Bizim memlekette koltuk sevdası ilkokulda başlar.

Hiç unutmuyorum: Bir arkadaşımızın babasının bakkal dükkanı vardı.

Biz “sinekli bakkal” diye alay etsek de o babasının sahip olduğu bakkal dükkanının bütün avantajlarından yararlanırdı.

İlk meyveyi o tadardı.

Daha da önemlisi ilk plastik futbol topu her zaman onun olurdu.

Plastik top deyip geçmeyin. Öyle kolay kolay bulunmazdı köy yerinde.

(Bir keresinde bana bir sakızdan hediye olarak plastik basket topu çıkmıştı. Bahçedeki ağaca demirden çemberlerle pota yapıp, patlayana kadar tepe tepe kullanmıştık. Patladığında da tamir etmeye çalışmış, edemeyince de uzun süre yasını tutmuştuk.)

Okulda ya da mahallede takımları, kimlerin oynayacağını hep topun sahibi belirlerdi.

Nasıl top oynadığına bakmaksızın, canının istediğini takıma alır, istemediğini almazdı.

Onunla iyi geçinen hep onun takımında en önde olurdu.

Kendi takımına da en iyi top oynayanları tercih ederdi.

Bana koca beş yılda ödevde yardım etmek şartıyla bir ya da iki kere sıra gelmiş, o da mecburiyetten kaleci olmuştum.

★★★

O yuvarlak plastik topun etkisi, sadece sahada göstermezdi kendini.

Sınıfta dahi işe yarardı.

Sınıf başkanı seçiminde “bana oy vermeyeni takıma almam” dediği anda bütün erkek öğrencilerin desteğini kazanırdı.

Kız öğrenci sayısı daha fazla olmadığı için de hep “Sınıf Başkanı” seçilirdi.

Top hep onda olduğu için hiç bırakmazdı başkanlığı.

Tahtaya “azanlar” başlığı altına gıcık olduğu öğrencilerin adını yazardı.

(Yanlış anlaşılmasın, bizim oralarda “azmak”, “yaramazlık yapmak” anlamında kullanılır.)

En başa da başkanlık seçiminde rakibi olan isimleri koyardı.

Allah’tan çalışkan ve uslu bir öğrenciydim ve azanlar listesine beni yazamazdı. Kopya vermediğim, ödevine yardım etmediğim zamanlarda kızıp yazsa da öğretmen ismimin hangi nedenle orada olduğunu hemen anlardı.

Yıllar sonra kızımın okuduğu ilkokulda sınıf ve okul başkanı seçimlerini koridorlara ücretsiz su sebili koymayı vadeden çocuk kazanmıştı.

★★★

1970’lerde plastik topu sayesinde takıma alma, 2000’li yıllarda babasının zenginliği sayesinde bedava su sağlama vaadiyle oy alarak başkan seçilen çocukların büyüyüp siyasetçi olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

10 yaşından küçükken sınıf başkanı seçilmek için bunları yapan çocuklar, büyüyüp siyasetçi olduklarında da pek değişmiyor maalesef.

Koltuğa yapışıp kalıyorlar.

Bırakmamak için ellerindeki bütün imkanları kullanıyorlar.

Seçim kaybeden muhalefet liderinin koltuğu bırakmama konusundaki motivasyonu da koltuğunu kaybeden bakanların depresyona girmesine neden olan şey de çocukken (ilkokulda) temelleri atılan o duygudan kaynaklanır.

İşte bu yüzden koltuk sevdası, tedavisi olmayan bir hastalıktır.

Gaye Hanım’a öneri ve uyarılar


Merkez Bankası’nın yeni Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın özgeçmişini dün SÖZCÜ’de Sultan Uçar’ın kaleminden okuduk. Başarısı gerçekten gurur verici.

Torpilsiz staj dahi bulamadığı için gözyaşı içinde ayrıldığı bir ülkeye, Merkez Bankası Başkanı olarak dönebilmesi, büyük bir başarı hikayesi.

Hayırlı olsun diyor, bütün kalbimle görevinde üstün başarı diliyorum. Zira onun başarısı, bizim de refahımızın artması anlamına geliyor.

Ancak, hevesini kırmak istemem de kendisine bazı öneri ve uyarılarım var.

Öncelikle, valizini fazla boşaltmasın ve makama çok fazla yerleşmesin. Odasına fazla kişisel eşya taşımasın. Belki bir aile fotoğrafı, bir iki kalem, bir not defteri...

Çünkü kısa süre sonra döndüğü ülkenin 21 yıl önce ayrıldığı ülkeden pek de farklı olmadığını, hatta daha kötüye gittiğini görebilir.

Hukuk devleti kurallarından, ekonomi biliminden, liyakatten çok, yöneticilerin talimatlarının geçer akçe sayıldığı, mesela faiz indirmenin hatta sıfırlamanın “nas” olduğu bir ülkede olduğunu anlayabilir.

Ekonomiyi düzeltmek için uygulamak isteyeceği düzenlemelerin, Beştepe’deki sarayın duvarlarından dönebileceğine tanıklık edebilir.

“Ben niye MB Başkanı olmadım” diyen birçok AK Parti’li ya da Saraylı ekonomistin ayağından aşağı doğru asıldığını hissedebilir.

Boğaziçi’nde, Princeton’da, piyasada öğrendiği finans ve yönetim bilgisinin Baş ekonomist Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve donanımının yanında “solda sıfır” kaldığını anlayabilir.

En fenası, Baş ekonomist bir gün “Bir Merkez Bankası Başkanı atadık. Faizi düşür dedik ama düşürmedi. Kapının önüne koyduk” diyebilir.

Türkiye macerası kendisi için staj bulamamaktan daha büyük bir hayal kırıklığına dönebilir.