Türkiye ekonomisi kötü bir sarmala paçayı kaptırmış durumda. Bu sarmalın adı “devalüasyon-enflasyon” kısır döngüsüdür. Bu döngünün kök sebebi ise, ekonominin çarklarını taşıma suyla, yani dış borçla döndürme tercihinin bir  “yapısal deformasyon” haline gelmiş olmasıdır. İşin ilginç yanı, yapısal reformcu iktisatçılarımızın gündeminde, buna dair bir reform önerisi yoktur. Çünkü onlar Türkiye ekonomisinin “cari açık” vermesinin bir sorun olmadığı inancı taşıyor. Dolayısıyla çözülmesi gereken sorunu “cari açığı kapama” olarak değil “dış finansman bulma” şeklinde ele alıyorlar. Bu tezlerini desteklemek için de “Türkiye cari açıksız büyüyemez” propagandası devam ediyorlar. Ben ise, cari açık sorununu çözmeden Türkiye ekonomisinin istikrara kavuşamayacağını ve yeterince hızlı büyüyemeyeceğini iddia ediyorum. Bunu başarmanın “olmazsa olmaz” şartı olarak da, cari açık kapanmadan  TL’nin değerlenmesine izin verilmemelidir diyorum. TL’nin değer kaybetmeye başladığı son yıllarda dış ticaret ve cari işlemler açığımız daraldı. Ne var ki; son aylarda dış ticaret açığımız “miktarsal” olarak küçülürken maalesef “parasal” olarak büyüdü. Bunun sebebi ithal ettiğimiz petrol, doğalgaz, ham madde ve gıda maddelerinin fiyatlarının tüm dünyada dolar cinsinden  anormal bir şekilde artmasıdır.  Ortada kurama uygun olarak “miktarsal azalma” gibi çıplak bir gerçek dururken, bunu görmezden gelip “TL değer kaybetti, ama cari açık daha da büyüdü, demek ki rekabetçi kur diye bir şey yoktur” diye yazanları da halkı yanıltmakla suçluyorum.

MUHALEFETİN “YENİ EKONOMİ PLANI” NEDİR 

Enflasyonun azdığı, pahalılığın kol gezdiği son dönemde, siyaset sahnesinde önemli gelişmeler oluyor. İktidardaki AKP ve MHP ortaklığı oy kaybederken, CHP ve İYİ Parti ittifakı yanlarına dört siyasi partiyi daha alarak, güçlü bir muhalefet cephesi oluşturmayı başardı. Bunun üzerine AKP sözcüleri de “6 ortaklı muhalefet olur ama 6 ortaklı iktidar olmaz, bunların ortak bir icra planı yok” teziyle karşı taarruza geçti. Muhalefet cephesi boş durmadı. Mesela İYİ Parti Başkanı Meral Akşener, ABD’de kürsü sahibi bir profesör olan Bilge Yılmaz’ı ekonomiden sorumlu “Genel Başkan Yardımcısı” mevkiine getirdi. Bilge Hoca da Türkiye ekonomisini, içinde bulunduğu açmazdan nasıl çıkaracağını gazetecilere ve kendi partisinin üst kademesine anlattı. Ben bu sunumları internetten izledim. Profesör Yılmaz bir hayli iddialı konuşuyor. Enflasyonu, faizleri bir yıl içinde tek haneye indiririz diyor. Ancak bu yetmez. Şimdi sıra bu düşüncelerini koalisyon ortaklarına, öncelikle Babacan ve Öztrak’a anlatıp bunu “Muhalefet Cephesinin Ortak Projesi” haline getirmesine geldi. Aksi takdirde “kuvve fiile dönüşemez”.

HER ŞEYİ KADRO BELİRLER

Bir zamanlar Rusya’nın (SSCB) “tek adamı” olan Josif Stalin, 4 Mayıs 1935’te Kızılordu Harbiye’sinin mezuniyet töreninde “Her şeyi kadro belirler” (Cadres Decide Everything) demiştir. Hocam Fuat Çobanoğlu da 1958’de bize bunu iyi belletmişti. Türkiye’de 1930’larda “Kadro” ve 1960’larda da “Yön” dergisi etrafında toplanan sol aydınlar da “her şeyi belirleyen kadro” olmaya çabalamış ama ülkenin siyasal gerçeklerini ve toplumun sosyal genetiğini hafife aldıklarından iktidara gelememişlerdi. Gelselerdi ne kadar başarılı olurlardı, orası bir bahsi diğerdir.

Son söz: Kadro, kadronun kurdudur.