Geçen hafta sonunda, Hazine ve Maliye Bakanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 2023-2025 yıllarını kapsayan “Orta Vadeli Program” (OVP) diye adlandırdığı bir belge yayınladı. Bugüne kadar yapılmış hiçbir OVP’de öngörülen hedefler tutturulamamıştır. Bu seferki OVP’de yer alan öngörülerin ya da hedeflerin de tutmayacağı kesindir. OVP’ler 1960’larda başlayan “planlı ekonomi” döneminde DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) tarafından hazırlanan “Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın üç yıllık versiyonu değildir. Bunlar bütçe varsayımlarıdır. Yeni OVP’de, hem milli gelir büyümesinin yılda %5.5 olacağı hem de üçüncü yılın sonunda enflasyonun %9.9’a (10 değil!) ineceği iddia edilmektedir. Üstelik (bu yıl Ukrayna Savaşı yüzünden 50 milyar doları bulacak olan) “cari açık” 10 milyar dolara inecektir denmektedir. Aynı yıl dolar fiyatı da ortalama 29 TL dolayında oluşacakmış. Ekonomide “enflasyon farkı kuru belirler” diye kaba bir kural vardır. Böyle olmakla birlikte kurun kısa vadede esas belirleyicisi “sermaye hareketleri”dir. Nitekim enflasyon oranları birbirine çok yakın ABD ve AB’nin para birimlerinin yani “Euro/dolar”ın kambiyo kuru “1.2” (+/- %20) aralığında gezinmektedir. Kanaatime göre, eğer AKP iktidarda kalırsa büyümeye ağırlık vereceğinden, OVP’de yer alan enflasyon, dolayısıyla döviz fiyatı ve en önemlisi cari açık öngörüleri tutmayacaktır. Özet olarak AKP, istemeden itildiği “rekabetçi kur” politikasından vazgeçerek “borç yiğidin kamçısıdır” patikasından yola devam edecektir.

EKONOMİDE PLAN VE PROGRAM

Yazının ikinci paragrafında eğer ortada “Altılı Masa”nın aynı formatta hazırladığı bir OVP olsa, onu eleştirecektim. Olmadığı için “merkezi planlama” kavramının doğuşunu anlatmaya çalışacağım. “Merkezi planlama”yı savunanların 4 argümanı vardı. Birincisi, kapitalizm er geç çökecektir. Bunun sonunda bireylerin sahip olduğu “üretim araçları mülkiyeti” kamuya (devlete diye okuyun) geçecektir. Dolaysıyla “fiyatların piyasada serbestçe oluşması” yoluyla yönetilen ekonomi kendi kendini yönetemez hale gelecektir. Böyle bir ekonomiyi merkezden planlama yoluyla idare etmekten başka çare yoktur. İkincisi, kapitalist sistem, “deneme-yanılma” yöntemiyle kaynakları tahsis etmektedir. Bu da sistemik bir ziyan kaynağıdır. Merkezi planlama “girdi-çıktı” matrisi şeklinde olacağı için, ziyan minimize olacak, daha hızlı bir kalkınma mümkün olacaktır. Üçüncüsü, işleyiş mantığı icabı kapitalist sistem gelir dağılımı adaletsizliği yaratmaktadır. Merkezi planlama sadece üretimi değil, üleşimi de planlayacak ve bu sorun doğmadan ölecektir. Dördüncüsü, değeri yaratan emek olduğu için, planların tasarım hedefi de “tam istihdam” olacak ve işsizlik denen musibet de kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

MERKEZİ PLANLI EKONOMİLER ÇÖKTÜ AMA DEVLETSİZ EKONOMİ KURULAMADI

Merkezi planlamalı ülkeler II. Dünya Harbi’nden sonra sanki çok hızlı kalkınıyorlarmış gibi bir intiba oluşmuştu. Çok geçmeden bunun fos olduğu ortaya çıktı. Zaten bu, doğaya aykırı yapay bir sistemdi. Bireyin yaratıcılığı ve girişimciliğin alternatifi yoktu. Sosyalist devletin tepesine çıkmış, yüksek bürokratlar, parti yöneticileri ve silahlı kuvvetlerin komutanları “yeni sınıf” (oligarşi) oluşturdular ve ekonomiyi atalete sevk ettiler. Aynı dönemde kapitalist ülkelerde hem teknoloji gelişti hem de üretim daha hızlı arttığı için halkın refahı da yükseldi. Ancak, üç kötü şey oluştu. Birincisi serbest rekabet, tekel ve kartel oluşmasına meydan vererek, kendi kendini kemirir hale geldi. İkincisi, gelir dağılımı bozuldu. “Biri yer, biri bakarsa; kıyamet bundan kopar” denmeye başlandı. Üçüncüsü, ülke ekonomileri ve hatta dünya ekonomisi sistemik “finansal piyasa” kaynaklı iktisadi krizlerden kurtulamaz oldu. Devleti dışlayan kapitalizm, devleti içeri davet etti.

SON SÖZ: Devletin görevi serbest piyasayı yaşatmaktır.