17 Ağustos 1999’da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda saat 04.30 civarında hareketlilik başlamış, komutanların karargahta olması istenmişti. Karargaha gelenlerden birisi de Deniz Kurmay Albay Önder Uysal’dı. Harekat Merkezi’ne gemilerden gelen mesajlarda Gölcük’ün, rıhtımların, karargahın, orduevinin tamamen yıkıldığı bilgileri geliyordu. Odada değişik televizyon kanalları açılmıştı. Gemilerden böyle mesajlar geliyor ama hiçbir televizyon kanalında Gölcük’ten söz edilmiyordu. Saat 09.00’a kadar sadece Avcılar’da meydana gelen deprem anlatılıyordu.

Bir televizyon, helikopter kaldırmış, depremi havadan görüntülüyordu. Muhabir, “Gölcük’e doğru gidiyor” dedi ve ardından, “Ben de Gölcüklüyüm oraya gidiyor” dedi. Bu olay göstermişti ki depremde ilk işlerden birisi de havadan keşif yapmaktı. Demek ki o olaydan ders alınmamış.

İLK YAPILMASI GEREKEN

Gölcük depreminin hem mağduru, hem yöneticisi olarak yaşayan emekli bir albay, 10 ilimizde meydana gelen depremle eski depremleri karşılaştırırken şunları anlattı:

“Depremle ilgili kayıp haberlerinde çok büyük eksiklik var. Yıkılan bina, yaralı, vefat sayıları veriliyor. Ama aranan depremzede sayısı verilmiyor. Halbuki ilk yapılması gereken yıkılan bina sayısını ve buralarda kaç kişiyi arıyoruz, onu bilmemiz lazım ki arama kurtarma timleri ne aradığını bilsin. Bugünkü imkanlarla çok kolay ulaşılabilen bilgiler. Sizden ricam, medya hiç olmazsa bu bilgilere ulaşsın, toplum bilgilendirilsin ki en kötü senaryoyu bilelim.

Gölcük’te göçükte kalanlardan sağ olanlardan üç gün sonunda yüzde 25’inin, dördüncü günde yüzde 30’unun, beşinci günde yüzde 45’inin ölü olarak çıkarıldığını ben yaşayarak öğrendim. Bu rakamlar bilimsel rakamlar değil ama Gölcük bölgesinde ki kayıplar ve kişisel incelemem sonucu bunları gördük. O depremzedelerde su kaybı vardı, şimdi hipotermi de ölüme yol açıyor.”

ORGAN MAFYASINI UNUTMAYIN

“1999’da Sakarya’ya gittiğimde evlerin yağmalandığına ilişkin şikayetler gelmişti. Kıymetli İçişleri Bakanı Sadettin Tantan anında önlemi almıştı. Konuştuğum bir uzman, “Mutlak TSK ile çevre güvenliği alınmalı. Çünkü çocuk hırsızlığı, ayakta kalan evlerin soyulması olası. Gelenlerin iyi niyetli olduğunu düşünüyorsunuz. ‘Gıda, giyecek, çadır, sağlık hizmeti ulaştıramıyoruz’ adı altında geliyor, çocukları da alıp gidiyorlar. Kuşkusuz gelenlerin çok büyük kısmı iyi niyetli. Ama bunların arasına sızmış kötü niyetli olanlar bulunduğu unutulmasın. Çünkü bunlar Gölcük’te yaşandı, diğer il ve ilçelerimizde yaşanmasın. Bölgeye giriş- çıkış muhakkak kontrol altına alınmalı” uyarısında bulundu.

En kritik konulardan birisi de özellikle kurtarılan çocukları teslim alan kişilerin doğru tespit edilmesi. Düşünün deprem olmuş, pek çok insan  yakınlarını arıyor hatta başka yerlerden de gelenler oluyor. Bunların arasında kötü niyetliler olduğunu da unutmayalım. “Çocuğun yakınıyım” diye almasına engel bir durum yok. Deprem sonrasında kayıp çocuklarını arayan ailelerin sayısı hiç de az değildi.

Aslında bu konuda çok söylenecekler var. Her zaman geçmişte yaşananlardan ders alınması gerekiyor. Ancak, bunu göremiyoruz.

Siz siz olun, doktorunuzun söylediklerini dinleyin!


Kalp damarlarıma ilk dokunan 2003 yılında Prof. Dr. Ali Oto olmuştu. Her yıl genelde ocak ya da şubat ayında kontrole gittiğimde, “Maşallah çok iyisin” diye gönderirdi. 2019’da yeni bir stent daha taktı. 2022’de kontrole gittiğimde sanki bir şeyler hissetmiş olacak ki “iki ay sonra bir daha gelin” dedi. “Bir şey yoktur” deyip gitmedim, nasıl olsa 2023’de gideceğim diye düşündüm. Çok açık söyleyeyim işlerden gitmeye de fırsat bulamamıştım.

Nihayet 4 Şubat’ta Prof. Dr. Ali Oto, Doçent Doktorlar Begüm Yetiş Sayın  ve Hakan Aksoy’un ilk tetkikleri iyi idi. Ancak, yürüyüş bandında daha birkaç dakika yürümüştüm ki, Ali Hocanın makineden çıkan kağıda bakışından kötü bir şey olduğunu anladım. “Ağrı başladı mı?” dediğinde, “Evet hocam” dedim. Yürüyüşü durdurdu, “Anjiyo yapmamız lazım” dedi. Hem de bugün. Anjiyo sonucunu Ali Hocamın yüzünden anladım. “Bay-pass” olman gerekiyor dediğinde içimden “Zamanında gitmezsen, belki stentle kurtulacakken şimdi başına By-pass çıktı” diye geçirdim.

Değerli hocam Ali Oto beni Kardiyovasküler Cerrahi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Serkan Durdu’ya teslim etti. Pazartesi günü sabah 09.00’da ameliyata alınmadan önce berber Mürteza Kantaroğlu, 1978’de bıraktığım ve o günden bu yana hiç kesmediğim bıyıklarımdan başlamak üzere vücudumda kıl namına bir şey bırakmadı. Meğer bıyıklarımın altında küçük bir ben varmış da haberim yokmuş. Bıyıklara itiraz etmem de sonuç getirmedi.

Ameliyatımı Prof. Dr. Mustafa Serkan Durdu, Doç. Dr. Mehmet Çakıcı, Doç. Dr. Fatih Gümüş, Uzman Dr. Alper Özgür yapmıştı. Beni uyutan, uyandıran da Prof. Dr. Mehmet Oral’dı. Sanıyorum, daha ameliyat odasını görmeden derin bir uykuya dalmamı sağlamışlardı. Uyandığımda akşam çoktan olmuştu. Tatlı bir uykuya dalıyorsunuz, birden doktor ya da hemşire geliyor. Ya kan alınıyor, ya iğne yapılıyor, ya nabzınız, tansiyonunuz, oksijeniniz ölçülüyor. Hocalar sonuçtan memnundu.

Odam 3. kattaydı. Sabah ayrı, akşam ayrı hemşireler göreve geliyordu. 3. katta temizlik görevlisi Medine, Satı, Mine Hanımlarla tanıştım. Hemşireler Eda Güngör, İlknur Çelik, Hülya Özdek, Ekrem Çevik, Serenay Şahin, Melike Yılmaz, Sude Durmaz, Mine Gökdemir’in her birinin ayrı yardımı, ayrı desteği oldu. Dün, Serkan Bey odama geldiğinde “Yazı yazmamda bir engel var mı?” diye sorduğumda “Hayır” deyince rahatladım. Eve gelir gelmez de işte bunları yazdım.

Prof. Dr. Serkan Bey ne mi yaptı? O da hazırlanmış; Hatay’a seyyar hastane kurmaya, orada çalışmaya gidiyordu. Çaba gösteren, orada çalışan herkese minnet borçluyuz.

Rahatsızlığım nedeniyle arayan, mesaj atan, geçmiş olsun dileklerinde bulunan tüm okuyucularımıza da teşekkürlerimi sunuyorum.