Sıkça duyar olduk:

“Neoliberalizm bitti. Paradan para kazanma sisteminin yerine sosyal adaleti öne alan bir süreç yaşanmalı.”

Dün, “Türkiye’de Yeni Kapitalizm/Siyaset, Din ve İş Dünyası (İletişim Yayınları)” isimli kitabı okuyordum. Ayşe Buğra-Osman Savaşkan imzalı kitabın sonuç bölümünde yapılan şu değerlendirme dikkatimi çekti:

“... Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi, ülkede kapitalizmin gelişmesine engel oluşturmadı. ‘Muhafazakar Müslüman burjuvazi’ açık ekonomi rejiminin ekonomik koşullarına uyum sağlamakta güçlük çekmedi ve “ılımlı İslamcı” AKP hükümeti ekonomiyi küresel düzeydeki büyük bir ekonomik kriz döneminde bile fena idare etmedi. AKP döneminde yıllık büyüme oranı OECD bölgesindeki ortalamaların üstündeydi, ama ‘yükselen ekonomiler’deki oranlar kadar yüksek değildi. Ekonomik büyümeye cari açıkta düzenli bir yükseliş ve yabancı sermaye akışına bağımlılıkta artış eşlik etti. Ekonomi sermaye kaçışı karşısında son derece savunmasız hale geldi ama şimdiye kadar bu tehlikeden uzak durulabildi.

Son cümle: “Ekonomi savunmasız ama şimdiye kadar bu tehlikeden uzak durulabildi.”

Kitabın yazılmasından (2014) sekiz yıl sonra “tehlikeden uzak durulamadığı” ortaya çıktı. Çünkü... Turgut Özal döneminde başlayan ve AKP iktidarı döneminde doruk noktasına ulaşan “özelleştirmeci” ve “sıcak para ekonomisi”nde sona gelindi. Bunu ben söylemiyorum!

Şirketler ve zenginleri korumak!


Önemli ekonomistlere göre neoliberalizm her şeyden önce bir politik-ekonomik pratikler teorisi. Bu teori David Harvey’n dediği gibi “İnsan refahını artırmanın en iyi yolunun güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaretin temel alındığı bir kurumsal çerçeve içinde bireysel girişim beceri ve hürriyetlerini serbest bırakmak olduğunu iddia eder”... Kamu iktisadi teşekküllerin özelleştirilmesi... Devletin üstlendiği sosyal güvenlik sisteminin adım adım özel şirket ve kurumlara devredilmesi... Devletin yatırımlardan ve düzenleme görevlerinden çekilmesi ve yönetimin “Laissez Faire est Laissez Passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganıyla piyasaya bırakılması... Paranın istikrarına öncelik tanınması... Sendikaların eritilmesi, sağlık sektörünün piyasaya devredilmesi, özel mülkiyet vurgusu, girişimcilik de bu politikanın uygulama alanlarından sadece birkaçı!

Özeti de şu: Şirketler ve zenginleri daha fazla nasıl koruyabiliriz?

Bu politikalara ve neoliberalizme artık “serbest piyasacı” Özal döneminin ekonomiden sorumlu bakanı Işın Çelebi de karşı çıkıyor.

Savaş sanayisini destekleyen sistem


Örneğin...

16 Aralık 2016... Işın Çelebi, Hürriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda şu tespitleri yaptı:

“... Dünyada şu anda içine kapanma dönemi yaşanıyor. Ülkeler yeterince üretmeyince, işsizlik olunca, farklı tercihler ortaya çıkıyor. O yüzden de depremin ayak sesleri diyorum. Yeni bir dünya düzenine mi geçiliyor? Bunu çok konuşuyoruz artık. Evet, kapitalizm sonrası bir topluma dönüşüyoruz. Dünya buna gidiyor. Bölgesel savaşların da tesadüfen çıkmadığını, çıkarıldığını düşünüyorum. Rakamlar, gidişat bunu gösteriyor.”

Örneğin...

1 Haziran 2022... Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi açık konuştu: “... Gelir dağılımının iyice bozulduğu bir sistemde, dijitalleşme ve teknolojik gelişmelere baktığımızda mekanizmanın sadece savaş sanayi için çalıştığını görüyoruz. Zenginler inanılmaz zenginleşiyor, fakirler inanılmaz fakirleşiyor. Dünya insanlıktan giderek uzaklaşıyor, böyle bir garip bir tablo içerisindeyiz. Dünyadaki kapitalizm yani liberal politikalar sistem olarak bitmiştir...”

SONUÇ: Bugün üretim ekonomisini keşfeden AKP’nin son özelleştirme kararlarıyla (Çankaya, Çeşme, Seferihisar, Aliağa, Kuşadası, Manavgat ve İstanbul’da kamuya ait değerli araziler satıldı) aslında “serbest piyasadan” kopamayacağı ve yarattığı “burjuvaziyi” daha da zenginleştirmek isteği net!