Kızılay’a adını Atatürk verdi. Yıl, 1935.

Tarihi eskiydi; 11 Haziran 1868 tarihinde “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” adıyla kuruldu.

İsmi sonra:
1877’de “Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti”...
1923’de “Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti”...
1935’te “Türkiye Kızılay Cemiyeti”...
1947’de “Türkiye Kızılay Derneği” oldu...

Temel ilkesi değişmedi; ayrım gözetmeksizin insan ızdırabını dindirmek.

Kızılay, tarafsızdı.

Kızılay, bağımsızdı.

Kızılay, hiçbir şekilde çıkar gözetmeyen gönüllü bir yardım kurumu idi.

Gelirleri, genellikle bağışlara dayandı. Bir de Atatürk’ün bağışladığı maden suyu işletmeciliği vardı. Ancak:

Bu hayır kurumu Kızılay, son yıllarda kurduğu şirketler ile holdinge dönüştü.

Bu şirketlerden biri de bugün tartışılan Çadır Tekstil AŞ... Ankara, Malatya, Erzincan’da bulunan çadır işletmelerinde ürettiklerini yurt içi ve dışına satıyor.

Kafalar şurada karıştı: Kahramanmaraş merkezli büyük depremde çadıra olağanüstü ihtiyaç varken, Kızılay çadırlarını neden bedava değil de, AHBAP adlı yardımlaşma kuruluşuna parayla sattı?

Hem “asrın felaketi” diyeceksiniz, hem de elinizdeki çadırı bedava dağıtmayıp parayla satacaksınız!

★★★

Kızılay, bir hayır derneği.

Ana gayesi yardımlaşma, dayanışma.

Peki, yaşanılan bu olağanüstü dönemde; Kızılay’ın ticaret yapma/para kazanma faaliyeti -yasal olsa bile- nasıl ahlaki olarak değerlendirilebilir?

155 yaşındaki Kızılay’ın insan odaklı yüksek ahlaki değeri, ne zaman para kazanma amacına dönüştü?

Kamu yararına çalışan yapan bir dernek, kâr için dönemselliği-nedenselliği önemsemez hale nasıl geldi?

Türkiye, tarihinin en büyük afetine karşı tek yürek olurken, Kızılay nasıl çadır ve hatta kan satmayı düşündü? Tüm deposunu bölgeye göndermesi gerekmez miydi? Yardımsever Kızılay, niçin bu reaksiyonu göstermeyip satış-pazarlama peşinde oldu?

Sorularımızın yanıtını kişisel, “istifa” gibi geçici/ palyatif çözümler ile halletmeye odaklıyız. Oysa, köklü çözümler için sorunu iyi teşhis etmek gerekir.

Hatırlayınız:

Özel televizyonlar hayatımıza girince ekranlara çıkarılan (Mehmet Altan’dan Asaf Savaş Akat’a) iktisatçıların tek cümlesi vardı:

-Kamu kuruluşları kâr etmiyor, ülke ekonomisine yük oluşturuyor, satılması/özelleştirmesi şarttır...

“Hizmet amaçlı kamunun hedefi nasıl kâr etmek olur” diye soran olmadı. Çünkü süreç, neoliberalizmin en azgınlaştığı dönemdi. Hiçbir şeyin değeri yok, her şeyin fiyatı vardı!

Kâr/ para kazanma arzusu, kapitalist üretimin tek amacıydı. Piyasa odaklı bu sistemin öznesi insan değil sermaye idi.

Para, Tanrı idi ve ona tapmak kutsal görevdi.

★★★

Evet mesele sadece Kızılay değil.

Asıl mesele kamuculuğun katledilmesi.

Yaşadığımız vahşi neoliberal sistemde; yardımseverlik, vicdan, ahlak yok. Aksine iyilikseverlik, piyasanın gelişmesinin önündeki engel. Neoliberalizmin kurucu atası Friedrich Hayek bu yüzden sosyal devlete karşıydı!

Türkiye’de de Hayek’in çömezleri Özal, Çiller, Erdoğan gibi siyasetçiler ya da sol görünümlü liboş iktisatçılar eliyle devlet gibi dernekler de hayırseverlikten çıkarıldı.

“Altta kalanın canı çıksın” diyen bu vahşi kapitalist sistemde tek hedef vardı: Ne olursa olsun kâr etmek!

Evet:

Salt Kızılay’a değil, kâr hırsıyla insanı yok eden bu sisteme kızın.

Depremde binlerce çürük yapılmış binanın un ufak olmasının asıl sebebini ne sanıyorsunuz?

Elli bine yakın insanımızın ölmesinin asıl sebebini ne sanıyorsunuz?

“Nerede bu devlet” sorusunun asıl sebebini ne sanıyorsunuz?

Siz bu düzeni değiştirin, Kızılay’ı tekrar Atatürk’ün derneği yapmak kolay...