17 Aralık 2021’de Başkan Erdoğan aynen şunları söylemişti: “Beraber yürüdüğümüz arkadaşlarımızdan faizi savunanlar, kusura bakmasınlar. Bu yolda ben, faizi savunanlarla beraber olamam, olmam. Bu konuda nas ortada. Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?” Erdoğan bunları söylerken müellifi olduğu “faiz sebep, enflasyon neticedir” teorisine güveniyordu. Yani faizi, sırf nas var diye indirmeyecekti. Bu yöntemle enflasyonu düşürecekti. Erdoğan’ın bu konuşmasının üzerinden 18 ay ve köprülerin altından çok sular geçti. Faizler inince kur patladı. Kur patlayınca enflasyon fırladı. Enflasyon dursun diye döviz fiyatı baskılandı. Döviz fiyatı baskılanınca döviz açığı büyüdü. Ukrayna’da harp çıktı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. AB ve ABD’de enflasyon 40 yıldır görülmemiş düzeylere çıktı. Türkiye’nin 200 yıldır değişmeyen “döviz bitti krizi” masaya üç kez vurdu. Bu şartlar altında seçime gidildi. Muhalefet, popülist ekonomi propagandası yaptı. AKP altta kalmamak için bütçe açığını büyüttü. Halk kendine daha çok benzeyen Erdoğan’ı tercih etti.

MEHMET ŞİMŞEK’İN GÖREV MANİFESTOSU

Maliye ve Hazine Bakanlığı’nı böylesi sıkıntılı bir ortamda üstlenen Mehmet Şimşek, görevi devralırken şunları söyledi: “Önümüzdeki dönemde izleyeceğimiz politikada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır.” Tersini söyleyebilir miydi? İktisatçılarımız, biz de bunu söylüyorduk; gördünüz mü haklı çıktık diyerek kendilerini alkışladılar. Neyse. Dikkat ederseniz bu manifestoda “ortada bir nas varken” ibaresi yok. Yani Şimşek, Erdoğan’ın “Nas ortadayken sana, bana ne oluyor?” uyarısını dikkate almıyor. Türkiye’nin (ekonomide) “rasyonel” yani dinsel olmayan bir zemine “dönme” dışında bir seçeneği kalmamıştır derken, kendisinin başbakan yardımcılığı döneminde uyguladığı ekonomi politikası rasyoneldi iddiasında bulunuyor. Başkan Erdoğan ile Bakan Şimşek’in arasını açmak istemiyorum. Ama ortada bir çelişki olduğu da açık. Erdoğan, Şimşek’e bu görevi verdiğine göre “nas” babında görüş farklarını telif etmiş olmaları lazım. Telif etmemişlerse, Şimşek’in manevra alanı kısıtlanır. O da 3 ay içinde  geldiği gibi gider. Bu da ülke ekonomisi için hiç iyi olmaz. Herkes kendi tahminini açıklasın.

İKTİSADI ANLAMAMAK

İlk olarak şunu söylemem şarttır. Ekonomi, bozulunca eve tamirci çağırtılıp onartılan bir alet değildir. Pek tabii krize girince bu türbülanstan kurtulmak için usta bir kılavuz kaptana, mesela bir Kemal Derviş’e veya Mehmet Şimşek’e ihtiyaç vardır. Ama ekonomi, siyasettir. Halkın beklentilerini yönlendirmektir. Eğer Mehmet Şimşek bir süre sonra ayrılırsa, onun yerine bir Ahmet Yıldırım aramayalım. Beklentilerimizi sorgulayalım. İkinci olarak şunu vurgulayacağım. Ekonomik krizlerin ülkenin zengin veya fakir olmasıyla cebirsel bir bağlantısı yoktur. Kriz “arz ile talebin” denk olmamasından çıkar. Kriz, ekonominin “sürdürülemez denksizlikten” kurtulma refleksidir. Türkiye ekonomisinin müzmin hastalığı “döviz gelirlerinin döviz giderlerine” denk olmamasıdır. Yani “dış açık”tır. Bunun sebebi söylendiği gibi “iç açık” yani bütçe açığı değildir. Sebep “iktidarların, halka, ülkenin öz kaynaklarıyla kısa vadede gerçekleşemeyecek bir refah artışı vaat etmesidir”. Halk da bile bile buna Amin! der. Bu vaat için dış borç alınır. Dış borçlar yeni dış borçlarla döndürülerek büyür de büyür. Ülke “dış-borç-kolik” olur. Bu bağımlılıktan kurtulmak için, ülkenin “varsılıyla, yoksuluyla” sancılı bir süreçten geçmesi gerekir. Her siyasetçi bunu bilir. Ama böyle bir programla iktidara gelemeyeceğini de bilir. Kısaca “iktisadi inkılap” gerçekleşemez. Faiz indi-faiz bindi, dolar indi-dolar bindi, enflasyon indi-enflasyon bindi, borsa indi-borsa bindi ile günler geçer.

SON SÖZ: Döviz açığı kapanmıyorsa, Şimşek işini doğru yapmıyordur.