29 Ekim ve 10 Kasım günleri milyonlar Atatürk’ü andı ve Anıtkabir’i ziyaret edip saygı duruşunda bulundu.

Milli Savunma Bakanlığı Anıtkabir’e giden insan sayısının tarihi bir rekor kırdığını duyurdu.

Cumhuriyet’in 100. yılını kutlarken, halkımızın Cumhuriyet’i “Ata’nın ve silah arkadaşlarının emaneti” gibi gördüğünü bu kadar çok belli etmesi, Fidel Castro’nun “Ölümünden sonra dahi ülkesini yöneten lider” tanımını haklı çıkarır nitelikteydi.

Milyonlarca insanın, hiçbir zorlama olmadan (tersine 20 yıldır Atatürk’ü sevmenin dezavantaj olduğu, Atatürkçü insanların kamudan dışlandığı, iktidar tarafından ötekileştirilmeye, “Gardırop Atatürkçülüğü” gibi kavramlarla horlanmaya çalışıldığı bir ortamda) Atatürk’e akın etmesi, Atatürk’e duyulan sevginin ne kadar doğal ne kadar içten olduğunu gösteriyor.

★★★

Halkın genelindeki bu büyük sevginin karşısında üç tür Atatürk karşıtlığı var.

- İlki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve parti tabanının sergilediği, biraz da kıskançlık içeren pasif karşıtlık:

Erdoğan’ın “Atatürk” ismini kullanmak istememesi, devlet törenlerinde Anıtkabir ziyaretlerinin ve Atatürk heykellerinin önünde yapılan törenlerin angarya gibi görülmesi/gösterilmesi, milli bayramlarda resepsiyon gibi çağdaşlık sembolü etkinliklerin yapılmaması, devlet televizyonu TRT’nin dizilerinde Cumhuriyet dönemi yerine Osmanlı ve Selçuklu dönemini, Atatürk yerine Ertuğrul’u ve Abdülhamit Han’ı işlemesi bu pasif karşıtlığın önemli bir göstergesi.

Diğer taraftan Erdoğan’ın Anıtkabir ziyaretlerinde bir grup AK Partilinin, isim listeleri hazırlanarak ve kontrol yapılarak Anıtkabir’in orta yerinde, Atatürk ve İsmet İnönü’nün kabirleri arasında bir yerde çitle çevrili bir alana doldurulup, Erdoğan lehine slogan attırılması, Atatürk kıskançlığının dışa vurumu gibi görünüyor.

★★★

- İkincisi, 20 yıldır ülkeyi parti devletine çevirmeye çalışan AK kadroların Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını kamu kurumlarının ve eğitim sisteminin hafızasından silme, önemsizleştirme çabası:

İlk ve ortaöğretimde kitaplardan çıkarılan Atatürk detayları, okutulmayan “andımız”, Dersim ve benzeri isyanların bastırılması gibi tarihi olaylar konusunda Atatürk ve kurucu önderlerin katliamcı gibi gösterilmesi, Atatürk devrimlerinin İslam karşıtı olarak anlatılması, kamu yöneticilerin odalarında (ve milli bayramlarda kamu binalarında) küçük ve kötü Atatürk resimlerinin yanına büyük ve “fotoşoplu” Erdoğan resimlerinin asılması, Atatürkçü kamu görevlilerin başına gelen olumsuzluklar (sürgünler, mobingler), kamuya işe alımlarda yapılan mülakatlarda Atatürk karşıtlığının avantaj gibi değerlendirilmesi gibi onlarca fiili durum sayabilirim.

★★★

- Üçüncüsü aslında “karşıtlık” sözcüğüyle değil “nefret” sözcüğüyle açıklanabilecek bir durum. İktidarın arka bahçesi olan tarikatların, cemaatlerin dergahlarında büyütülen bir nefretten söz ediyorum. “Atatürk dinimizi çok zedeledi, hırpaladı”, “Cumhuriyet adı altında Avrupa’nın dinlerini getirdi”, “1000 yıllık hükümetimizi ve tarihimizi sildi attı”, “Bizi bir gecede cahil bıraktı” gibi karşılığı olmayan yalanlarla dolu klişelerle beslenen bu radikal zihinler, biraz da iktidara güvenerek Atatürk nefretini hiçbir zaman saklamıyor.

★★★

Kimse Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını, Cumhuriyet’i, Atatürk devrimlerini sevmek zorunda değil.

Bu çerçevede herkes için “Atatürk’ü sevmeme hakkı”ndan söz edilebilir.

Ancak bu hak, bir nefret ve o nefretin ürettiği hakaretlere dönüşürse durum değişir.

Atatürk’ü kalbiyle seven, Cumhuriyet’e, devrimlere ve modern Türkiye’ye bağlı, ülkenin kurucu önderlerini baş tacı yapan milyonlar, 29 Ekim’in 100. yıldönümünde yaptıkları gibi karşınıza dikilip “orada dur” der.

Atatürk’ü sevmeyenlere, hatta Atatürk’ten nefret edenlere Filistin’de yaşananlara bir bakmalarını öneririm. Yurdu, cumhuriyeti, güçlü
bir ordusu, kurumları,
sistemi olmayan bir milletin yaşadığı cehennemi görüyor musunuz?

“Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını sevmek için tek bir gerekçe söyle” diyenlere iki kelimeyle yanıt vererek bitirmek isterim:

“Emanetleri yeter!”