Bizim mahallede kahvehane yoktu. O nedenle herkes mahalle bakkalında sosyalleşirdi.

Dükkanda iç mekan iki bölümden oluşurdu. Sağdaki uzun tezgah masasıyla karşıdaki uzunca paravan satılan ürünlerle müşterileri ayırırdı.

Tezgahın karşısındaki duvarın üzerinde üç dört kişinin yan yana oturacağı bir seki vardı.

Üç dört kişi de ayakta durabilirdi.

Karlı kış günlerinde o mekana gidip, mahalle büyüklerinin ateşli tartışmalarını izlemek, karnımız ağrıyana dek gülmek bizim için en büyük sosyal etkinlikti.

Bakkalın sahibi Colutlu Bayram Dayı bir çeşit akil adamdı.

(Bizim ilçenin halkı göç ettiği yerleşim yerlerinin adıyla anılırdı. İnsanlar, soyadlarından çok, göç ettikleri yerin adıyla bilinirdi. Şu anda Gürcistan’da bulunan Havet ve Gulelis köylerinden göç edenlere Havetli, Gulelis gibi ön isimler takılırdı. Bayram Dayı da Colut köyünden - yeni ismi Akçil - geldiği için Colutlu diye anılırdı.)

Tartışma sırasında biri abartılı bir bilgi paylaşınca (ya da yalan söyleyince), diğerleri hep bir ağızdan itiraz edince sesler tam bir kakafoniye dönüşür, kimse kimseyi dinlemez/anlamaz ve Bayram Dayı televizyonlarda tartışma programlarındaki “moderatör” gibi araya girer tartışmayı düzene sokardı.

Haber kanallarında televizyon programlarına katıldığımda bazen kendimi Bayram Dayı’nın bakkalındaki o tartışmaların ortasındaymışım gibi hissederim.

Bayram Dayı, o abartılı konuşmalar karşısında “Yalan söylüyorsun, palavra atıyorsun” demek yerine anekdotlar, fıkralar anlatarak taşı gediğine koyardı.

Şimdi aktaracağım fıkrayı da ilk o dükkanda kendisinden duymuştum:

İki çocuk ailelerinin zenginliğini yarıştırıyormuş. Biri, “Dedemlerin ahırı öyle büyükmüş ki bir inek bir ucunda döllendiğinde, diğer ucuna vardığında doğuruyormuş” demiş. Diğer çocuk altta kalır mı? “Bizim dedemlerin de öyle bir sırığı varmış ki harman günlerinde hava bulutlandı mı bulutları sırıkla dağıtıp, harmandaki tahılın ıslanmasını önlüyormuş.”

İlk çocuğun aklı o uzun sırığa ermeyince, “Atma (yalan söyleme), öyle uzun sırığı nerede saklıyormuş deden” diye sormuş. Arkadaşı da hemen cevabı yatıştırmış: “Dedenin ahırında...”

★★★

Bizim o günlerde gülüp geçtiğimiz palavralar, bugünün dijital dünyasında birçok insanın alıp sorgulamadan kabul ettiği gerçeklere dönüşmüş vaziyette.

Fıkradaki çocuk bir sosyal medya mecrasında dedesinin ahırından ya da diğer çocuk dedesinin sırığından söz etse, azımsanmayacak sayıda inananı çıkardı.

Üstelik o inananlar “o sırığı nerede saklıyordu” gibi sorular dahi sormazlardı.

Dijital çağda popüler bir kavrama dönüşen “post-truth” tam da bu durumu anlatıyor. Kavramı belki “gerçek-ötesi” diye çevirebiliriz ama asıl karşılığı bir algının gerçeğin önüne geçmesi olsa gerek.

Sosyal medya mecrasında trollerle, yapay zekayla, robot kullanıcılarla “gündem” belirlemek, bir yalanı milyon kez paylaşarak gerçek gibi göstermek artık ne kadar kolaysa, bir gerçeği milyonlarca yalan arasından bulup çıkarmak da o kadar zorlaştı.

★★★

Ne yazık ki siyaset de artık post-truth çağının nimetlerinden sonuna kadar yararlanıyor.

Fiilen 100 bin imzayı dahi zor toplayan bir adayın, yapılacak seçimlerde 4-5 milyon oy alacağı bilgisi o kadar çok paylaşılıyor ki bunun gerçek olamayacağını bilenler dahi şüphe etmeye başlıyor. Zihinlerde abartılı algıyla gerçek yarışıyor.

Deprem bölgesinde yağmuru, çamuru, tozu, toprağı, soğuğu, sıcağı yoğun bir şekilde hissedebileceğiniz bir çadırda yaşamayı, bir televizyon kanalında beş yıldızlı bir otelde konforu gibi pazarlayabiliyorlar.

Ekmek alırken, et vitrininin önünden geçerken, elinizi cebinize attığınızda, kredi kartı ekstrenize baktığınızda iliklerinize kadar hissettiğiniz hayat pahalılığını iktidar mensuplarından ya da yandaş medyadan dinlerken, yaratılan algıya öyle bir kapılıyorsunuz ki kendinizden şüphe ediyorsunuz.

★★★

Geçenlerde anlatmak istediğim bu duruma çok uyan somut bir örnek yaşandı.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Konya’da esnaf ziyareti yaparken bir çiftçiyi önce kendisinin de çiftçi olduğuna ikna etmeye çalıştı. Çiftçi gübre fiyatlarının sürekli artmasından şikayet ederken, O “Hayır düşüyor” dedi. Çiftçi “Artıyor” dedikçe, O “Düşüyor” dedi. Halbuki 150 liralık bir gübre çuvalı bugün 2000 liraya satılıyor.

Gelin görün ki iktidar, yalanlarla, algıyla “post-truth” çağının değirmenine su taşısa da gerçeklerin önünde sonunda ortaya çıkma özelliği var.

Demokrasinin gerçekle ötesini ortaya çıkarma gibi bir gücü de var.

Siz, profesyonellerin yarattığı algılara kulak asmayı bırakın, kendi gerçeklerinize odaklanın ve emin olun 14 Mayıs günü neyin algı neyin gerçek olduğunu hep birlikte göreceğiz.