Adıyaman’ın bildiğim bazı caddelerinin yerle bir olduğuna ilişkin görüntüleri izledim. Kiminle konuşsam, “Adıyaman bitti” dedi. Menzil köyünün de bağlı olduğu Kahta ilçesinde 4 bina yakıldı, 44 kişi hayatını kaybetti. Menzil köyünü merak ettim, yapılar yeni ve son teknolojiye uygun yapıldığı için binalarında bir sorun olmadığını öğrendim.

Ancak köylerin yüzde 80’inde konutlar yıkıldı. Menzil Tarikatı, TPAO’nun yaptığı bir sondajda bulduğu sıcak suyu, 15 kilometre uzaklıktan getirip Menzil’in Bahar Evleri Termal Sitesine bağlamış. Devre mülklerin, Seyda’nın oturduğu eve uzaklığına göre fiyatı da değişiyor. Şeyhin evine yakın olan devre mülkün parası daha yüksek. Bu fiyatlar kademe kademe değişiyor.

MELEKLER Mİ ÇALIŞIYOR?

Böyle dar günlerde, zor günlerde Menzil Tarikatı’nın ne yaptığını araştırdığımda, devre mülkleri halka açtığını öğrendim. Ancak, sanıldığı gibi her başvuran o evlere alınmıyor. Tarikat mensupları alınıyor.  Yemekleri de Menzil’in yardım kuruluşu Beşir tarafından karşılanıyor.

Menzil’de bina yıkılmamasını, dini amaçla kullanan tarikat mensupları da çıkıyor. Çimentosundan demirine hemen her binanın ihtiyacı tarikat mensuplarının desteğiyle karşılanıyor, ustasından amelesine gönüllü olarak çalışılıyor. Bunları, “Menzil” kitabımı yazarken, yerinde gidip öğrenmiştim. Dahası, Menzil’in ekran yüzlerinden Serdar Tuncer’in  Seyyid Abdulhakim el Hüseyni’nin (Şeyh Raşit ve Abdulbaki Erol’un babası) Menzil’de çalışanlarla sohbet ederken, “Menzil’de sizin bu yaptığınız işleri melekler yapıyor. Ama, biz sizlerin sevap kazanması için gönüllü çalışmanıza izin veriyoruz” dediğini bir radyo programında anlatmıştı.

Bununla yetinmeyip kendisine sordum. Söylediklerinin doğru olduğunu söyledi. O işleri, melek görünümlü insanların yaptığını belirtti. Konuşmamızı “Menzil” kitabına yazacağımı söylediğimde, kendisini arayıp bilgi aldığım için teşekkür etmişti.

ŞEYH TÜRBESİ

Adıyamanlı iş insanı Şeyh Abuzer Yıldırım 26 Nisan 2020’de Covid-19 nedeniyle hayatını kaybetmişti. Hastane, cami, okul, sağlık ocağı, polis lojmanı, taziye evi de yaptırmıştı. Adıyaman merkezde dergahı vardı. Vakfının adı da Yıldırım Vakfı’ydı. Vefatından sonra Şeyh Abuzer Yıldırım’ın cenazesine binlerce kişi katılmıştı. İçişleri Bakanı da cenazede tabutun altına giren ve son görevi yapanlar arasındaydı.

Adıyaman’a 18 kilometre uzaklıkta bulunan Börgenek köyünün Orta Mahallesi civarında bulunan yüksek bir tepeye şeyhin türbesini yaptılar. İllerde bile bulunmayan büyüklükte cami inşa edildi. Yıldırım Vakfının tanınırlığı giderek artmaya başladı. Vakıf adına Adıyaman halkına sosyal medya üzerinden mesajlar gönderiliyor. Birisini okuyalım: “Adıyaman Börgenek Köyü Şeyh Abuzer Yıldırım Türbesi, 3 bin kişilik çadır, 7/24 sıcak yemek, yatacak yer. Mağdur olan herkesi bekliyoruz.”

DEVLET NİÇİN YAPMIYOR?

Telefon numarası da veriliyor, “Bu numaraları arayın, kendi araçlarımızla Adıyaman’ın neresinde olursanız olun alırız” notu düşülüyor Börgenek köyüne yakın yerde 35 bin metrekarelik alana sabit çadırkent kurulduğunu ve kullanıma hazır olduğunu da ayrı bir mesajla duyuran vakıf; yemek, elektrik, su, battaniye, soba ve her türlü imkanın mevcut olduğu da belirtiliyor.

Menzil’e de, Şeyh Abuzer Yıldırım Vakfı yetkililerine, “Siz niçin bu kadar yardım yapıyorsunuz?” demiyorum. Bir tarikatın, vakfın bu kadar imkanları varken, bizim AFAD’ımız, Kızılay’ımız, diğer yardım kuruluşlarımız neden organize olamıyor? Çadır üreticileri ellerinde malzeme olmadığını belirtiyor. Peki, bu karışıklık da, nasıl oluyor da koca Adıyaman’da yeterli çadır yokken, Adıyaman’ın köyünde türbenin yakınında çadırlar kuruluyor, sıcak yemekler veriliyor?

Adıyamanlılar “Adıyaman sahipsiz” diye feryat ediyor. Anlamsızca bir o yana, bir bu yana enkaz yığınları arasında insanlar çaresizce dolaşıyor. Sivil toplum kuruluşlarının, belediyelerin yapmak istediği yardımlar, “AFAD tarafından tek elden yapılsın” denilip el konulurken, acaba tarikatlar, cemaatler bunların dışında mı tutuluyor?

CEMAATLERE Mİ VERİLDİ?

17 Ağustos 1999 depreminin sabahında Adapazarı’na gitmiştim. Asker, ilk andan itibaren göreve başlamıştı.  Böyle büyük bir depreme rağmen dayanışma içinde bu sorunları aşmak için her birim üzerine düşeni yapıyordu. Bazılarının o günlerde eleştirdiği Türk Kızılay’ı, çadırı beğenilmese bile halka çadır dağıtıyordu. Kızılay’ın da bağlandığı AFAD, halka çadır bile dağıtamıyor.

O deprem şunu da öğretmişti: Her il valiliğinde ilin nüfusu da dikkate alınıp çadırlar yaptırılacak, bunlar depolarda saklanacak, ihtiyaç halinde çıkarılacaktı. Peki o çadırlar nerede? Yoksa valilikler, ellerindeki o çadırları tarikatlara mı verdi? Bunların kapsamlı araştırılması gerekiyor. Halkımızın iyilik için yarışırken, tarikatların bunu fırsata çevirmesine izin verilmemeli...