Şimdi öyle mi bilmiyorum ama bizim çocukluğumuzda mülki idare amirinin bulunduğu binaların girişinde “TC. Hükümet Konağı” tabelaları olurdu.

Bizim ilçede kaymakamlığın da bulunduğu o binanın kapısında “TC Susuz Hükümet Konağı” yazardı.

Çocuk aklımla o binanın önünden her geçtiğimde içeride ne olduğunu, çalışan insanların kim olduğunu ikide bir düşen hükümetlerle bir ilgisi olup olmadığını merak ederdim.

★★★

İlkokulu bitirdiğim gün, diploma fotoğrafı çektirirken öğretmenim “Deniz, senin ismin nüfus cüzdanında Yavuz yazıyor. Değiştirmezsen, yatılı okulda herkes sana Yavuz diye hitap eder. Dedene söyle, ismini değiştirin” dedi.

Eve gider gitmez ilk işim defter şeklindeki nüfus cüzdanıma bakmak oldu. Gerçekten de isim yerinde Yavuz yazıyordu ve amcam Yavuz’un üzerini çizip benzer bir kalemle Deniz yazmıştı.

Bu değişikliğin nüfus kütüğünde de olması gerekiyordu.

Hemen dedeme koştum ve o ismi hemen değiştirmemiz gerektiğini anlattım.

Dedem beni hiç kırmazdı. Hemen bir at arabasına atlayıp ‘kaza’ dediğimiz ilçe merkezine gittik.

Arabadan iner inmez içini merak ettiğim Hükümet Konağı binasına yöneldik.

Çok heyecanlıydım. Kapıdan girmeden önce elinde NUTUK tutan Atatürk heykeline baktım. Kurtuluş törenlerinde o heykelin yan tarafında şiir okumuşluğum vardı ama Hükümet Konağı benim için hâlâ gizemli bir yerdi.

Kapıdan içeri girdiğimizde mozaik beton zemin, yarıya kadar mavi, üzeri beyaz boyanmış duvarlarıyla uzun bir koridor dikkatimi çekti. Sağda solda sıra sıra kapılar, her kapıda bir “makam” ismi vardı. “Mahkeme kalemi”, “Mal Müdürü”, “Yazıişleri Müdürü”, “Mutemet”, “Milli Eğitim Müdürü” derken “Nüfus Müdürlüğü” yazan kapıdan içeri girdik.

Kaymakam Bey’in makamı biraz daha ilerideydi ve oradaki görkem biraz daha fazlaydı. Öyle herkes o koridora geçemiyordu.

Devletin gücünü Kaymakam makamının olduğu koridorda hissedebiliyordum.

Okulda idari makamları öğrenmiştik ama kitaptan okurken ya da öğretmenden dinlerken devleti temsil eden makamın görkemini bu kadar hissetmemiştim.

İşimiz hallolurken şunu fark ettim:

O binada komşularımız, başka şehirlerden gelen memurlarla, müdürlerle birlikte çalışıyordu. Çaycısı, yazıcısı, maliye memuru hep bizim ilçedendi.

Dışarıdan devletin soğuk yüzü gibi gizemli duran o binada tanıdık gerçek ve sıcak yüzler bir o yana bir bu yana koşuşturuyordu.

“Devlet”, o soğuk binada, etnik kökenine, mezhebine, siyasi görüşüne bakmaksızın çalışanlarıyla organik bir varlığa dönüşüyor ve bütün vatandaşlarına eşit mesafede duruyordu.

★★★

Geçen hafta Ankara’da bir alışveriş merkezinin önünde kurulan her tarafı Türk Bayraklarıyla kaplanmış, güçlü hoparlörlerinden komando marşlarının çalındığı o çadıra girerken de nedense TC Susuz Hükümet Konağı’na girdiğim o ilk gün geldi aklıma.

“İçeride ‘yerli ve milli’ askeri teknolojiler sergileniyor” dediler. “Bir nevi devlet sergileniyor” diyerek girdim içeri.

Üzerimizden sanal savaş uçaklarının, atak helikopterlerinin görkemli gürültüleriyle uçtuğu o dijital tünelden geçerken bizim hükümet konağının yarısı mavi yarısı beyaza boyanmış, mozaik beton zeminli o soğuk koridorunu anımsadım.

O gün o koridorda çocuk aklımla “büyük devlet” hissi yaşamıştım.

O çadırdaki dijital tünelden geçip salonda girdiğimde, ASELSAN, HAVELSAN, TAI, TUSAŞ, ROKETSAN, METEKSAN gibi şirketlerin ürettiği birbirinden teknolojik askeri malzemeleri görünce, üç boyutlu dijital gösterimleri izleyince de gururlandım.

“İşte bu” dedim. O gün 10 yaşımı dahi doldurmamışken soğuk bir koridorda hissettiğim “büyük devlet”i 50 yaşımda bir kez daha hissediyordum.

★★★

Gelin görün ki serginin sonuna geldiğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. 40 yıl önce küçük bir hükümet konağı binasında hissettiğim “güçlü devletin eşit yurttaşı” hissim, yerini gerçekten hayal kırıklığına bıraktı. Çünkü tam çıkışta kocaman bir Türkiye haritası ve üzerinde de Cumhur İttifakı Adayı Tayyip Erdoğan’ın 2023 seçimleri için kullandığı “Türkiye Yüzyılı” sloganı ve logosu yer alıyordu.

Sergilenenler, sanki 81 milyonu kucaklayan o büyük devletin yine o 81 milyonun vergileriyle ürettiği şeyler değil de son 21 yılda ülkeyi yöneten Erdoğan’ın oyuncaklarıymış gibi.

“Böylesine güzel bir sergi nasıl değersizleştirilirdi” diye sorsanız, “Siyasete alet edilerek” derdim.

İktidarın sergilediği bu siyaset tarzı, birden o muhteşem sergiyi değersizleştirdi ve 40 yıl önce bir çocukta hayranlık bırakan o kucaklayıcı devletle bugünkü parti devleti arasındaki büyük farkı da bana göstermiş oldu.

14 Mayıs’tan itibaren parti devletine veda edip o herkesi kucaklayıcı büyük devletle kavuşmak dileğiyle.