Sevgili okurlarım, Türkiye’de belli zamanlarda belli konularda bazı olaylara tanık oldukça “Bu kadarı da olmaz” diyoruz.

Ama bu lafın Türkiye için geçerli bir boyutu olduğu belki o anda hemen aklımıza gelmiyor...

“Olmaz olmaz deme, bu memlekette olmaz olmaz!”

Bu söz çok doğrudur.

Akıl, mantık ve hele de devlet ciddiyeti açısından bakarsınız, olanları gerçekten de hayret ve ibretle izlemek dışında bir şey elimizden gelmiyor!

★★★

Türkiye’de parti siyaseti bütün kurumlara yansıdı...

Karşımızda adına particilik denilen bir virüs var.

Bu virüs son derece bulaşıcı.

Bulaşıcı ama aynı zamanda birilerinin, işini bilenlerin çıkarlarına hizmet ediyor.

Torpili ve ülke çıkarlarına aykırı bir sürü akıl mantık dışı olayları bünyesinde besleyip büyütüyor.

Ben bunu siyaset ve particilik virüsü olarak tanımlıyorum.

★★★

Bu virüs Türkiye’de hep vardı, bundan sonra da olacak...

Ama bu iktidar döneminde iyice beslendi, büyüdü, palazlandı ve her kurumu ele geçirdi...

Ötekilere değinmeden sadece iki örnek vermekle yetiniyorum.

Siyasetin bulaştığı bir Kızılay düşünün...

Siyasetin bulaştığı bir Diyanet düşünün...

Bu kurumların bile particilerle doldurulmuş olduğunu içinize sindirmek mümkün olur mu?

★★★

Evet, sadece iki örnek vermekle yetindim ama başka kalıcı örnekler de karşımızda duruyor.

Örneğin Dışişleri Bakanlığı...

Devletin “Hariciyesi” geçmiş yıllarda siyasi torpilden, adamını bulup yükselmekten özellikle uzak tutulurdu.

Söz konusu bakanlıkta torpil olmaz mıydı, haksızlıklar olmaz mıydı?

Elbette olurdu...

Ekipleşmeler yok muydu?

Belli bazı iç ve dış atamalarda bu ekipler rol oynardı.

Bunları inkar etmek mümkün değildir...

★★★

Ancak bu iktidar ne yazık ki hariciyeyi de particilik siyasetinin tam da göbeğine gömdü.

Büyükelçiler Dışişleri Bakanlığı’nın en üst düzey ve en tepedeki elemanlarıdır.

Bu bakanlığa giren istisnasız herkesin amacı yeterli kıdemi elde ettikten sonra günün birinde büyükelçi olabilmektir.

Büyükelçi, atandığı ülkede cumhurbaşkanını, başka bir deyişle ‘devleti’ temsil eder.

Türkiye’de valilerde olduğu gibi, yurt dışında görevli büyükelçilerin de makam araçlarına Türk bayrağı çekme hakları vardır.

★★★

Particilikten gelen büyükelçi olmak gerçekten zor bir iştir!

Bulunduğun ülkede hem ‘devleti’ temsil edeceksin, hem de ‘iktidar partisindeki yoldaşlarını!..’

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt dışında temsil eden büyükelçilere bakın...

Pek çoğunun AKP eski milletvekili, AKP üyesi, partinin yakın elemanı ve dolayısıyla iktidar torpillisi olduğunu göreceksiniz.

Dün bizim gazetede yer alan belgeli haber bu söylediklerimin (ve daha önce yazdıklarımın) somut örneği idi.

★★★

Endonezya bir Uzakdoğu ülkesi, başkenti Cakarta...

Türk devletinin Cakarta büyükelçisi Talip Küçükcan isimli bir şahıs...

İmam hatip okulu ve ilahiyat mezunu...

İki dönem AKP milletvekili olarak Meclis’te görev
yapmış...

Ve partisinden ‘ödülünü’ büyükelçi atanarak almış!

Şahsın Adanalı olduğu belli... Zira bir süre önce yapılan atamalarda partisinin ilçe başkanlıklarına seçilenlere mesaj atıp kutluyor ve şöyle yazıyor:

“Yeni atanan ilçe başkanlarımıza başarılar diliyorum. Bayrağı devreden başkanlarımıza teşekkür ediyoruz. Hep beraber Türkiye Yüzyılı için bayrağı en yukarılara taşıyacaklarına inanıyoruz.”

★★★

Beyefendinin her cümlesi gerçek bir skandal.

Devlet yönetiminde böyle ucuz particilik
siyasetlerine bulaşma hakkına hiç kimse sahip değildir.


Adam devletin büyükelçilik makamında oturmuş masasına, ahkam kesip birilerini kutluyor.

Bu durumda akla ister istemez bazı sorular geliyor...

Bu adam parti komiseri midir?

Bu yetkiyi kimden almıştır?

Yoksa Türk devletinin büyükelçisi değil de AKP’nin Cakarta il başkanı mıdır?

Geçmişte de her şey elbette dört dörtlük değildi ama böylesine hiç tanık olmamıştık.

Bazıları “Hesap sorulmalı” diyor!

Devlet ayaklar altına alınmış, kim kimden hesap soracak?

Aslında kabahat, unvanı büyükelçi olan o şahısta değil, onun gibilere devlet yetkisi verenlerdedir.