhakkak. Ve elbette kolay bir çözümü de yok.



YARDIMLAŞMAYI VE DAYANIŞMAYI EMREDER

- Ancak, kişisel ahlak düzeyinde, Müslüman gibi yaşamak düzleminde yapabileceğimiz çok önemli şeyler olduğuna inanıyorum. Her şeyden önce, iyi insan olmanın, belli bir kimliğe, belli bir inanca sahip olduğumuz için kendiliğinden edinebileceğimiz bir özellik olmadığını idrak etmemiz gerekiyor. Müslümanlık bize bu mücadeleyi kazanmanın yollarını gösterdiği, herkes için adaletli ve vicdanlı olmayı, yardımlaşma ve dayanışmayı emrettiği için çok kıymetli.

ARAÇLAR AMAÇLARI LEKELEYEBİLİR

- İyilik nasıl belirli bir kimliğe, belirli bir inanca sahip olmanın kendiliğinden yol açtığı bir sonuç değilse kötülük de değildir. Hiç kimseyi inancı, kimliği nedeniyle kaçınılmaz olarak kötü kabul edemeyiz, öyle muamele edemeyiz. Amaçlarımız ne kadar kutsal, ne kadar iyi ve değerli olursa olsun, ‘amaca giden yolda her şey mubahtır, her vasıta kullanılabilir’ diye düşünemeyiz. Araçlar amaçları lekeleyebilir. Müslüman gibi yaşamanın, bu konuda da çok hassas olmayı zorunlu kıldığını düşünüyorum. Müslümanlık bize, iyiliğin, sevginin, hoşgörünün, merhamet ve dayanışmanın üzerinde yükselen çok sağlam bir ahlaki zemin sunuyor. Bu zemini, sağlıklı, güçlü ve mutlaka haysiyetli bir irtibat içerisinde, bugünün dünyasıyla hemhal edebilmeyi başarmamız gerekiyor.

[old_news_related_template title="Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer: Arapça destekleme kursları açacağız" desc="Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, 2022-2023 eğitim yılından itibaren Arapça ve İngilizce destekleme ve yetiştirme kursları açılacağını açıkladı." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2022/06/27/iecrop/depophotos_17574767_16_9_1656319177.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/2022/egitim/milli-egitim-bakani-mahmut-ozer-arapca-destekleme-kurslari-acacagiz-7216815/"]