Ne zaman bir polis yüzünde öfke, gözünde nefret, elinde cop bir vatandaşa vuruyor, vuruyor, öldüresiye vuruyorsa hemen akla gelen:

Bu kimin polisi?

Erkek polis.

Kadın polis.

Fark etmez.

Bir erkek polis elinde cop eğitim özgürlüğü isteyen üniversite öğrencisine, hak arama yürüyüşü yapan işçiye, siftah bile yapamadım diye bağırarak “hak ve özgürlük bilinci” ile kendini ifade eden bir esnafa vuruyor, vuruyor, öldüresiye vuruyorsa hemen akla gelen:

Bu kimin polisi?

Yeni örnek iki gün önce Adana’da yaşandı. İktidara yaranma hesabı olmayan bütün TV kanalarında o tanıdık, bildik, aşina olduğumuz sahneler yayımlandı. Başı türbanlı bir kadın polis, başı türbanlı bir kadına vuruyor, vuruyor, öldüresiye vuruyordu ve akla gelen:

Bu kimin polisi?

★★★

Adana’da yaşanan plastik mermili, aşırı biber gazı kullanımlı, dalaktan dalma, kafa göz yarma, boğarak öldürmeye çalışma, sakat bırakma görüntülü olayda; “başı türbanlı polisin, başı türbanlı vatandaşı öldüresiyle coplamasını” TV ekranında seyredenler “iktidarın polisi, başı türbanlı sivil kadını bile dövmeye başladı” diye anladılar.

Dövülen Furkancıymış.

Furkan Vakfı üyesi.

Furkancı ile bugünkü iktidarın önde gelen kadrosu temelde aynı görüşteler. İkisi de laik, demokratik Cumhuriyeti, Atatürk devrim ve ilkelerini sevmiyor, beğenmiyor. Laikliği ve demokrasiyi ortadan kaldırıp Cumhuriyeti din esasına dayalı, diktatör yetkilerine sahip bir tek adamın ülkeyi yöneteceği Cumhuriyet tipine dönüştürmek istiyorlar.

Furkan ile iktidar.

Araları açılmış.

Neden?

Çıkar çatışması.

Üstünlük kavgası.

Benlik davası.

Vardır bir kök sebebi ama asıl üzerinde düşünülmesi gereken; kendini ifade etmek için protesto gösterisi yapan bir kadını polisin öldüresiye coplaması sahnesini izleyenlerin aklına ilk gelen sorunun “bu kimin polisi” olmasıdır.

Üç şık var:

İktidarın polisi mi?

Devletin polisi mi?

Hukukun polisi mi?

★★★

Biz ülkemizde yediden yetmişe, okumuştan cahile, zenginden fakire, iktidara oy verenden muhalefeti seçene; polis ne iktidarın polisidir, ne devletin polisidir, hukuk ne diyorsa polisimiz de onu izler, polisimiz, hukukun polisidir diyemiyoruz. Bizim devletimiz de kanun devleti değil hukuk devletidir diye düşünemiyoruz.

İlk aklımıza gelen:

İktidarın polisi.

İkinci akla gelen:

Devletin polisi.

Niçin?

Eski Yargıtay Birinci Başkanı ve Hukuk Profesörü Sami Selçuk, geçen hafta “Yeni Anayasa’da olması gereken üç nokta” başlıklı bir değerli yazı yazdı. Bu yazıda şu cümlelere yer verdi; “İnsan (birey) devlet için değil, devlet ve bütün hukuk insan (birey) içindir. Devletin varlık nedeni bireyi olabildiğince özgürleştirmek ve onun kendisini yaratmasına hizmet etmektir... Bir toplumun insanlarında daha doğarken “hak ve özgürlük bilinci” yaratmak kolay değildir. Ülkemizde “hak ve özgürlük bilincinin” ilkin yönetenlerde bulunması gerekir. En yüksek koltukta oturan siyasetçisinden valisine, kaymakamına dek bu bilincin halkımızda eksik olduğu açıktır. Böyle bir bilinç hakkını kullananda ve yönetende olsaydı, 8 Mart Kadınlar Günü’nde doğuştan gösteri yapma, düşüncelerini dış dünyaya yansıtma hakkını kullanan kadınlara “emir kulu” kolluk güçleri engel olabilir miydi?

Olamazdı.

Böyle bir bilinç olsaydı, devletin valisi kolluk güçlerine “zor kullanın, bunları dağıtıp yürüyüş yapmalarını engelleyin” diyebilir miydi?

Diyemezdi.

Çünkü devletin, valinin, kaymakamın temel görevi gösteri yürüyüşünü engellemek değil, bu hakların sağlıklı biçimde kullanılmasını sağlamaktır.”

★★★

Adana’da başı türbanlı kadın polis, başı türbanlı sivil kadına vuruyor, vuruyor, öldüresiye vuruyordu. İktidarı destekleyen yazarların bile aklına ilk gelen; “iktidarın türbanlı polisi, iktidara oy veren türbanlı sivili copladı, biz bu günleri görmek için mi türbanı savunduk” oldu.

Ne coplayan da...

Ne coplanan da...

Ne emir veren de...

Ne emir alan da...

Ne seyreden de...

Ne oturup yazan da henüz hak ve özgürlük bilinci vardı.