İnancın siyaset malzemesi yapıldığı bir seçim dönemi yaşıyoruz. İnsanın Alevi olması sanki ayıplanacak bir şeymiş gibi gündeme getiriliyor. CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğu bilinmesine rağmen bir gün bile Alevilikle ilgili konuştuğuna kimse tanık olmamıştır. Kılıçdaroğlu’nun namuslu, dürüst bir siyasetçi olduğu söyleniyor ama “Alevi olduğu için oy verilmeyeceği” dillendiriliyordu. O, “Evet Aleviyim” dedi ve konu kapandı.

Rahmetli Turgut Özal, Süleyman Demirel, Kılıçdaroğlu’nu önemli görevlere getirdi. Siyasete atıldıktan sonra Erdoğan, rakibi Kılıçdaroğlu’nun bürokrasideyken açığını bulmak için defalarca müfettiş ordusu görevlendirildi. Onlar “Bir şey bulamadık” dedikçe, başka müfettişler görevlendirildi. Ama açık bulamadılar. O yüzden onun Alevi oluşunu, farkında olmadan seccadeye basmasını miting meydanlarının, tartışma programlarının konusu yapıyorlar.

SOYU SOPU BELLİ

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gaziantep’te seçim otobüsüne gelen küçük kızın, CHP Genel başkanını kastederek “Onlar seccadeye basıyorlar” demesinden son derece mutlu olduğu, “Bak neler diyor, neler” sözlerinden ve ardından da ona 200 lira vermesinden belli oluyordu.

Kılıçdaroğlu, seccadeyi fark etmediğini söylemiş ve bunun için samimi olarak herkesten özür dilemişti. Ama yetmiyor. “Alevi” olduğu için seccadeye bilerek bastığı yayılıyor. Mezarlıkta, türbede dua okurken kendini bilmez bazı kişiler, “O Fatiha okumayı bilmez” diye bağırıyor. Kılıçdaroğlu’nun  inançlı bir insan olduğu bilinir. Geçmişte umreye gittiğini de hiç söylememişti. Kılıçdaroğlu’nun Akşehir’de türbesi bulunan ve Peygamber soyundan gelen Mahmut Hayrani’nin torunlarından olduğu İstanbul Müftülüğü’nde de kayıtlıdır. Yani, onun soyu-sopu devletin kayıtlarında yer alıyor.

ASIL GÜNAH VE KUSUR

Seccadeye basılması olayını AKP köpürtürken, isminin açıklanması halinde sıkıntı yaşayacağını belirten bir müftü, sorum üzerine şunları söyledi:

Seccadeye basmanın dinen hiçbir günahı yok. Kaldı ki bilerek yapılmamış.  Bunda bırakın günahı, kusur bile yok. Günah ve kusur, insanları bu duruma düşürmektir.  İnsan bir ayıp veya kusur işlemiş bile olsa onu insanın yüzüne vurmamak dinin gereğidir.

Hazreti Muhammed’in, ‘Kim bir kulun ayıbını örterse kıyamet gününde Allah da o kimsenin ayıbını örter’ hadisi, Peygamberimizin emri ve tavsiyesidir. Bir insan bilerek ve isteyerek bassa bile günah olmaz. Ancak örfen etik değildir. İnsanın namaz kılması için illaki bezden seccade olması gerekmiyor. Bir temiz yerde veya karton üzerinde de namaz kılar. Senin namaz kıldığın kartonla, seccadenin bir farkı yoktur. Aslında konu tamamen siyasidir.

Camiye ayakkabıyla girilmez bu günah olur. Çünkü Araf Suresi 31. Ayette ‘Allah’ın mescitlerine yani camilerine temiz elbiselerini giyerek gidin’ buyruluyor.”

 CAMİDE SALDIRIYA UĞRADI

Anlatacağım olay, 15 gün önce yayımlanan  Prof. Dr. Kemal Çevik’in “1950’li Yıllardan Başlayan Kimi Kısa Anılar” kitabından. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu üyeliklerinde de bulunan Kemal Çevik’in kitabından ilginç anıları okuduktan sonra kendisiyle de konuştum. O kitaptan aktarıyorum:

“Yıldızeli ilçesinde  Kemankeş Camii’ne zaman zaman mahalle arkadaşlarımla cuma namazına giderdim. Bir cuma namaz vakti caminin içinde hiç rastlamadığım bir itiş kakış ve küfürleşmelerle karşılaştım, çok şaşırdım. 6-7 kişi Bektaşi-Alevi Derviş emmiyi sırtına vura vura tekme tokatla caminin dışına sürüyorlardı. Hemen Derviş emminin yanma koştum.  Eli yüzü kan içindeydi. Beni de Derviş emminin yanına yaklaştırmadılar. Şöyle bağırıyorlardı: ‘Kızılbaşoğlu kızılbaş, camide ne işin var? Sana camiye gelme diye kaç defa söyledik, defol buradan.’

Derviş emmiyi, Kemankeş Camii’nin dışında şadırvanın sulaklarına attıklarını gördüm. Yıldızeli kasabası Sünni, Alevi ve Ermeni topluluklarından oluşmaktaydı. O zamanlar her birinin ayrı mezarlıkları vardı. Kızılbaş mezarlığının etrafı çevrili değildi. Derviş emmiye yardım etmek istiyordum. Şadırvanda yoktu. Bir siluet halinde mezarlıklarına doğru hızla koşarak kayboldu.”

MESCİD-İ AKSA’DA

Camiden dövülerek atılmasından sonra Kemal Çevik, Derviş emmiyi Yıldızeli’nde bir daha hiç görmedi. Onun için “Zaten kimsesi yoktu, kayboldu gitti” dediler.  Kemal Bey, 1987 yılında Kudüs’e gittiğinde Mescid-i Aksa’yı ziyaret ederken onu, beyazlamış sakalına, bükülmüş beline rağmen hemen tanıdı. Çevik o günü şöyle aktardı:

“Mescid-i Aksa’nın ana kanatlı kapısına girdikten sonra mihraplı geniş salonunun kapısında bekleyen imam efendi beni içeriye almak istemedi. Ziyaret saati dolmak üzereydi. Yanında gördüğüm Derviş emmi ise beni içeri davet ediyordu. İmam efendi Fransızca hangi ülkeden geldiğimi, Müslüman olup olmadığımı sordu. Ben de ona Fransızca cevap verdim. Gözlerinin içi gülerek bana yol verdi. Derviş emmi de beni Aksanın Mihrabı’na sevk etti. Namazdan sonra etrafı biraz seyrettim. Sonra dışarı çıkmak istedim. İmam efendi bana Kubbet’üs Sahra’ya kadar refakat etti. Gözlerim Derviş emmiyi aradı ama yoktu, kaybolmuştu. Kemankeş camiinden Kızılbaş diye atılan Derviş emmiyi, Mescid-i Aksa mihrabına kabul etmişti.”

Kimin inançlı, kimin olmadığına birileri karar vermemeli. Kemal Çevik’in kitabından bu anıyı okuyunca, kendisinden dinleyince camiden atılan kişinin en kutsal mekanda saygı gördüğünü sizin de bilmenizi istedim.