Seçimlere çok kısa bir süre kaldı. Bu seçim, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne yapılan seçimlerin hiçbirisine benzemiyor. Demokrasilerde yapılan tüm seçimler de siyasi partiler yarışır, ya tek başına veya birden fazla siyasi partiler bir araya gelir koalisyonlar oluşturup yönetime gelirler.

14 Mayıs seçim olmayıp, gerçekte bir REFERANDUM. Zira bu seçimde ya demokrasi deyip ülkeyi aydınlığa taşıyacak, ya da demokrasinin askıya alınıp tek bir kişinin karar vereceği bir yönetimin devamına evet denilecek.

Bu seçimlerde de Türkiye hem Cumhurbaşkanı hem de milletvekillerini seçecek.

Cumhurbaşkanlığı için Sayın Erdoğan, sayın Kılıçdaroğlu, sayın İnce ve sayın Ogan aday. Ancak bu seçim de yarış, iki aday arasında geçecek. Diğer iki adayın şansının olmadığı onlarca yapılan anketlere göre imkansız. Peki bu durum da bile bile iki adayın ısrarının gerekçesi ne
olabilir?

Bu konu ile ilgili yazılan, çok değerli bir makaleyi sizlerle paylaşıyorum.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili, sayın ATAOL BEHRAMOĞLU, Muharrem İnce, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan’a açık mektup diyor…..

"Sayın Muharrem İnce, sizinle ilk kez Yalova’da, Şiir Sokağı’nın açılış töreninde karşılaştık. Yanlış anımsamıyorsam ikimiz de şiir okuduk o törende. Şiir üzerine kısa fakat güzel bir sohbetimiz de oldu.

Sonrasında Haluk Çetin’le şiir-müzik dinletimizi, en ön sırada, yüzünüzde hep sıcak bir gülümseyişle izlediniz.

Çünkü siz siyasetçi olduğunuz kadar, belki ondan da önce, şiirin ne olduğunu ve ne olmadığını bilen bir şair, bir duygu insanısınız.

Daha sonra Adalet Yürüyüşü’nde aynı saflarda, omuz omuza yürüdük.

Bir önceki cumhurbaşkanlığı seçiminde sizi coşkuyla izleyip alkışlayan ve size oy verenler arasında olduğumu söylememe ise zaten gerek yok.

Sayın Ümit Özdağ, sizinle her karşılaşmamızda aramızda samimi bir selamlaşma, kısa da olsa samimi bir söz ve düşünce alışverişi olduğunu elbette biliyorsunuz.

Size, değerli babanızla tanışmamızdan söz ettiğimi de anımsarsınız.

27 Mayıs’ı gerçekleştiren askerlerin en genci olan Muzaffer Özdağ, 1965’te, kurucularından biri olduğum Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun Sıhhiye’deki lokalini bir iki kez ziyaret etmiş, ülke ve dünya sorunları üzerine görüş alışverişinde bulunmuştuk.

Siz yurtsever bir babanın ona layık çocuğusunuz. Milliyetçiliğinizin şoven, ırkçı, çağdışı bir düşünceden değil, ait olduğunuz ülkeye, onun tarihine ve kültürüne sevginizden kaynaklandığını, Atatürk milliyetçiliği olduğunu biliyorum. Çağdaş, uygar, gerçek bir yurtsever ve bilim insanı olduğunuz apaçık bir gerçektir. Aslında siz de siyasetçi olmaktan çok, sanki bilim ve düşün insanı olmaya daha yakınsınız. Zorunlu olarak, ülkenize hizmet etmek amacıyla siyasetin içindesiniz.

Sayın Sinan Oğan, sizinle kişisel olarak tanışmadık. Fakat TV programlarında, saygılı, ölçülü, samimi konuşmalarınız her zaman dikkatimi çekmiştir.

Sayın İnce, Sayın Özdağ, Sayın Oğan,

Bu her sözcüğünü her zaman savunacağım girişten sonra, sözü hiç uzatmadan asıl söylemek istediğime geliyorum ve bunun ne olacağını zaten tahmin ediyorsunuz.

Kader seçimi yaklaşıyor. Türkiye uçurumun tam kıyısındayken, ülkenin onuru demek olan paramızın değeri dünya paraları karşısında sıfırlanmışken, sadece gelişmiş kapitalist ülkelerin değil hâlâ yoksul sayılabilecek komşu ülkelerin yurttaşları bile kendi paralarıyla Türkiye’ye sömürgeye gelir gibi gelip pazarlarımızı, kıyılarımızı yağmalamaktayken, bu ülkenin çocukları için sadece başka ülkelere seyahat değil kendi ülkeleri içinde bile bir yerden bir yere gidebilmek hayal olmuşken, TC yurttaşlığı bir pazar metasına dönüşmüşken, çocuklarımız yeterince beslenemeyerek cılız ve sağlıksız büyümekteyken, eğitim çökmüş ve çağdaş bir eğitime ancak çok yüksek paralar ödenerek ulaşılabiliyorken, kendi yurttaşları için her anlamda ve her alanda gittikçe yaşanılamaz bir ülkeye dönüşen sevgili ülkemiz hızla sömürgeleşmeye, parçalanmaya, yok oluşa sürüklenmekteyken, bütün bunlar apaçık ve çok acı gerçeklerken aldatılmış, cahil bırakılmış, korkutulmuş halkımızın küçümsenemeyecek sayıda bir bölümü, uyutulmuş ve uyuşturulmuş gibi, yaşamakta olduğumuz ve çok daha büyükleri gelmekte olan felaketlerin farkında değil gibidir.

Bu ve sonsuzca çoğaltılabilecek başkaca benzer nedenlerle, yaklaşmakta olan kader seçimlerinde tek bir oy bile yaşamsal önem taşımaktadır.

Çağdaş düşünceden, Cumhuriyet değerlerinden yana olan adayların ayrı listelerle seçime girmeleri nedeniyle 1994 İstanbul Belediye seçimlerinin nasıl bir hüsranla sonuçlandığının hepimiz tanığıyız.

Aynı acı sonuç aynı yıl aynı nedenlerle Ankara Belediye Başkanlığı seçiminde de yaşandı.

Sevgili İnce, Değerli Özdağ, Sayın Oğan,

Siyasi görüşleriniz ya da görüşlerimiz farklılık taşısa da Cumhuriyet ve çağdaşlık değerleri konusunda farklı değilsiniz, farklı değiliz.

Aslında ülkemizin insanlarının çoğu (potansiyel olarak ezici çoğunluğu) bu değerlerin yanındadır.

Şimdi, hepimiz, bütün bir ülke olarak yol ayrımındayız.

Yaşam, tarih, kader, bu süreçte özellikle sizlere bir seçenek sunuyor.

Tek bir oyun bile yaşamsal öneme sahip olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminde, Millet İttifakı adayı çevresinde kenetlenerek, onun lehine adaylıktan çekilerek, seçimin ilk turda hepimizin, bütün yurtseverlerin, çağdaşlığın, Aydınlanmanın, Cumhuriyetimizin değerlerinin zaferiyle sonuçlanmasına katkıda mı bulunacak, yoksa sevgili ülkemizi sonucu belirsiz bir kumar masasında kötü bir kader olasılığıyla baş başa mı bırakacaksınız?

Sevgili, değerli arkadaşlarım, kardeşlerim, yurttaşlarım, sizlere sadece sevgili ülkemizin sevilen, dünya ölçüsünde de tanınıp değer verilen bir şairi olarak değil, yaşça büyüğünüz, bir ağabeyiniz olarak da sesleniyorum. Milletvekili seçimlerine elbette kendi partilerinizle girin. Buna layıksınız. Parlamento seçimlerinden güçlenerek çıkmanızı da candan dilerim. Fakat cumhurbaşkanlığı seçiminde lütfen, mutlaka bir çaresini bularak Millet İttifakı adayı çevresinde birleşin.

Her şeyden önce bir yurtseverin yüreğinden kopup gelen bir kaygı çığlığı olarak da algılanabilecek bu sözler, sadece benim değil, inanıyorum ki bütün yurtseverlerin, kendileriyle tek tek konuşmamış olsam da Sanatçılar Girişimi’ni, Pen Yazarlar Derneği’ni, Türkiye Yazarlar Sendikası’nı ve benzer sanat-kültür örgütlerini oluşturan bütün sanatçı ve edebiyatçı arkadaşlarımın, bu ülkenin istisnasız bütün sanat kültür insanlarının da çığlığıdır.

Türkiye’nin bu çığlığına duyarsız kalıp köstek olmamanız gerekirdi."

SON SÖZ; Hayatta en acıklı şey, problemin kendisinden kaynaklandığını bilmemesidir. KARL GUSTAV JUG