Ukrayna ve Rusya heyetlerini, Dolmabahçe Sarayı’nın eski mutfağında bir araya getirmenin Türkiye’ye ‘dış politika imtiyazı” sağlamayacağını söyleyen Cindoruk, “Rusya’ya bir-iki ekonomik yaptırım uygulanmalıydı. Sıkıntıya düşebiliriz” dedi.


Sevgili okurlar, dün TBMM 17’nci Dönem Başkanı ve DYP eski Genel Başkanı, Hukukçu Sayın Hüsamettin Cindoruk’la yaptığım ve Türkiye’nin gündemindeki önemli olayları benzersiz deneyimiyle irdelediği röportajın birinci kısmını sizlere sunmuştum. Bu röportaj, büyük bir kısmı kesilemeyecek kadar önemli açıklamalar ve yorumlar içerdiği ve normal sınırımızın çok üstünde bir uzunlukta olduğu için bugün geri kalan bölümü yayımlıyoruz. Yine ilgiyle okuyacağınıza eminim.

■ Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’le Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi İstanbul’da bir araya getirmeye çalışıyor, bu ona “küresel lider” imajı kazandırır ve seçim açısından iyi bir fırsat olur mu?

Türkiye’nin meselesi arabuluculuk değil. Türkiye arsa gösteriyor, Dolmabahçe Sarayı’nda bir müştemilat gösteriyor “Gelin burada konuşun” diyor, bu Türkiye’ye ne imtiyaz sağlar?

■ Anlayamadım, Rusya-Ukrayna heyetleri müştemilatta mı toplandı?

Ben Meclis Başkanı olduğum zaman bugünkü toplantının yapıldığı yer Dolmabahçe’nin mutfağıydı, harap bir yerdi. Bir proje hazırladık ve orayı İstanbul milletvekilleri ve İstanbul’a gelecek milletvekilleri için bir ofis haline getirdik. Sonra Cumhurbaşkanı Milli Saraylar Dairesi’ni Meclis’ten aldı, el koydu ve oraya hükümeti getirdi. Bu ofiste bir salonu arabuluculuk yapmak için tahsis etmeniz size dış politikada bir imtiyaz sağlamaz, insancıl hadisedir. Taraflar konuşacak bir yer arıyorlar, tarafsız bir ülke olarak onlara bir yer tahsis ediyorsunuz. Acaba bu tarafsızlık Türkiye politikası olarak Türkiye’ye kar getirir mi? Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek istiyor, adaylığı konusunda zaten sıkıntısı var,  NATO’nun üyesi ve Amerika ile de stratejik ortak. Onların yaptırımlarına katılmadı, yarın bu savaş bittikten sonra onlar dönüp bizden “Ekonomik yaptırımlara neden katılmadınız, müttefiklerinizin verdiği kararlara uymadınız” diye hesap sorarlar mı, sorarlar. Bana sorarsanız devletler hukuku açısından Türkiye’yi sıkıntıya düşürür. Rusya’ya bir iki yaptırım uygulamak doğru olurdu.

■ Kendi eski danışmanı bile Putin’in ancak yaptırımla durdurulabileceğini söylüyor ve bizim ekonomik açıdan Rusya’ya ihtiyacımız var, yaptırım uygulasak ve bizimle ticareti tamamen kesse ne yapacağız?

Bankalarıyla ilgili yaptırım olabilirdi, inanın Putin buna karşı hiçbir şey yapamaz. Rusya’nın Türkiye’ye ihtiyacı, bizim ona olan ihtiyacımızdan daha fazla. Ve Rusya dikkat ederseniz kendisine yaptırım uygulayan ülkelere bile gazı kesmedi, gazı petrolü ne yapacak, cebine mi koyacak? Satıp para almak ihtiyacında. “Bana dolar olarak ödeyemezsiniz, benim paramla ödersiniz” dedi, diyebildiği bu. Rusya çok haksız, Putin çok sıkıntıda, bu sıkıntıları paylaşmamıza gerek yok, burada tarafsızlık yanlış olmuştur ama bunu söylemek Türkiye’de cesaret istediği için söyleyemiyorlar. “Arka kapı politikası” diye bir şey vardır, bunu yaparsınız, müzakere edersiniz ama hiç olmazsa birkaç yaptırım uygulamakta fayda var, özellikle Rus bankalarıyla ilgili. Şimdi bunu bilgi olarak söylüyorum, savaş bittiği zaman Türkiye sıkıntıya düşebilir. Yani burada arabuluculuk için salon verdim diyerek işin içinden çıkamayız. Bunu yapmak bir insanlık görevi, Karadeniz’e komşu iki ülkeyi bir araya getirmişsiniz, o değil olay Türkiye daha stratejik bir politika güdebilirdi ve bunu Dışişleri Bakanlığı daha iyi formüllerle çözebilirdi.


Cumhuriyet çöküyor temel meselemiz bu


■ Ekonomistler devamlı uyarıyor, halkın tüm kesimleri sıkıntı içinde, çiftçinin elektriği kesiliyor, gıda maddelerine ve tüm ürünlere her gün gelen zamlar dayanma sınırını aştı ama Orman Bakanı “Bu ülkede aç ve açıkta hiç kimse yok” diyor, Devlet Bahçeli “Hayat pahalılığı geçici” diyor. Acaba iktidarda olunca gerçekler görünmüyor mu?

DOMATESİ TANEYLE ALAN ADAM İNANMAZ

Muhalefetin söylediği, halkın hissettiği sıkıntıların hepsi doğrudur ama Türkiye’nin temel meselesi Cumhuriyet çözülmüştür, Cumhuriyet çöküyor. Muhalefetin de bizlerin de her meseleyi bırakıp “Bu devleti nasıl kurtaracağız” sorusuna çözüm araması gerekiyor. Türkiye’nin içinde ve sınırlarında ciddi sorunlar var ve siyasi kalitesi, devlet organları tartışmalı bir ülke halindeyiz. Kabine diye bakanlar kurulu topluyor, oysa getirdikleri sistemde böyle bir kurul mevcut değil ve Anayasa’yı ihlal ediyor. Bugünkü bakanlar gerçek bakan değil ve sık sık değişiyorlar ama diğer tarafta halk da gördüğüne inanır. Kendisi açken siz “Tenceren dolu” derseniz inanır mı adam? Domatesi taneyle alan adam bu sistemin yürüyeceğine inanır mı, inanmaz. Kesinlikle halkın fikri bu, halk oyunu kullanacak, sırasını bekliyor. Ama şuna inandıracaksınız; bundan kötüsü gelmeyecek, bundan iyisi gelecek.

Suriye’de Ruslarla devriye geziyorduk, ne oldu devriye?


■ “Türkiye’nin tarafsızlık politikası iyi oldu” deniyor ama…

Böyle düşündüğümüz için yanılıyoruz, siyaset uzağı görmektir, öngörmektir. 5 milyon Suriyeli’nin Türkiye’ye gelmesi bir öngörü hatasıdır, Suriye devlet başkanıyla ihtilafa düştüğünüz zaman böyle sonuçlar çıkacağını öngörmeniz lazım. Öngörülebilir şeyleri görmüyorsanız o siyasi hatadır, devlet hatasıdır, siyasi hatayla Türkiye’nin başını derde sokma hakkınız yok ki. Suriye’de Ruslarla devriye geziyorduk, ne oldu devriye? Bugün orada PYD devleti kuruluyor. Demek ki Rusya da onaylamış. Dışişleri Bakanımızın babası Osman Çavuşoğlu Doğru Yol Partisi’nde Antalya’nın bir ilçesinde benim belediye başkanımdı, Mevlut Çavuşoğlu da gençlik kollarından gelmiştir, sevdiğim bir insandır. Ama Dışişleri mensubu değil, dış politika kariyeri yok. “İyi dil biliyordu, ondan bakan yapıldı” diyorlar, ben de “O zaman tercümanlık yapsın” diyorum. Türkiye’de hemen herkes dil biliyor, uzmanlık çok önemlidir. Dışişleri Bakanlığı’nın Türk dış işlerine el koymasını tavsiye ediyorum, çok değerli Dışişleri mensupları var, ben de çalıştım, çok değerli büyükelçiler var.

Şimdiden cumhurbaşkanı adayının ismi açıklanmaz


■ Cumhurbaşkanı Erdoğan da aday olacağını söylemedi ama Millet İttifakı devamlı olarak “cumhurbaşkanı adayınız kim” diye sıkıştırılıyor, Kemal Kılıçdaroğlu ile iki belediye başkanı karşı karşıya getirilmek isteniyor. Ekrem İmamoğlu da, Mansur Yavaş da “Biz belediye başkanı olarak görevimize devam edeceğiz” açıklaması yaptılar ama bitmek bilmiyor. Seçime daha aylar var, bu sıkıntıdan nasıl çıkacaklar?

Burada söylenecek tek şey var; Bizim cumhurbaşkanı adayımız Çankaya Köşkü’nde oturacak, devleti oradan temsil edecek, adayımız budur. İsmi önemli değil, bizim kurumsal olarak yapacağımız şey; cumhurbaşkanı adayımız Cumhuriyet’in temel niteliğini temsil edecek biri olacak ve Çankaya Köşkü’ne çıkacak. Atatürk, İnönü, Özal, Demirel ve önceki diğer cumhurbaşkanlarının hepsi orada oturdular, Cumhurbaşkanlığı’nı Külliye’den oraya taşıyacağız diyecekler. Şimdiden aday gösterilmez, gösterirseniz aklına esen kendi kafasına göre konuşur, başka aday gösterir, bunlara hiç gerek yok. Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun geri çekilmesi, “Biz aynı heyecanla halkımıza hizmet edeceğiz” demeleri doğru davranıştır, onların isimlerini devamlı gündemde tutarak aslında Ana Muhalefet Partisi’ni tartışma konusu yapıyor, 6 partiyi de bu konuda açıklama yapmaya zorluyorlar, bunu sürdürmeleri için ortam yaratmaktan titizlikle kaçınmak lazım.


Allah’ın kitabı varken tebliğcilere ihtiyaç yok


■ “Tebliğciler” adı altında cüppeli, takkeli, uzun sakallı bir takım gruplar çıktı ortaya, Ramazan’da restoranlara, metrobüslere girip vatandaşlara bildiriler dağıtıyor, yüksek sesle dinle ilgili uyarılar yapıyor ve halktan tepki görüyorlar. Hukuki olarak bu ifade özgürlüğü müdür, yoksa önlenmeli midir?

Dinimizi tebliğ eden Hz. Peygamber, dinimizin tebliğcilere ihtiyacı yok, İslam’ın tebliğ edilecek bölümünü  Kur’an-ı Kerim yazmış zaten, Kur’an-ı Kerim’den daha iyi mi bileceksiniz? Sizin bildiklerinizi karşınızdaki insanların bilmediğini hangi hakla düşünüyorsunuz? Allah diyor ki “Bu benim kitabımdır”, Allah’ın kitabı varken tebliğe ihtiyaç var mı? Bu yapılan kesinlikle suçtur, dini istismar suçudur ve Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı var. Bence en iyi cevabı halk veriyor. Hocaysa camide konuşsun, imam hatip okulları, ilahiyat fakültelerinde konuşsun, toplu mekanlarda bu şekilde konuşmak halka hakarettir, “siz dinsizsiniz, biz size dini öğretiyoruz” anlamı taşır, kabul edilir tarafı yok bunun.

Öyle bir otorite bolluğu içinde ki Cüneyt Çakır’ın hakemliğine son verdi


Müesseselerin yetkisi kalmamış, devlet boşalmış, bir kişi var, istediğini yapıyor. Cüneyt Çakır’ın hakemliğine nasıl son verir Cumhurbaşkanı? Cüneyt Çakır dünya çapında tanınan bir hakem, adamın hakemliğine son verdi ve İsviçre kaptı onu, şimdi İsviçre’de hakemlik yapacak. Yani, çok başarılı bir hakemin işi bile ondan soruluyor. Böyle bir otorite bolluğu içinde...

Muhalefetin, Diyanet Akademisi’ne karşı çıkması gerekiyordu


■ Diyanet Akademisi kurulmasına ilişkin kanun teklifi TBMM’de kabul edildi. Bu dini akademi ilk ve orta okullarda aktif faaliyet yürütebilecek, adeta Milli Eğitim’e paralel bir eğitim oluşturacak. Akademide eğitim gören erkeklere “askerlikten muafiyet” de getirilmiş. Hukuk ve siyaset deneyiminizle bu konuda görüşünüz nedir?

Muhalefet partilerinin karşı çıkması gerekirdi. Bu akademideki öğrencilerin askere gitmemesi anlaşılır değil, askerlik bir mükellefiyettir. Aksine din adamlarının daha fazla askere gitmesi gerekir, şehitliğin ne kadar mukaddes olduğunu kendileri söylüyorlar. Bu çelişkilerin hepsi siyasal İslam’ı başaramamış insanların sürdürdüğü gayretlerdir, sonuç çıkmaz.

■ Yılmaz Özdil, Cumhuriyet’in kuruluşundan Atatürk’ün sonsuzluğa uğurlanışına kadar geçen zamanı duyulmamış olayları da anlatarak incelediği son kitabı Anka Kuşu’nda “Diyanet’in Cumhuriyet kurulduktan sonra hutbelerinde vatan sevgisi, dürüstlük, ahlak, saygı, vicdan anlattığını” yazmış. Bugün ise Diyanet hutbelerinde bile siyaset var, siz hızlı bir değişim görmüyor musunuz?

Ben bugün olanları “içinde ukde kalmış bir siyasi iktidarın son çırpınışları” olarak görüyorum. Nafiledir, laiklik Türkiye’ye yerleşmiştir. Yakın bir gelecekte Cumhuriyet’in kurucu değerlerine döneceğini düşünüyorum. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’na dışardan, tarikatlara bağlı kişiler tayin etmek yerine kendi içinden yetişmiş alim insanların tayin edilmesi gerekir, Atatürk zamanından beri böyle yapılmıştır.