Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Irak’a yönelik sınır ötesi operasyonları ve Suriye’deki gelişmeleri bu sözlerle değerlendirdi


Türkiye Kurban Bayramı’nı kutlarken, Pençe Kilit Operasyonu’ndan şehit haberleri geliyor, şehit aileleri yürek yangınıyla boğuşuyor. Ahmet Yavuz’a göre PKK ile mücadelede esas olan Türkiye’nin Irak’ın ve Suriye’nin bütünlüğünü sağlayacak adımlar atması


Sevgili okurlar, bayramınızı en iyi dileklerle kutluyor, Kurban Bayramı’nın milyonlarca hayvanın 3 gün içinde ve çoğu kez ehil olmayan ve kendini bile kesen kişiler tarafından acı çekerek, kovalanarak kurban edilmesi yerine yoksul ailelere veya yardım derneklerine bağış yapılarak kutlandığı günlerin gelmesini diliyorum. Türkiye Kurban Bayramı’nı kutluyor ama şehit ailelerinin bayramı yok, bundan sonra da olmayacak. Son olarak Pençe-Kilit Operasyonu’nda 3 genç uzman çavuş şehit oldu, nur içinde yatsınlar. Pençe Kilit Operasyonu’nun başladığı Nisan ayından beri arka arkaya şehitler veriyoruz ve bu operasyon bitince Suriye’ye operasyon başlatılacağı haberi de verildi. Peki, ne zamana kadar? Daha kaç ay, kaç yıl Suriye ve Irak’la uğraşacağımızı ve savaş havasından çıkamayacağımızı benim gibi milyonlarca vatandaşımız merak ediyor. Bunları, 28 Şubat’ı, mültecileri ve cevabı konuşulmayan birçok konuyu Güneydoğu’da uzun yıllar görev yapmış olan Emekli Tümgeneral Sayın Ahmet Yavuz’la konuştum.

Ahmet Yavuz, Kara Harp Okulu’ndan sonra 1991’de Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni, 1995’te Fransa Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni bitirmiş, 2001’de Tuğgeneral, 2005’te Tümgeneral olmuştur. Diğer bölgelerde yaptığı görevlerin yanında 1995-97 arası o dönem Siirt’e bağlı olan Şırnak’ta tabur komutanı ve tugay kurmay başkanı olarak, 2005-2007 arasında Sınır Tümen Komutanı olarak görev yapmıştır. Yavuz, Balyoz kumpasıyla 2010 yılında tutuklanmış, 2012’de emekli edilmiş, AYM’nin 18 yıl hapis cezasını bozmasıyla cezaevinde 3 yıl kaldıktan sonra beraat etmiştir.


 “BUGÜN YAŞANANLAR 2011’DE ATILAN BÜYÜK YANLIŞ ADIMIN SONUCUDUR!”

PKK terörü 2000,2002 yıllarında bitme noktasına gelmiş, örgüt zayıflamıştı. Sonra yeniden güçlenmeye başladı, Türkiye içinde varlığını sürdürdüğü gibi şimdi bir de güney sınırımız boyunca alan oluşturdular. Bugünlerde çözüm sürecinin ne kadar iyi bir girişim olduğu bazı televizyon tartışmalarında tekrarlanıyor, oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan “PKK’ya inandık, o süreçte silah ve militan topladılar” demişti. Şimdi Irak’a yapılan Pençe-Kilit Operasyonu’nda Nisan 2002’de başladığı günden beri şehitler veriyoruz. Bu ne zamana kadar, daha kaç yıl sürer?

Öncelikle şunu ifade edeyim, bugün Suriye bağlamında yaşananlar 2011 yılında atılan büyük bir yanlış adımın sonucudur. O yanlış adım şuydu; Amerika Birleşik Devletleri ve Batı’yla birlikte Irak’ta nasıl Saddam rejimi değiştirildiyse Suriye’de de Esad rejimi değiştirilecekti ve AKP de kendisine Suriye’de bir arka bahçe bulacağını ümit etti, bu işin de kısa sürede olacağını öngördüler ama hiç de öyle olmadı, bu çok yanlış bir şeydi, çünkü Suriye’nin güvenliği aynı zamanda Türkiye’nin güvenliğiydi. Önce sığınmacılar konusuyla gündeme geldi, daha sonra ABD’nin biraz da kullanmasıyla IŞİD terörü bölgede egemen oldu, daha sonra IŞİD’le mücadele başladı ve Kuzey Irak’tan Akdeniz’e doğru bir koridor yaratılması tehlikesi ortaya çıktı. Aslında o tehlike çok daha önce ortaya çıkmıştı ama AKP iktidarı bunu çok geç fark etti ve 2016’da ilk defa doğru bir şey yaptılar ama siyasi maksadınız yanlış olunca daha sonra yapılan doğru şeyler de doğru maksada hizmet etmemiş oldu. Dolayısıyla, Suriye’de AKP Esad’ı düşman olarak gördüğü sürece orada istikrarı sağlamak en azından kendi bölgemizde ve Fırat’ın doğusunda mümkün görünmüyor.

Kuzey Irak’a gelince, orada bir PKK yapılanması var, bölgeye yapılan operasyonlar doğru, tabii her askeri operasyonun bir maliyeti var, bu maliyetin içerisinde maalesef canlarımız da var, şehitler de bu işin bir sonucudur.

PKK AÇILIM MASALLARIYLA BİZİ UYUTURKEN SURİYE’DE ÖRGÜTLENDİ!

Ama bu operasyonlar da yıllar süren Kandil operasyonlarına benzedi, yıllarca “girdik, giriyoruz, inlerini yerle bir ettik” açıklamaları yapıldı, Kandil hala duruyor, buraya da operasyon yapılırken bir yandan da Barzani ile dost gibi görünüyorlar. Oysa dönemin Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’nin girişimiyle yapılan Duhok Anlaşması sırasında da açıkça “bölgedeki Kürt askeri güçlerinin saldırılara karşı YPG ile birlikte çalışacağı” sonucu çıkmış, Barzani “Birimizin başarısı hepimizin başarısı” demişti. Şimdi madem IKBY İle dostuz, PKK/YPG/PYD sorununun çözümü için neden hiç yardımcı olmuyor?

Bunun biraz önce sorduğunuz açılım sorusuyla da bağlantısı var, AKP hükümetinin yaptığı açılım bir büyük hataydı, yanlış yaptılar ve teröristle pazarlığa giriştiler, terör örgütleriyle pazarlık olmaz, dişe diş mücadele olur. Bu mücadele hukuk içerisinde olur ve bölge halkıyla da gönül bağı yüksek tutulur. Dolayısıyla, burada böyle bir hata oldu, bunun sonucu olarak Barzani’yle ilişkiler de bu çerçevede yürütüldü, çünkü orada da başka bir hata yapıldı, Irak Merkezi Yönetimi bu süreçte ihmal edildi. Yani, Barzani ile ilişkilerin üst düzeyde iyi olduğu ortamda merkezi yönetimle ilişkiler tehlikeli hale geldi. Ancak biliyorsunuz Kuzey Irak’ta bir referandum yapılınca anladılar ki iş daha farklı hale geldi, açılımla ve bununla beraber şunu da dikkatinize sunmak isterim; PKK artık yurt içinde kırsal kesimde etkili olma kabiliyetini önemli ölçüde kaybetti, bunda İHA’ların (insansız hava aracı) ve SİHA’ların (silahlı insansız hava aracı) çok önemli rolü var, o yüzden PKK önceliği Suriye’ye verdi, Suriye’de açılım masallarıyla bizi uyuturken Suriye’de örgütlendi ve bugün gelinen noktada onlar üzerinde çok fazla etkili olamıyoruz çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nin himayesine girmiş vaziyetteler.

IRAK’TA BARZANİ PKK İLE SAVAŞMAZ

Irak’taki durum da benzer, Irak’ta hiçbir zaman Barzani PKK ile savaşmaz, kendisine doğrudan bir etkisi olmadığı takdirde böyle bir savaşın içerisine girmez. Elbette geçmişte Barzani’nin Türk ordusuyla yaptığı operasyonlar var ama bunlar mevzi başarılar sağladı, bizim esas politikamız Irak’ın ve Suriye’nin bütünlüğünü sağlayacak adımlar atmak şeklinde olmalı, bunun dışındaki politikaların kısa vadeli bazı getirileri olsa bile uzun vadede Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor, dolayısıyla Barzani’den PKK’ya karşı mücadele etmesini beklemek fazla iyimserlik olur.  

Demek ki onları birlik olarak görmek lazım, o zaman da onunla dostluk havası yaratmak son derece gereksiz.

Küçük çıkarlar büyük çıkarı engelliyorsa doğru bir çıkar değildir, öyle bakmak gerekir.

Peki, Irak’a Suriye’ye operasyon diyoruz da orada bu koridor şeklindeki devletin kurulması için sadece ABD değil, Rusya da gayret gösteriyor, hava koruması olmadan askerlerimiz terör örgütünün önüne gönderiliyor, bunu askeri açıdan nasıl görüyorsunuz?

Şöyle bakmamız gerekiyor, Amerika ile Rusya’nın bölgedeki politikaları aynı değil, elbette Rusya da oradaki PYD ve benzerleriyle görüşme halinde ama Rusya’nın ana bakış açısını belirleyen Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlamak. Orada onların varlıklarını o bütünlük içerisinde özerk bir yapı olarak belki tahayyül edebiliyor ki biliyorsunuz Rusya’nın içinde birçok özerk yapı var, ABD’nin bölgede o yapıyı kullanmasının maksadı Suriye’nin parçalanması istikametinde bir adımdır, dolayısıyla Suriye’deki politikaları çerçevesinde ABD ve Rusya’nın politikaları ve işlevleri aynı değil ama tabii ki Türkiye 2011 yılında Amerika’yla birlikte Suriye’de harekat yapmak ve oranın yönetimini değiştirmek niyetiyle hareket etmemiş olsaydı, Suriye yönetiminin yanında durmuş olsaydı bugün Rusya da orada olmayacaktı. Dolayısıyla 2011’de atılan adım bütünüyle yanlış bir adımdır, hem Rusya’yı hem ABD’yi Suriye topraklarında egemenliği paylaşır hale getirmiştir, bu Türkiye’nin hatasıdır.

Sonuçta bugün Esad ABD ve Rusya’nın Suriye’de bulunmasına izin veriyor, Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili olmasına rağmen ona vermiyor.

Hayır, Esad Amerika’ya izin vermiyor, mecbur kaldığı için Rusya’yı 2015 yılında ülkesine davet etti ve bu çerçevede Rusya olaya müdahil oldu, esas Amerika’nın projesi ve Türkiye’nin de katkısıyla bu proje yürürken Esad mecbur kaldığı için önce İran’ın desteği geldi, o yetmedi, Rusya’dan resmi talepte bulundu. Resmi talebin sonucu olarak Rusya orada bulunuyor, yani Amerika’nın Suriye’deki varlığı gayrimeşru, Rusya’nın varlığı hukuki anlamda meşru.

RUSYA, TÜRKİYE’Yİ KAYBETMEK İSTEMİYOR 

Şimdi Rusya “Türkiye, Suriye topraklarına girmesin” diyor ama PKK Rusya’da da kendi ülkesi gibi faaliyet gösteriyor, ofis açıyor.

Her ülkenin kendi çıkarı var, her ülke çevre ülkelerle yan yana gelerek kendi çıkarını optimize ediyor, Rusya Türkiye’yi kaybetmek istemiyor, mesela bugün Ukrayna-Rusya savaşında Türkiye’nin ambargoya katılmaması Rusya için büyük imkan ama tabii ki geçmişten gelen bağları var ve onları da kendi istikametinde kullanmak istiyor. Dolayısıyla, uluslararası ilişkilerde tam bir uyum, çemberlerin üst üste geldiği bir durum söz konusu değildir, herkesin çıkarı yanındakiyle çatışıyorsa çemberler açılır, uzlaşma oluyorsa çemberler daralır, üst üste gelir, Rusya’yla Türkiye arasında yaşanan ilişki bu.

TÜRKİYE’NİN YAPMASI GEREKEN ŞEY ESAD REJİMİYLE ANLAŞMAK

Türkiye’nin yakın bir gelecekte Suriye ve Irak’ta başarı kazanması ve sınırımızda bir PKK devleti kurulmasını önlemek için ciddi bir gelişme sağlaması mümkün mü?

Türkiye’nin yapması gereken Suriye’de farklı, Irak’ta farklı. Şu andaki askeri pozisyon itibarıyla Suriye’de yaptıkları Suriye’nin bölünmesine hizmet ediyor. Türkiye’nin Suriye’de yapması gereken şey Esad rejimiyle anlaşması. Hemen askerlerini çekmesi mümkün değil ama o anlaşma çerçevesinde sığınmacıları Suriye’ye göndermesi, çünkü bu işin bir de sığınmacı boyutu var. Irak’ta ise Barzani’nin de kontrol edemediği; Kandil’de ve uzanımı bölgesinde bizim sınırlarımızın yakınında PKK varlığı var ve Türkiye’nin o bölgeye yaptığı operasyonlar bence doğru operasyonlar, orada onların kalıcılaşmasını engellemek maksadıyla yapılıyor ama Suriye’deki operasyonun maksadı mümkün olduğunca o bölgeyi kontrolünde tutmak ve Suriye’nin parçalanmasını, rejim değişimini kolaylaştırmak maksadıyla olduğu için Türkiye’nin çıkarlarına değil.

Aynı zamanda sınırımızda bir PKK devleti kurulmasını önlemek için değil mi? Sınırlarımız güvencede değil, Yunanistan kuş uçurtmuyor, bizim sınırlar açık.

Bütün mesele Suriye’ye ilişkin ana politikadaki yanlışlıktan kaynaklı, yoksa Türkiye sınırlarını koruyor, elbette Türkiye’nin Suriye, Irak hatta İran sınırı Yunanistan-Türkiye sınırı gibi değil, o sınır ağırlıklı olarak Meriç Nehri’ne dayanır, sadece Karaağaç bölgesinde dar bir alanda kara sınırı vardır,  dolayısıyla o bölgenin savunulması daha kolaydır, AB’den ABD’den de destek alıyorlar, tamamen Türkiye’ye karşı geniş bir cephe oluşturdular ama Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırları çok farklıdır, orada sınır güvenlik sistemiyle ilgili yapılan birçok doğru iş var ama bizim son zamanlardaki politikamız sınırları açmak şeklinde olduğu için mesele sınır güvenliğinin ötesinde başka bir boyut taşıyor. İran sınırından Afganlar nasıl geldi, o zaman sınırı açtılar, sınırlar kevgir olduğu için geçilmedi, irade gösterilmediği, yanlış bir politikayla, ulusal çıkarlara aykırı bir politikayla sınırlar açıldığı için geldiler. Açılım döneminde de açtılar. Bu yapılmasa sınırlarda çok sayıda askerimiz gece gündüz nöbet tutuyor, kimse elini kolunu sallayarak geçemez.

ARAP NÜFUSU ARTIŞI VAR, BU GELECEK İÇİN TEHLİKE!

İran sınırından giren Afganların sayısı o kadar çok ki artık “Türkiye’de Suriyelileri istemiyoruz” diyorlar, Türkiye’yi aralarında paylaşamıyorlar.

Zaten bu konuda bir çözüm bulunmazsa ve böyle devam ederse biz kendi memleketimizde yabancı olacağız. Onlarda nüfus artışı yüksek, bizde düşük ve bölgelere kanalize olmuş durumdalar. Şu anda Antep’te, Kilis’te, Urfa’da, Hatay’da olağanüstü bir Arap nüfus artışı var ve bu gelecek için tehlike.

“Lübnan Göç Bakanı 15 bin Suriyeliyi memleketine gönderecek planı Birleşmiş Milletler’e sundu” haberi çıktı. “Suriyelilerin savaşın bittiği bölgelere dönmemesi kabul edilemez” demişler. Biz neden 10 milyona yakın sığınmacı için yapamıyoruz?

Çünkü bizim politikamız Suriye’de Esad rejimini değiştirmeye yönelik, Lübnan’ın böyle bir politikası yok, gelen sığınmacıyı mecbur kaldığı için aldı, şimdi geri göndermek istiyor. Aslında bizim yapmamız gerekeni Lübnan yapıyor. Bizim yapmamız için iktidarın değişmesi lazım.

Sınırımızda bir devlet kurulmasının önlenmesi için Suriye’nin kuzeyine 2016, 2018 ve 2019’da yapılan 3 büyük operasyon doğru ama sizin siyasi maksadınız yanlış olunca askeri operasyonlar geçici şeyler sağlıyor, esas mesele Suriye’nin bölünmesini engellemek olmalı. Biz< kuzeyde PKK varlığını önemli ölçüde engelledik, PKK ne yaptı, daha güneye gitti, varlığını sürdürüyor, o zaman sizin ne yapmanız gerekiyor, onun müstakil bir varlık olmasını engellemeniz gerekiyor, bunu sadece kuzeyde asker bulundurarak ya da operasyon yaparak sağlayamazsınız, ancak Suriye’nin siyasi birliğini, toprak bütünlüğünü temin ederseniz sağlayabilirsiniz. Dolayısıyla gücünüzü Suriye devletiyle de birleştirmeniz gerekiyor, mesele burada düğümleniyor.

ESAD’LA ANLAŞMADIĞIMIZ İÇİN YAPTIKLARIMIZ ZAMAN KAYBETTİRİYOR

Şimdi PKK/PYD ile Esad birlikte hareket edecek şeklinde haberler de çıkıyor.

Bunlar doğru haberler değil, Esad rejimine tehlike iki yerden geliyor; 1- Amerika’nın koruması altındaki PYD’den geliyor, çünkü onun kontrol ettiği alanlara Esad ordusu giremiyor, 2- Bizim kontrol ettiğimiz alanlarda Suriye Milli Ordusu diye bir ordu kurduk, oralara Esad ordusuyla giremiyor. Eğer Suriye’deki PKK “Biz birlikte hareket edeceğiz” diye bir şey söylediyse bu taktik bir işbirliğidir, bizim stratejik olanlarına bakmamız gerekir.

Suriye’de o yapılanmanın kuzeyde oluşmasına engel olurken doğru bir şey yapıyoruz ama güneyde varlığını sürdürdüğü ve Esad’la işbirliği yapmadığımız için yaptıklarımız sadece geçici bir başarı oluyor. Zaman mı kazandırıyor, zaman mı kaybettiriyor, o ayrı bir tartışma konusu çünkü çok emek veriliyor, içerde sığınmacılar var, onların kendi ülkelerine gitmesi önemli ölçüde Esad’la uzlaşmasına bağlı ama Türkiye bunu yapmıyor.

TÜRKİYE BAYRAM KUTLUYOR AMA ŞEHİT AİLELERİ AĞLIYOR!

Türkiye bayram kutluyor ama şehitlerimizin aileleri için bayram değil, onlar ağlıyorlar. Gelişmelere bakılırsa şehit vermeye devam edeceğiz ve bunu da 2011’deki yanlışa bağlıyorsunuz. O yanlış yapılmasaydı bunlar yaşanmayacaktı diyorsunuz.

Evet çok şehit verdik, sadece 2020 Şubat operasyonunda 33 şehit verdik, hava sahasını yeteri kadar kontrol edemediğimiz için askerlerimiz Rus uçağı tarafından vuruldu biliyorsunuz. Şu anda Irak’ta hava sahası kontrolünde çok problem yaşamıyoruz ama Suriye’de Ruslar kontrol ediyor hava sahasını, dolayısıyla orada sorunumuz var.

İDLİB’DE HAVA SAHASI KONTROL EDİLMEDEN YAPILAN OPERASYONUN BEDELİNİ ÇOK AĞIR ÖDEDİK

“Suriye’ye operasyon başladı, başlayacak” dendi, bu şartlarda o da yanlış olmayacak mı?

Herhalde o operasyonu Rusya’yla tam olarak uyum sağladıktan sonra yapmayı öngörüyorlardır, çünkü İdlib bölgesinde hava sahası kontrol edilmeden yapılan operasyonun bedelini ağır şekilde ödedik. Irak’ta Irak devletiyle ilişkileri üst düzeyde geliştirilmek ve Barzani’yle ilişki düzeyinden kurtarmak, Suriye’de ise Suriye yönetimi ve Rusya ile anlaşmak gerekiyor.

Finlandiya ve İsvaç’le YPG/PKK konusunda anlaşma imzalandığının ertesi günü iki ülke de “YPG terör örgütü değildir” dedi. Sizce NATO’ya girmeleri konusunda Türkiye’nin ne yapacağını tahmin ediyorsunuz?

“PKK terör örgütüdür” diyorlar, ne değişiyor NATO’da, bir şey değişiyor mu? Bir şeyi veto edebilmeniz için her bakımdan çok güçlü olmanız lazım, uluslararası ilişkiler güç meselesidir. İsveç ve Finalndiya teröre destek veriyor diye NATO üyeliğini engelledik diyelim ki, ABD NATO’nun içinde onu nasıl engelleyeceksiniz? Meseleyi doğru koymak gerekiyor, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girişini engellemenin mümkün olmayacağını Erdoğan da biliyordu ama iç kamuoyuna ve elindeki kozu da iyi kullanmak adına sesini yükseltti.

BUGÜN 28 ŞUBAT MAĞDURLARI VARSA HAPİSTE YATAN 14 GENERAL VE AMİRALDİR!

28 Şubat mağdurları diye tekrarlanıyor, Balyoz-Ergenekon mağdurları neden konuşulmuyor, siz 3,5 yıl cezaevinde kaldınız, mağdur oldunuz, tazminat aldınız mı?

Çok az kişi tazminat aldı ve verilen tazminatların da bu ekonomik koşullarda bir değeri kalmadı. Ben kendimi mağdur olarak görmüyorum, mağdur olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletidir. Balyoz sayesinde ülkeyi farklı bir noktaya getirdiler, bütün bu Suriye politikası, açılım politikası, FETÖ politikası hepsi Balyoz ve Ergenekon davalarının himayesi altında gerçekleştirilen adımlardı. Bugün 28 Şubat mağdurları varsa hapiste yatan 14 general ve yargılaması devam eden arkadaşlarımızdır. 28 Şubat’ta mağdur olanların hepsinin mağduriyeti giderildi, Silahlı Kuvvetler’den çeşitli tarikat ve cemaatlere üye olduğu için atılanların tamamına kaybolan rütbelerini ve paralarını verdiler, bütün mağdurluklarını giderdiler.

28 Şubat’ta TSK’dan atılanların tamamı ya bir tarikat, ya bir cemaat üyesiydi, kimse kendini saklamasın, gizlemesin, tarikat cemaat orduda olmaz, çünkü tarikat ve cemaatin orduda olmasının ne anlama geldiğini 15 Temmuz’da gördük. Bir asker kendi komutanından emir alır ama bir tarikat mensubu kendi amiri dışında bir başka merkezden emir alabilir, dolayısıyla tarikat ve cemaat yapıları ordularda kabul edilebilecek bir şey değildir. Şu anda 28 Şubat’ın mağdurları hapiste yatan 14 general ve amiraldir, başka da mağduru yok çünkü onlar da hukuksuz ve gayriahlaki bir şekilde yargılanmıştır, bu çok açık ve nettir.

28 Şubat Davası'nda ömür boyu hapse mahkum edilen emekli Orgeneral Çetin Doğan (81) 19 Ağustos 2021'den bu yana Buca Cezaevi'nde hapis yatıyor.


ERBAKAN 28 ŞUBAT’LA İLGİLİ SORUYA “HAYIR, KİMSE BİZİ ZORLAMADI” CEVABINI VERMİŞTİ!

Bayramı onlar da hapiste geçiriyorlar oysa 28 Şubat’ın darbe olmadığını dönemin siyasetçileri, hukukçular ve siyaset bilimciler anlattı, MGK bildirisinin altında hükümetin imzası var, hükümet göreve devam etmiş ama buna rağmen generallerin yıllar sonra hapsedilmesi büyük hukuksuzluk ama engellenemiyor.

Siyasi iktidar arkasında durduğu için engellenemiyor, hukuk siyasetin emrine girmiş vaziyette. Dolayısıyla bu tür kararları veriyorlar, bu kararlar siyasi iktidarların ömrüyle sınırlıdır. Rahmetli Erbakan kendisiyle ilgili sorulan soruya “Hayır, kimse bizi zorlamadı” demiştir, zaten 28 Şubat toplantısı 97’nin 28 Şubat’ında, iktidarın istifa edip Cumhurbaşkanı’na “Başbakan Yardımcısı başbakan olacak” diye müracaatı ise Haziran 1997’dir arada o kadar zaman farkı var.

Her şeye yasak var ama silaha yok, herkes birbirini vuruyor, hatta bir cinnet dönemi yaşanıyor gibi bir gün içinde çok sayıda insan öldürülüyor, bir doktor ve avukatı da kaybettik. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bence silahlar yasaklanmalı, devlet görevlileri dışında kimsenin silah taşımaması lazım. Hükümet de görüyor ama neden yasaklamadıklarını onlara sormak lazım. 15 Temmuz’dan sonra kendilerini tehlikede mi görüyor, yine böyle bir durumla karşılaşacağını varsayarak mı yasaklamıyor onu bilemiyorum.

ŞEHİR İÇİNDEKİ KIŞLA ALANLARI DA TALAN EDİLİYOR!”

Daha önce askeri alanlar yeşil alan olarak kalıyordu, şimdi onları da imara açtılar, yüzbinlerce metrekarelik alanlara yüksek binalar, rezidanslar yapılacak. Neden daha önce yasaklanmıştı ve şimdi imara açılıyor, “İstanbul’a ihanet ettik” derken bunun yapılmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Bu haberler, şehir içinde kalan kışlaların yeşil alan olarak tutulmak yerine bir anlamda talan edildiğini anlatıyor. Ekonomi inşaata dayalı olarak ayakta tutulduğu için bunu da yadırgamadım ama ülkemizin yeşil alanları adına içim yanıyor. Verilen sözler günü kurtarmak için, gözeten, denetleyen bir sistem olmadığı için sözler günün gereklerini karşılamak için veriliyor ve üstüne yatılıyor maalesef. Şehirler içinde askeri birliklerin bulunmasından yana bir insan değilim ama askeri birlikleri şehirlerin dışına çıkarıp arazileri imara açtığınızda bu kadar deprem tehlikesi olan bir şehirde yarın bir depremle, doğal afetle karşılaştığınızda, yollar kapandığında insanlara nasıl yardım edecek, hangi birliği nereden getireceksiniz, bir de bu yanı var, hoşumuza gitmese de askeri birlikleri şehirlerde muhafaza edelim diyorum.