Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve partisinin 2023 seçimlerine ilişkin statejisi ve vizyonu bugün açıklanacak.

2023 seçimleri için Ertan Aydın koordinatörlüğünde oluşturulan strateji ekibi tarafından hazırlanan “strateji ve vizyon” ile yol haritası “Türkiye Yüzyılı” başlığını taşıyor.

En başta şu detayın altını çizmek isterim: Türkiye Yüzyılı başlığının, bir süredir CHP’nin dikkat çektiği ve sıkça kullandığı “Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı” kavramından esinlendiği açık.

İkinci olarak da kavramın içeriğine, Erdoğan’ın bugün ne mesajlar vereceğine bakalım:

Edindiğim bilgiye göre Erdoğan’ın yeni yüzyıl vizyonu, AK Parti’nin kuruluş yıllarında yani 21. yüzyılda açıkladığı vizyona benziyor. Haliyle de bütün eğilimleri birleştiren, özgürlükleri genişleten, kalkınmacı, kucaklayıcı bir söylem gerektiriyor.

Bugün Ankara Arena’da yapılacak konuşmada “adalet”, “özgürlük”, “kalkınma”, “refah”, “sosyal devlet”, “eğitim” ve “sağlık” sözcüklerini duyacağız. Uzun bir süredir unuttukları 3Y’yle, yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele kavramı da bugün yeniden karşımıza çıkacak.

Güçlü devlet, güvenlik ve diplomasi ise biraz önce saydığım kavramların korunması ve Türkiye’nin dünyada hak ettiği noktaya taşıması için sahip olunan, daha da güçlendirilecek özellikler olarak sunulacak.

Erdoğan bugün ekonomide ve savunmada dışarıya bağımlılığı bitmiş, kendi ayakları üzerinde durabilen, zenginleşmiş ve özgürlüklerin arttığı bir Türkiye vaat edecek. Bir nevi, kendisi ve partisi için klişe deyişiyle “fabrika ayarlarına dönme” vizyonu ortaya koyacak.

Şimdi gelelim sormamız gereken asıl soruya:

Erdoğan bugün yaptığı konuşmada vaat ettiği siyasi vizyonu hayata geçirebilecek şekilde fabrika ayarlarına dönebilir mi?

Ya da halkımız bu vaatlere inanır mı?

Mesela, yargıçlarının önemli bir bölümünün AK Parti teşkilatlarından gelen hakimlerden oluştuğu, yargının yürütmeden aldığı talimatlarla karar verdiği bir ortamda “adalet” kavramından söz edilebilir mi?

Mesela enflasyonun arşa çıktığı, insanların hayat pahalılığı karşısında inim inim inlediği bir ortamda mevcut ekonomi politikalarını sürdürerek “kalkınma ve refah” mümkün mü?

En ufak bir eleştirinin, protestonun, yürüyüşün, hak arayışının şiddetli müdahalelerle karşılaştığı, gazetecilerin her türlü yaptırımla ve yıpratılmayla muhatap olduğu, güvenlik gerekçesiyle konserlerin iptal edildiği bir ortamda “özgürlük” olur mu?

Devlet okullarının kolejler karşısında sürekli zayıfladığı bir ortamda “eğitim”, devlet hastanelerinden randevu almanın imkansız hale geldiği, doktorların yurt dışına göç ettiği bir dönemde “sağlık” hizmetlerinde yeniden fırsat eşitliği tesis edilebilir mi?

Yolsuzluğun rutinleştiği, yasakların zirve yaptığı ve yoksulluğun virüs gibi yayıldığı bir ülkede “3Y ile mücadele”den bahsedilebilir mi?

Son 4-5 yıldır bütün siyasetini milliyetçilik, muhafazakarlık ve güvenlikçi yaklaşım üzerine kuran, tabanını bir ve diri tutmak için ülkeyi kutuplaştırmaktan, muhalefeti ve muhalefet tabanını hedef haline getirmekten geri durmayan, başarıları sahiplenip başarısızlıkları dış güçlere ve muhalefete bağlayan Erdoğan, yeniden özgürlükçü, kapsayıcı ve kucaklayıcı olabilir mi?

Ben sanmıyorum.

Ne yazık ki Erdoğan son dört yılda, elindeki yetkiyi ve gücü kullanırken bize asıl fabrika ayarlarının son dört yılda muhatap olduğumuz ayarlar olduğunu gösterdi.

2002 yılında var olduğu söylenen ayarların ise bugünlere gelmek için kullanılan “araçlar” olduğu anlaşıldı.

Ez cümle, Erdoğan bugün kaybettiği gücünü yeniden toplayabilmek ve iktidarda kalabilmek için gerçek fabrika ayarlarını seçime kadar bir kenara bırakıp, değişme ve 2002’deki araçları yeniden kullanma vaadinde bulunacak.

Buna kim inanır?