Sedef tersanesinde inşa edilen TCG ANADOLU isimli, insansız hava araçlarının (İHA ve SİHA) inip kalkabildiği savaş gemisi denize indirdi. Bu olay, genelde ülkemizin özelde savunma ve gemi inşa sanayimizin ulaştığı teknolojik düzeyi göstermesi bakımından övünülecek bir şeydir. Buna ilaveten, bu geminin tasarımından denize indirilmesine kadar geçilen süreçlerde görev almış her mühendis, teknisyen, usta ve işçinin de bilgi ve becerisi artmıştır. Yani ortaya sadece fiziki olarak bir eser çıkmamış aynı zamanda yüzlerce elemanın vasfı da  yükselmiştir. Bu sayede milli servete ilave edilmesi gereken bir “beşeri sermaye birikimi” de artmış oluyor. Tersanecilik, devletin  Osmanlı’dan beri, daha ziyade askeri kaygılarla önem verdiği bir sanayi dalıdır. Özel sektörün gemi inşa kabiliyeti 1980’de başlayan dışa açılmayla birlikte hızla gelişti. Tersanelerimizde hem askeri hem sivil amaçlar için dünya standartlarında gemiler yapıp ihraç ediliyor. Gemi inşa “emek yoğun” bir sanayi dalıdır. Bize  uygundur. Japonya ve Kore’nin sanayileşmesinde gemi yapımcılığı öncü sektör olmuştur. Tersaneler zamanla ağır endüstri tesisleri ve hatta asma köprüler inşa eder olmuştur. Ümit ederiz ki benzeri bir gelişmeyi bizim tersanelerimiz de gerçekleştirir.

MERSİN’E DİYE YOLA ÇIKIP TERSİNE GİTMEK

Bireyler, firmalar ve devletler; sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda kendileri için en faydalı davranış biçimini seçerken “mantıken doğru yöntemle, sonucu yanlış karar alır”. Bu çelişkiyi inceleyen matematikçiler, bunun nasıl olabildiğini “Oyun Kuramı” (Game Theory) ile açıklamayı başarmıştır.  İngilizcedeki “game” kelimesini Türkçe’ye “oyun” diye çevirmek, özellikle bu teori bağlamında yanlıştır. Oyun, “play”’in  Türkçesi’dir.  “Game” ise en az iki müsabıkın katıldığı bir karşılaşmadır.  Dolayısıyla “Game Theory” nin Türkçe çevirisi “Müsabaka Teorisi” veya “Karşılaşma  Kuramı” olmalıdır. Bu teoriyi John von Neumann ile Oskar Morgenstern adlı iki matematikçi inşa etmiş Nobel ödüllü John Nash de geliştirmiş ve ünlendirmiştir. Teori “İnsanlar, davranış kararlarını, kendilerini rakiplerinin kötülüklerinden korumak için alır” gözlemi üzerine kuruludur. Dolayısıyla kararlar, çıkarı maksimize etmek için değil, zararını minimize etmek üzere alınır. Rakibi de aynı diyalektikle  karar aldığı için, iki taraf da düşük getiriye razı olur. Bu “kaybet-kaybet”e sürüklenmektir. “Müsabaka Teorisi”, müsabıklara “kaybet-kaybet”ten “kazan-kazan”a yani iki taraf için (aynı oranda olmasa da) daha kârlı bir ortama nasıl geçilebileceğinin ipuçlarını gösterir.

HAYAT, KAYIP KAZANÇ TOPLAMI   SIFIR OLAN BİR MÜSABAKA DEĞİLDİR

İnsanlar, hayatı “kayıp ve kazançların cebirsel toplamı sıfır olan” bir yarışma olarak görür. “Kazancımın artırması için, rakibimin kazancı azalmalıdır” der. Gayretini rakibinin kazancını azaltmaya yoğunlaştırır. Rakibi de aynısını yapar. İki taraf da bundan zarar görür. Halbuki işbirliği yapılsa, tarafların kazançları eş zamanlı büyüyebilir.  Türkiye, sınırlı bütçesiyle, karada, havada ve denizde savaş gücünü hızla artırmaya çalışıyor. Bunu da özellikle Akdeniz’deki “Mavi Vatan” dediği açık denizlerin altındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarından yararlanmak için yaptığını söylüyor. Bu amaçla bölünmüş Libya ile anlaşma imzalıyor. Peki “diğer taraf” kim veya kimler? Pek tabii başta Yunanistan ve yavrusu Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti. Artı Mısır veya Suriye yahut gariban Lübnan veya azılı İsrail. Büyük bir iktisadi krizden yeni çıkmış Yunanistan, Türkiye’nin silahlanmasından tedirgin oluyor. O da daha kısıtlı bütçesinden silahlanmaya büyük pay ayırıyor. İki taraf da ha babam  silahlanıyor, izafi savaş güçleri değişmiyor. Ama halklarının refahı düşüyor.

Son söz: Kazancı paylaşmayan, kaybı bölüşür.