Siyah-beyaz televizyonun evlere girdiği yıllarda bir serhat şehrinde büyümenin en ilginç yanı “tek kanal mahkûmu” olmamaktı.

TRT’nin yayını yoksa ya da kesilince, karıncalı ekrana bakmak yerine hemen sağ üst köşesinde “CCCP” yazan kanala dönerdik.

Çizgi film karakteri Çeburaşka’yı o yıllarda tanımıştık mesela...

Kril alfabesiyle yazılan isimlerini okuyamasak da konuştukları dili anlamasak da Çeburaşka’yla Timsah Gena hayatımızın bir parçası olmuştu.

Yıllar sonra Sovyetler dağıldığında Moskova’da bir pazardaki sahafta “Timsah Gena ile Çeburaşka’nın Maceraları” isimli kitabı elime alınca çok heyecanlanmıştım.

Çeburaşka bu aralar Ukrayna’nın “işgalci” olduğu gerekçesiyle koyduğu yasak nedeniyle dünya çapında bir ün kazanmış vaziyette.



★★★

İzlediğimiz sadece Çeburaşka değildi tabi.

Bir de (isimlerini sonradan öğrendiğim) Kremlin’in yanı başındaki Kızıl Meydan’da yapılan o görkemli törenler vardı.

Binlerce asker aynı ritimle geçerdi.

Kamyonların üzerindeki devasa füzeler, gürültülü tanklar ve uçaklar, sıra sıra dizilmiş Sovyet liderlerin önünden resmi geçit yapardı.

Kızıl Meydan


İnsan bakarken korkardı.

Yıllarca Türkiye’deki sağcıların, İslamcıların neden komünizm fobisi yaşadığını düşününce aklıma hep o görüntüler gelir.

1991’de Sovyetler dağıldıktan sonra, gazeteci olarak gidip hem Rusya’yı hem diğer demir perde ülkelerini görme şansı bulduğumda anladım ki o görkem sadece askerlerde, füzelerde, tanklarda, uçaklarda değilmiş. Binalar, yollar, kanallar, köprüler de çok ihtişamlıymış.

Belli ki Sovyet ruhu, varlığını en çok “eser” üzerine kurgulamış.

Baskıcı yöneticiler, halkın derinleşen yoksulluğunu ve sorunlarını hep “büyük eserleriyle güçlü devlet” fotoğrafının altına süpürmüş.

★★★

2015 yılında Kuzey Kore’de benzer bir tören izlediğimde gördüm ki orada da tablo aynı. Demokrasi yok.

Özgürlükler yok.

Yoksulluk had safhada.

Ancak çocukluğumda CCCP Televizyonunda izlediğim törenlerdeki gibi devasa nükleer füzeleri, sıra sıra tankları, uçakları, heykelleri, binaları ve hatta Sovyet ordusu gibi resmi geçit yapabilen büyük bir ordusu var.

Kuzey Kore


★★★

14 Mayıs seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü kampanyanın temelinde de “eser siyaseti” var.

Erdoğan da eski Sovyet ülkeleri ya da Kuzey Kore gibi, halkının derinleşen yoksulluğunu, ülkenin hak, özgürlük ve adalet sorunlarını, tanklarla, savaş gemileriyle, insansız uçaklarıyla, akıllı füzeleriyle, bilumum savaş oyuncaklarıyla, yüksek maliyetli köprülerle, tünellerle otobanlarla, büyük camilerle, havaalanlarıyla örülmüş bir “eser halısının” altına süpürmeyi tercih ediyor.

Erdoğan da halkına “sorunları boş verin, şu eserlerimizin muhteşemliğine bakın” mesajı veriyor.

Erdoğan’ın seçim stratejisini belirleyenler, eser siyasetinin işe yarayacağını düşünüyor.

Ancak yanılıyorlar.

Sovyetler, demir perde nasıl eser siyasetiyle ayakta kalamadıysa, bizim 21 yılın sonunda baskıcı otoriter bir hal alan iktidarımız da beton, rant ve gösteriş anlayışıyla besledikleri “eser siyasetiyle” varlığını sürdüremeyecek.

Zira devletleri canlı tutan eserlerden çok insanlarıdır.

İktidarların insanlara değil eserlere yatırım yaptığı rejimlerin yaşama şansı yoktur.

★★★

Şahsi gözlemim şudur:

Siyasetçiler, eserlerinin etkili ve uzun ömürlü olmasını istiyorlarsa, gelecek nesillere bırakacakları en önemli eser “demokrasi” olmalıdır.

Atatürk ve silah arkadaşlarının 23 Nisan 1920’de kurduğu “Gazi Meclis” ile 29 Ekim 1923’te ilan edilen “Cumhuriyet” bunun en iyi örneğidir.

Bu çerçevede, (yarın yazım olmadığı için şimdiden kutlamak istiyorum) en büyük eser olan TBMM’nin kuruluş yıldönümü ile 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!