Bugün gerilere gidiyor ve 17 Ağustos 1999 Büyük Marmara depreminden sonra dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit’e yazdığım açık mektubu birlikte okuyoruz.

★★★

Sayın Bülent Ecevit,

Yüzyılın felaketi sayılan depremden bu yana, olağanüstü bir tempoyla çalışıyor, uykusuz, belki de kabus dolu geceler geçiriyorsunuz. Binlerce vatandaşımızın ölümü, on binlerce insanımızın yaralanmasına neden olan felaketin, duyarlı bünyenizi derinden sarstığını, TV ekranlarına yansıyan yorgun ve kederli bakışlarınızdan anlıyoruz.

★★★

Ancak aynı ekranlar giderek hırçınlaştığınızı, engin hoşgörünüzü yitirmeye başladığınızı ve toplumda geniş saygı gören olgun, bilge devlet adamı özelliğinizden uzaklaştığınızı da gösteriyor.

Örneğin; deprem bölgelerinden gelen bazı haberlere tepki gösterirken, size yakışmayan bir üslupla ‘‘Bir kısım basın!’’ demeniz, bununla yetinmeyip RTÜK’ü göreve davet etmeniz, hışımla toplanan RTÜK üyelerinin de Kanal-6 Televizyonu’nu bir hafta süreyle kapatmaları, sizin adınıza çok talihsiz gelişmeler oldu.

Bu ceza, özellikle dünya kamuoyunda, hükümetin felaket karşısındaki aczinin tescili şeklinde değerlendirildi.

★★★

Sayın Ecevit,

Dürüst kişiliğinizden aldığım cesaretle bazı gerçekleri hatırlatmayı hem gazetecilik mesleğinin, hem de yurttaş olmanın gereği sayıyorum:

Toplumda, ‘‘Karaoğlan’’ fırtınası estirdiğiniz yıllarda adına ‘‘Bozuk düzen’’ dediğiniz, toprak ve yapı yağmacılığına dayalı kokuşmuş sistem, depremle birlikte enkaz altında kaldı. Vatandaş onca acı arasında depremi felakete dönüştüren asıl büyük nedenin, sistemin ta kendisi olduğunu gördü.

Popülist ve Makyavelist politikacıların çıkar hesaplarına uygun geldiği için bugüne kadar yaşatmayı başardıkları, adam kayırmacılığa, adaletsizliğe, bilgisizliğe, yolsuzluğa, rüşvete ve hırsızlığa prim veren kokuşmuş yağmacı sistem, felaket karşısında aciz duruma düştüğü gibi, size ve hükümetinize duyulan güveni de kökünden sarstı...

★★★

Oysa hırçınlaşmak yerine, ‘‘Bazı politikacıların devleti küçültelim derken, devletin organizasyon yeteneğini ve aktif müdahale gücünü yok ettiklerini’’ söyleyebilir, bu zaafı gidermek için büyük uğraş verdiğinizi açıklayabilirdiniz. TV haberlerine kızıp, yangına körükle giden, vur deyince öldüren RTÜK’ü göreve çağırmak yerine, ekrandaki acı gerçekleri, yağmacı sistemi halka anlatmanın aracı olarak kullanabilirdiniz.

Ne yazık ki böyle yapmayıp, tarihe sansür koyduran ‘‘Gazeteci Başbakan’’ olarak geçme talihsizliğine uğradınız.

★★★

Sayın Başbakan,

Ekonomide ilerlemeyi ve ulusal gelirin hakça paylaşımını bir pranga gibi engelleyen bu yağmacı sistemin mimarı siz değilsiniz. Bazı grupları müthiş zengin eden, ama aynı zamanda fakirleşmenin de nedeni olan, toprak ve yapı spekülasyonuna dayalı sistemden en ufak bir çıkar sağlamadığınız gibi, devlet olanaklarını kullanarak, kardeşlerinize, yeğenlerinize, kayınbiraderinize ve şaibeli kişilere vurgun yaptırmadınız. Aksine zor olanı başardınız ve tertemiz kaldınız.

★★★

Kamuoyu, depremi felakete dönüştüren asıl felaketin, yani sistemin sorgulanma zamanının artık geldiğine inanıyor ve radikal değişim bekliyor.

O halde ne duruyorsunuz Sayın Ecevit?

Devrimciliğe giden yol, uluslararası tahkime imza atmaktan değil, depremle birlikte çöken kokuşmuş sistemi değiştirmekten geçiyor.

Bu tarihi fırsatı kaçırmayın.

Yaraları sararken, hiç olmazsa bu kez, yaraya neşter atmayı ihmal etmeyin. Bundan böyle depremde ölmek, Türk insanının yazgısı olmasın.

Yaralarımızın bir an önce sarılması dileğiyle içten saygılar sunuyorum.”

★★★

Okuduğunuz 29 Ağustos 1999 tarihli mektubun üzerinden 24 yıl geçti.

Yaşadığımız son felakette yüreğimiz yanarak bir kez daha gördük ki; bu süre içinde liyakatsızlığın adeta yükselen değer haline getirilip, bilimsel aklın terk edildiği yalnız ve güzel ülkemizde depremde ölmek, maalesef insanımızın yazgısı olmuş!..

Daha çok şey yazılabilir ama inanın içimden gelmiyor!

Yanlışları söyleyip, anlatmaktan dilimde tüy bitti!

Ama dinleyen kim?

Ulusumuzun başı sağolsun...