Usta sanatçı Erol Evgin, sanat yaşamını ve siyasetle ilgili düşüncelerini SÖZCÜ’ye anlattı...


Siyasete girmeyi hiç düşünmediğini söyleyen Erol Evgin, “Siyasetten çok teklifler aldım. İlk teklif Turgut Özal’dan gelmişti. Ona ‘Siz siyasetçiler bu işi yapın, biz de kendi işimizi yapalım, taşlar yerinde ağır olsun’ dedim, o da bunu anlayışla karşılamıştı. Siyaset biz sanatçılara göre değil” dedi.


Bugün sizi ağır siyasi gündemden biraz uzaklaştırmak ve bir süre huzur duymanızı sağlamak istiyorum. Huzur ve gurur duyacaksınız çünkü o ülkemizin gerçekten varlığıyla bizi onurlandıran, yıllardır şarkılarıyla ve her davranışıyla bize nefes aldıran, gülümseten, güzel duygular veren -benim de arkadaşı olmaktan gurur duyduğum- bir büyük sanatçısı. Öyle büyük ki, neredeyse tüm şarkılarını 7’den 77’ye bütün Türkiye ezbere bilir ve bunu görmek için bir tek konserine gitmek ve bütün salonun onlarca şarklıyı büyük bir koro halinde söylediğini görmek yeter. İşte Öyle Bir Şey, Ah Bu Hayat Çekilmez, Söyle Canım, Bir de Bana Sor, Ben İmkansız Aşklar İçin Yaratılmışım anında söylemeye başlayacağımız yüzlerce şarkısından sadece birkaçı. Erol Evgin Cumhuriyet’in 100. Yıl kutlamalarına “100 Yılda Yüz Akıyla” isimli, temalı konser turnesiyle katılıyor ve turnesinin startını yarın; 14 Nisan Cuma günü İstanbul TİM Show Center’da verecek ve turnenin ilk 5 konserinden elde edilecek geliri, dernekler aracılığıyla depremden etkilenen 11 şehirdeki öğrencilere bağışlayacak. Anlatacaklarını sevgiyle, ilgiyle okuyacağınıza eminim.



İLK TEKLİF TURGUT ÖZAL’DAN GELMİŞTİ!


- Sayın Evgin, siz sorumluluk duyan ve halkın çok sevdiği bir sanatçısınız. Türkiye, tarihinin en önemli seçimlerinden birine yaklaşıyor ve partilerin milletvekili listeleri yayınlandı, siz hiç milletvekili olmayı düşündünüz mü?


Ben siyasete girmeyi hiç düşünmedim, siyasetten yıllar önce çok teklifler almıştım, ilk teklif Turgut Özal’dan gelmişti. Ona “Siz siyasetçiler bu işi yapın, biz de kendi işimizi yapalım, taşlar yerinde ağır olsun” dedim, o da bunu anlayışla karşılamıştı. Daha sonra belediye başkanlıklarının bir dönem popüler kişilerden seçilmesi gibi bir eğilim ortaya çıktı, orada beni de birçok partiden arayanlar oldu, hepsine teşekkür ettim, girmedim. Siyaset başka bir kulvar, çok genç yaşta oraya evrilmek ve orada yetişmek gerekir diye düşünüyorum. Taktik bir iş siyaset, bizim yaptığımız teknik bir iş, yani biz sanatçılar taktik uygulamayı bilmeyiz, pat diye bir şeyi söyleyiveririz, duygularımız bazen ön plana geçer, dolayısıyla siyaset bize göre değil diye düşündüm. Zaten giren arkadaşlar da pek mutlu olmadan çıktılar, yani sanatla siyasetin bir arada iyi olacağını pek düşünmüyorum. Ama tabii ki sanatçının bir siyasi görüşü vardır, bir dünya görüşü vardır ve bunu da zaman zaman sanatında kullanır.


100 YILDA YÜZ AKIYLA KONSERLERİNİN GELİRİ DEPREMZEDE ÖĞRENCİLERE!


- Cumhuriyet’in 100’üncü yılı kutlamalarına bir konser turnesiyle katılıyorsunuz, bize detaylarını anlatır mısınız?


Tabii, Cumhuriyetin 100’üncü yılı kutlamalarına Cumhuriyet temalı “100 Yılda Yüz Akıyla” isimli bir konser hazırladım. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının Türk milletiyle birlikte kazandığı Kurtuluş Savaşı’ndan, Cumhuriyetimizin kuruluşuna ve Atatürk devrimlerine uzanan bir yolculuğu zaman perspektifi içinde türküler, şarkılar, anekdotlarla, barkovizyon görselleriyle destekleyen kesintisiz bir buçuk saatlik bir kurgu hazırladım. Bu konserlerin ilki 14 Nisan Cuma akşamı Tim Show Center’da olacak, ilk etapta 5 konser yapacağım; İstanbul, Ankara, Adana, İzmir ve Antalya’da olacak ve bu konserlerin gelirlerini depremde zarar gören 11 ildeki öğrencilere bırakacağız ve tabii bu bağışları vakıflar ve dernekler aracılığıyla yapacağız. Bu konserlerin amacı ulusal bağımsızlığımızın sembolü ve Cumhuriyetimizin kurucusu, hatta kurucu babası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılını dinleyiciyle paylaşarak kutlamak ve ulusal birlik, Cumhuriyet ve demokrasi bilincimizi pekiştirmek olacak.


- Konserlerinizde aralara birçok öyküler, bir güldürü ustası gibi adeta oynayarak fıkralar, espriler yerleştirdiğinizi biliyorum, burada da Atatürk’le ilgili anektodlar anlatacak mısınız?


Anlatacağım evet. Şarkılar, türküler de hikayeyle uyumlu olacak, tabii sonuna doğru benim kendi şarkılarımı da söyleyeceğim. Şarkıların, şiirlerin, anektodların kucaklaştığı bir kurgu olacak, onu hazırladım. Daha önce de benzer kurgular yapmıştım, sen de gelmiştin, “Mustafa Kemal’i Gördüm Düşümde” adlı bir kurgum vardı, bu da Cumhuriyet’in 100’üncü yılını anlatan bir kurgu. Burada bir de bir marş besteledim: Yüzyılda Yüz Akıyla…


“GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA BİZ SENİN İZİNDEYİZ!”


-Biliyorum; ezberledim bile, “Sen, ben, o, hepimiz birlikte Türkiyeyiz, Gazi Mustafa Kemal Paşa biz senin izindeyiz”


Evet, bu çok etkili, 14 Nisan akşamı ilk yapacağımız konserde bir konser klibi çıkaracağız, sonra onun bütün yaz kulüplerde, diskoteklerde, her yerde çalınmasını ve sevilmesini sağlamaya çalışacağız.


Sağlamaya çalışmanıza gerek yok Erol Bey, yaptığınız her şey halk tarafından çok seviliyor. Ve gerçekten sanatçıların Cumhuriyetin, Atatürk’ün önemini, sevgisini sık sık hatırlatması çok güzel, hepimiz takdir ediyoruz. Bu marş da diğer şarkılarınız gibi ağızlardan düşmeyecektir.


Çok teşekkür ederim, İnşallah öyle olur. Yüzüncü yılı bu marş ve konserlerle kutlamak istiyoruz, belki 29 Ekim’de  veya 9 Eylül’de bir büyük meydan konseriyle taçlandırırız bunu diye düşünüyorum.


“İŞTE ÖYLE BİR ŞEY” VE “SEVDAN OLMASA” HAYATIMDA DÖNÜM NOKTASIDIR!


- Yüzlerce şarkınız arasından sizin için en önemli olan, en çok sevdiğiniz şarkı hangisiydi?


“İşte Öyle Bir Şey” ve “Sevdan Olmasa”…”Ah bu hayat çekilmez” diye devam eden. Onlar benim müzik yaşamımda bir dönüm noktası oldu, 1969 yılında ilk 45’lik plağımı yapmıştım. O zaman daha çok mahcup bir çocuktum, kendi sözlerimi kendim yazardım, bazen yabancı melodiler üzerine, bazen de kendi bestelerim üzerine sözler yazardım. Bunun da sebebi; bir yazar benim için söz yazar, ben de onu beğenmezsem bunu ona nasıl söylerim mahcubiyeti içinde (gülüyor) 8 yıl kendi şarkılarımı kendim yazdım. Sonra 1976 yılında Çiğdem Talu’yla tanıştım, Melih Kibar girdi hayatımıza, Çiğdem tanıştırdı bana ama biz Melih’le daha önce Kalamış’taki İstanbul Yelken Kulübü’nde beraber çalışmıştık, bir araya gelince böyle bir sinerji oluştu ve ilk şarkılarımız; İşte Öyle Bir Şey, Sevdan Olmasa benim kariyerimde bir dönüm noktası oldu. Onun için onları hiç unutmam, tabii daha sonra birçok şarkı oldu hayatımda, Çiğdem ve Melih’le 8 yıl çalıştık, onlarca güzel şarkı çıktı, hepsi hit şarkılardı, altın plak aldı bu şarkılar. Ondan sonra da kendi bestelerimi yapmaya başladım, uzun yıllardır Dr. Selma Çuhacı ile çalışıyorum, mesela “Ben İmkansız Aşklar İçin Yaratılmışım”…


ŞİİR ÜZERİNE ŞARKI YAZIYORUM, ÖNCE ŞİİRİ CEBİMDE DOLAŞTIRIYORUM


- Tam da onu soracaktım, en güzel şarkılardan biri, onun özel bir anısı var mı?


Selma’nın sözleri, ben onunla çalışırken şiir üzerine şarkı yazıyorum. O şiiri hazırlıyor, sonra ben o şiiri cebimde dolaştırıyorum, düşünüyorum, taşınıyorum, Polonezköy’de bir akşam vakti o melodi şiirle buluştu, kucaklaştı ve şarkı çıktı. O da bir dönem şarkısıdır, önemli bir şarkıdır.


- Bunu yaparken elinizde bir gitar veya piyanoyla mı müziği arıyorsunuz?


Daha çok gitarla düşünüyorum bestelerimi, bazen piyanoda melodiler arıyorum ama çoğunlukla gitarla düşünüyorum.


İMAJ HOCAMIZ MEVLANA’YDI!


- 40’ıncı sanat yılında “Hep Böyle Kal” şarkısının adıyla anılan 3 saatlik bir konser verdiniz ve DVD’si çıkarıldı. Biz de Erol Evgin’i hep böyle tanıdık, böyle bildik ve o hep böyle kaldı. Hep aynı nezaket, topluma saygı, bunu nasıl başardınız?


Çok teşekkür ederim. Ben müziğe ömrümü verdim, “ömrümü” derken aklımdan, kalbimden ve bedenimden söz ediyorum. İnandığım şeylerin peşinden gittim hep, bizim müziğe başladığımız yıllarda yol gösterici imaj ustaları yoktu, imaj hocamız; “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözüyle Mevlana’ydı. Duruş, tutarlılık ve direnmek, direnirken de umudunu yitirmemek sanatta çok önemli. Yani doğru bildiğini yapmak, sevdiğin işleri yapmak, piyasada sevilecek satılacak diye yan yollara sapmamak çok önemli. Bu duruş ve tutarlılık da kurban vermeyi gerektiriyor bazen. Benim bir ilkem var; ben istediğim her şeyi yapacak kadar varlıklı değilim ama istemediğim bir şeyi yapmayacak kadar varlıklıyım; bazı projeleri reddetmek, bazı duruşlara kapalı olmak çok önemli. Para ve ünün değil, işini dünya ölçeğinde iyi yapmanın peşinde olmaya çalıştım, zaten böyle olduğu zaman para da geliyor, ün de geliyor. Böyle bir tutarlılık içinde olmaya çalıştım, seyircime, dinleyicime saygılı olmaya çalıştım, belki yaradılışımdan da gelen bir naifliğim varsa o da katkı sağlamıştır buna diye düşünüyorum.


MURAT ARTIK KENDİ YOLUNDA İLERLİYOR


- Murat Evgin de çok başarılı bir müzik sanatçısı, birçok dizinin müziklerini de yaptı. Onunla beraber ilgiyle izlenen “Baba-Oğul Konserleri” verdiniz, devam edecek mi?


(Gülüyor) Yok, Murat artık benimle sahne paylaşmayı istemiyor, şaka bu tabii ama o konserleri bir dönem yaptık, yurt dışında da yaptık, sahnede birbirimize takılıyor, şakalar da yapıyorduk, şarkılar söylüyorduk. “Baba-Oğul” diye bir şarkımız da var, güzel bir şarkıdır. Şimdi Murat kendi yolunda ilerliyor, onun da önümüzdeki yıl 25’inci yılı olacak. Murat da bugüne kadar çok güzel şarkılar yaptı bugüne kadar, dediğiniz gibi televizyon dizilerine, sinema filmlerine ve belgesellere müzikler yapıyor, şu anda yoğunluğu orada. Konserler de veriyor ama bu dizi müzikleri çok zamanını alıyor, o şekilde çalışmaya devam ediyor Murat.


BENCE TÜRKİYE’DEKİ ÖFKE VE KIZGINLIĞIN ALTINDA YATAN EĞİTİM EKSİKLİĞİDİR!


- Eşiniz Emel Evgin’i de uzun yıllardır tanıyorum, o da son derece sakin, güler yüzlü  ve sevgi dolu kadındır. Bunu nasıl başarıyorsunuz?


Sinirleniriz Ruhatcım (gülüyor) sinirlenmez olur muyuz ama kendi içimizde hallederiz halletmeye alışırız. Ülkemizde yaşanan olumsuzluklar hepimizi çok kötü etkiliyor, bunların bir an önce sona ermesini çok istiyoruz, bir kavga ortamı var Türkiye’de, siyasette özellikle, tabii ki siyasette başlayan, sonra her yere sirayet eden bir bağırma çağırma ortamı var. Türkiye böyle değildi, bunun bir an önce normale dönmesini istiyoruz. Bütün bu öfkenin, kızgınlığın altında yatan eğitim eksikliği diye düşünüyorum. Sağlıklı toplum için birinci öncelik çağdaş eğitimdir, okuyan ve okuduğunu anlayan, düşüncelerini ifade edebilen, yazabilen ve tartışan, birbiriyle anlaşabilen bir toplum ancak ve ancak eğitimle olur. Hani diyorlar ya “Türkiye’nin sorunu şu, bu”  diye, evet birçok sorun var ama bence uzun vadede en büyük sorunu “çağdaş eğitim eksikliği”. Toplumda öfke ve şiddet hakim, oysa öfke kontrolü ancak mantıklı düşünme, akıl yürütmeyle yani eğitimle sağlanır. Çevre ve doğa bilincinin oluşması eğitimle sağlanır, insana, hayvana, doğaya saygı eğitimle olur. Ağaç katliamları, orman yangınları içimizi sızlattı, doğayı ve ormanları korumak da eğitimle olur. Yani eğitimle her şey çözülür diye düşünüyorum. Biz de aile içinde sorunlarımızı uzlaşarak, anlaşarak, sakin bir dille birbirimize anlatıp paylaşarak çözmeye çalışırız, bugüne kadar da çözdük çok şükür.


“BİNANIN KOLONUNU KESEN İNSANIN BEYNİNİN İÇİNDE NE OLDUĞUNU MERAK EDİYORUM”


- Türkiye’ye baktığınızda sizi en çok üzen bu öfke havası mı? Çünkü eğitimli insanların da çoğu fazlasıyla öfkeli burada. Orman yangınlarında, diğer doğal afetlerde hep geç kalmamız, son depremlerdeki ihmaller, büyük can kaybı olması sanatçıları da çok etkiledi.


Bunların da temelinde eğitim yatıyor, binalarda kolon kesmek nasıl bir anlayıştır? O kolon kesen insanın beyninin içinde ne olduğunu çok merak ediyorum.


- Başarılı bir mimar olarak da bu olay sizi hepimizden çok şaşırtıyor ama kolon kesenler de yasaksız, cezasız bir ülkede sadece kazancını düşünüyor.


Ama sonra kendisi o enkazın altında kalıyor, olacak iş değil, işte bu da bir eğitim meselesi. Çağdaş eğitim çok önemli, Einstein ne güzel söylemiş “Cahillik ne güzel, her şeyi biliyorsun”. Bilgin sıfırsa özgüven tavan yapıyor.



ADİLE NAŞİT ÜZGÜN OTURUYORDU, MİKROFON AÇIK UNUTULUNCA BÜTÜN SALON DİNLEDİ!


- Yüzü aşkın sanat ödülünün sahibisiniz, o kadar çok başarılı çalışmayı, şarkıyı, televizyon programları, filmler, müzikalleri yıllara sığdırmışsınız ki yazmakla bitecek gibi değil. Yurt dışında hangi ülkelerde konser verdiniz?


Yurt dışında da çok konser verdim, artık gitmiyorum ama şimdi 6-7 konserlik bir Amerika turnesi teklifi var, belki yaz sonunda onu değerlendireceğim ama artık pek gitmiyorum, eskiden çok çıkardık yurt dışına. Almanya, Avusturya, Hollanda, Amerika’da hatta İran’a bile gitmiştim. Şah’ın son aylarıydı, orada bile konser verdik.


- Yurt dışı veya içindeki konserlerde yaşadığınız çok enteresan olaylar oldu mu?


Yurt dışında 80’li yıllarda ASALA terörü vardı, bizim büyükelçilerimiz, başkonsoloslarımız öldürülüyordu, biz de o dönemde biraz endişeyle gittik, bir Ermeni arkadaşım bana “Türkçe konuşan Ermeni’den korkma, çünkü o bizi bilir” dedi, hakikaten orada birçok Ermeni vatandaşımız konserlere geldiler, çok sevgi içinde sohbetler yapmıştık. Avrupa’da da konserlerde ciddi önlemler alıyorduk, bu konserlerdeki endişeyi hatırlıyorum, yoksa yurt dışı konserleri çok keyifli geçer.  Yurt içinde de çok anılarımız var. Ben 3 yıl müzikal oynadım; Hisseli Harikalar Kumpanyası ve Şen Sazın Bülbülleri’ni 3 yıl oynadık, Haldun Dormen’in yazıp yönettiği oyunlardı bunlar. İlginç anılardan biri şöyle; yaka mikrofonları Türkiye’ye yeni gelmişti, Şan Sineması’nda oynarken “Kulise girince mikrofon bağlantısının üzerindeki düğmeyi kapatın, sahneye girince açın” dediler, hem pil bitmesin, hem konuşmalar duyulmasın diye. Biz de buna uymaya çalışıyoruz. Bir ara kulise girdim Adile Naşit çok tatsız oturuyor, oysa çok neşeli olur kuliste, “Adoş neyin var” diye sordum, “Hemoroidim var, çok sancı çekiyorum” dedi. Kuliste olan diğer sanatçı arkadaşlarla bir hemoroid sohbeti başladı, Erol Günaydın “Bende de var, turşu suyu içince azıyor, şöyle oluyor, böyle oluyor” derken sahne müdürü koşarak geldi “Kapatın mikrofonları, içerde millet sizin poponuzu dinliyor” dedi, neye uğradığımızı şaşırdık. Tiyatro sanatçıları çok renkli insanlar, çok güldüğümüz hoş anılarımız vardı.


POZİTİF KONUŞMAYA GAYRET EDERİM, NEGATİF ENERJİ VEREN İNSANLARDAN UZAK DURURUM.


- Kızınız Elvan Evgin Sheehan ile yaptığınız terapileri biliyorum, faydalı oluyor mu, hala devam ediyor musunuz?


Kızımın uzun yıllardır Koreli bir hocası var onunla çalışıyor ama kendisi de usta oldu artık, aslında kendisi de iç mimar, bu terapilere çok ilgi duyuyor, bazen bizi de alıyor, hoşumuza gidiyor, rahatlıyoruz.


- Sükunetini korumak için başka özel yöntemlerin var mı?


Benim insan perhizim vardır, sevmediğim veya negatif enerji veren insanlardan uzak dururum. Mesela yemekte hastalıktan söz etmekten hiç hoşlanmam ve başkalarını da yemek davetlerinde hastalık konusunda konuşturmamaya çalışırım. Yani pozitif olmaya, pozitif konuşmaya, pozitif düşünmeye gayret ediyorum, bunun ruh sağlığıma iyi geldiğini düşünüyorum. Bir de çok müzik dinlerim, müzik de insanı çok rahatlatan, gevşeten bir şey. Uyku düzenim iyi, akşam 11 gibi yatıyorum, sabah 7 gibi kalkarım, gıdama dikkat ediyorum, un ve şekeri yok denecek kadar az tüketiyorum, her gün 7 bin-10 bin adım arası yürüyüşler ve yıllardır haftada 2 gün pilates yapıyorum ve kas kondisyonu açısından çok etkisini görüyorum.


- Her zaman fit görünmen, hatta cildinin hiç değişmemesi herkesin dikkatini çeker, gül suyuna buz koyarak cildine sürdüğün doğru mu?


(Gülüyor) Bir süredir yapmıyordum, dur yeniden başlayayım. Biraz da genlerin rolü var, benim anne tarafımın genleri çok iyidir, sağlıklı ve uzun ömürlüdürler. Ben neşeli olmanın önemine inanırım, yaşamda en saf ve temiz duruş neşedir, çocuk niye güzeldir; çünkü neşelidir. Türkiye zor şartlarda ama Çetin Altan’ın sözünü hatırlayalım “Enseyi karartmayacağız”.




Evgin kızı Elvan ile meditasyon yapıyor.

EN MUTLU OLDUĞUM ANLAR SAHNEDE OLDUĞUM ANLAR


- Hayatta seni en mutlu eden ve en çok üzen olaylar ne oldu?


Kayıplar bizi çok üzüyor, çevremizde, dostlarımızda, değer verdiğimiz sanatçılarda kayıpları kabul etmek zor oluyor, onları da artık bir geçiş olarak düşünüyoruz, hayal ediyoruz, başka bir alemde onlar yaşıyorlar diye düşünüyoruz. Çiğdem Talu 40’lı yaşlarında vefat etmişti, Melih Kibar 51 yaşındaydı, çok erken kayıplardı, sonra anne baba kaybı, 3 ağabeyim vardı onları yitirdim, dolayısıyla beni en çok üzen şey kayıplar. Beni en mutlu eden şey ise sahnede olmak, en mutlu olduğum anlar sahnede olduğum anlar. Şarkıların ara nağmelerinde içimden hep Tanrı’ya şükrediyorum; “Allah’ım çok şükür iyi ki sahnedeyim” diyorum, seyircilerimle birlikte olmak benim için müthiş bir terapi oluyor, zaten konserlerde birlikte gülüyoruz, ağlıyoruz, birlikte şarkılar söylüyoruz, bir buçuk iki saat nasıl geçiyor anlamıyorum. Ara da vermiyorum, çünkü ara beni soğutuyor, başlıyoruz ve bitiyor. Bir arkadaşım “Ölmeden önce yapılacak 50 şeyden biri Erol Evgin konserine gitmek” diye yazmış, çok hoşuma gitti.


KARİYERİMİN İLK YILLARINDA KENDİMİ İNSANLARA KABUL ETTİREMEMİŞTİM!


- Hayatı anlat deseler nasıl anlatırdın, “Hayat çok zormuş” dediğin anlar oldu mu?


Tabii, hiçbir şey kolay değil, hele kariyerimin ilk yıllarında çok sıkıntı çektim, bir türlü insanlara kendimi kabul ettirememiştim. Onun için gençlere hep söylerim “Aman umudunuzu yitirmeyin, kendinize inanıyorsanız başkalarını da mutlaka inandırırsınız ama öncelikle kendinize inanmanız gerekir”. Bu çok önemli, işimde çok sıkıntılar çektim ama çok şükür özel hayatımda, çocuklarımda, torunlarımda bir sıkıntı yaşamıyorum, onlarla özel hayatımda çok mutluyum. İşimde de keyifle konserler veriyorum, 2005 yılında Melih de aramızdan ayrılınca o şarkıları koleksiyon albüm olarak çıkarttım, yeniden bir rüzgar esti, 2005’ten bu yana müzikle çok yoğun bir şekilde iç içeyim. Eşimle bir dönem, 20 yıl mimarlık yaptık, ikimiz de mimarız, şimdi mimarlık ofisimizi bana ve Murat Evgin’e hizmet veren bir prodüksiyon şirketine çevirdik, zaman çok yoğun geçiyor. Yeni bir albüm yaptık ama depremler nedeniyle fazla tanıtamadık. Pandemide daha önce söylemediğim ama “Keşke söyleseydim” dediğim şarkılardan bir albüm yapmıştık, “Sevdiklerim” diye akustik bir albümdü o, bu sene de “Sevdiklerim 2”yi çıkarttık, o albümde 14 şarkı var, “Kar” diye bir şarkı var, benim bestem, sözleri Murat Balkuş’un. O sözler İnternette gezerdi ve çok beğenirdim, finali şöyleydi; “Eskiden kar yağardı adam boyu, adamlar da adamdı o zaman, kar sendin, kar bizdik, şimdi eridik, eridik, eridik” diye devam eden bir şarkı. O albümde 13 şarkı var, Sezen Aksu’nun “İkinci Bahar”ı var, Aşkın Nur Yengi’nin, Murat Evgin’in, Fazıl Say’ın, İlhan Şeşen’in, Sıla’nın şarkılarını söyledim, Aldırma Gönül var, severek dinleyeceğiniz birçok şarkı bir arada. Son olarak Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirini ben bestelemiştim; “Yaşadım, yıldızlar şahidimdir, erik ağaçları şahidim” diye devam eden şiir, o da güzel bir şarkı oldu.


- İnşallah daha huzurlu günlerde görüşmek üzere çok teşekkür ederim.


Bak, Nazım Hikmet’in bir dörtlüğü hep çalışma masamda durur; “Yok öyle umudunu yitirip karanlıklara savrulmak, unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak”. Geleceğe hep umutla bakmalıyız.