Yazının başında çay düşkünü olduğumu belirteyim ki, çay severlerle aram bozulmasın.

Çayı soğumasın diye en küçük bardakta içerim. Tavşan kanı olanını tercih ederim. Çalışma ortamında sigara içilirken daha çok içerdim. Hatta çaycı servisi geciktirince sinirlenirdim. Bu otomatik bir çay içişiydi. Daktilo başında yazı yazarken gelsin çay, gitsin sigara.

Ama sigarayla dostluğumu kestikten sonra çay miktarını da azalttım.

Tabii yasaklar da bunda etkili oldu!

Günde 5-6 bardakla yetiniyorum artık.

Kahve ocaklarında demlenen çayı tercih ederim. Özellikle Bebek Kahvesi’nin ocakçısının çayına bayılırım.

Nedense evde demlenen çaylarda aynı lezzeti bulamam.

Bu yazıyı yazmamın nedeni, çayın, köklü kahve kültürümüzü silip atması.

Çay denince benim aklıma hemen sabah kahvaltısı gelir. Özellikle simit ve kaşar eşliğinde içilen çayın tadına doyum olmaz.

Peynirli börekle de iyi gider.

Çay faslı öğleye kadar bitmelidir. Kahvede tavla oynuyorsanız veya memleketi kurtarma üzerine sohbet ediyorsanız, bir iki bardağa daha müsamaha edilebilir

İngilizlere özeniyorsanız, saat beşte, iki bisküvi ile de bir bardağa izin verilebilir.

Ama, meze masasında, iki kadeh arasında, kebap sonrasında, bir pirzola ziyafetinin ardından, ızgara lüferin peşinden, lezzetli bir yemeğin hemen arkasından içilmesine anlam veremem.

Bu kurala ne meyhaneler, ne kebapçılar, ne de burnundan kıl aldırmayan lüks lokantalar uyuyor.

Yemeğin arasında, yemekten hemen sonra çay içmek, biz de olmayan bir adettir. Yemekten sonra okkalı bir kahve içilir. İçkili yemekler kahve ile noktalanır. Çok aşka gelirseniz, yemek üstüne kahve ile konyak iyi gider.

Geçenlerde bir arkadaşımı eve, içkili bir akşam yemeğine davet etmiştim. İlk kadeh buzlu rakı bitince arkadaşım, bir bardak “araçayı” istedi. Şaşırdığımı görünce de, bunun rakının aragazı olduğunu söyledi. 50 yıldan beri rakı masalarını dolaşırım, böyle bir aragazına hiç rastlamadım.

Gereksinim de duymadım. Ustalarımın buzlu rakıdan sonra kaynar çay bardağına uzandığını asla görmedim.

Bizim evde o saatte çay demlenmez. Su kaynatıp, fincanın içine bir paket toz çay salladık. Büyük bir keyifle içti. Hem de bunu her kadehten sonra tekrarladı. Kendisine söylemedim ama bir daha onunla rakı masasına asla oturmama kararı aldım..

Son 10 yıldır, bu yalan yanlış çay içme kültürü, yaklaşık 500 yıllık kahve kültürünü silmeye başladı.

Oysa ki, çayın ülkemizle tanışmasının geçmişi taş çatlasın 150 yıldır. Uzak Doğu’dan getirilen fidanlar, önce Bursa ve İstanbul civarına dikilmiş, tutmayınca Rize’de karar kılınmıştır.

1900 yıllarının ortasında alınan ilk mahsuller, aktarlarda şifalı bitki olarak satılmıştır. Çay daha çok şerbet yapımında çeşni olarak kullanılmıştır.

Türk halkı, çayı demlemeyi çok sonraları öğrenmiştir.

Kahvenin Türk damağı ile taşıması ise neredeyse beş asır öncesine dayanır. 1554 yılında Suriye asıllı iki girişimci ilk kahvehaneyi Tahtakale’de açmışlardır.

O günden sonra “Türk Kahvesi” tüm dünyada nam salmıştır.

Kahve, likörle beraber bayramın has ikramıdır. Özellikle büyük kentlerde sabah misafirlerine mutlaka bu ikili sunulur. Çaya pek rağbet edilmez.

Kız istemede, gelin adayı konuklara kahve ikram ederek, endamını sergiler. Değişmez bir gelenektir. Kız isterken çay ikram edilmez.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır ama çay için böyle bir deyiş yoktur.

Kahve içmek için “kahve altı” yapılır. Bunun adı kahvaltıdır. Çay kahve altının içeceğidir.

Kahve falına bakılarak gelecek okunur. Çayın böyle bir özelliği yoktur.

Özellikle bayram arefesinde, kahve satan yerlerin kapısında uzun kuyruklar oluşur. Çay almak için kimse sıraya girmez.

Kahve tiryakilerinin özel kahvecileri vardır. Burada istediği şekilde kahvesini kavurtur, çay için böyle bir çaba harcanmaz.

Yaz yazabildiğin kadar!..

Damak sizin, keyif sizin, ben sadece itirazımı dile getirdim.