Değerli okurlarım,

Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimlerine sayılı günler kaldı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 21 yıllık iktidarında büyük dış politika yanlışlarının sonucu olarak birçok ülke ile krizler yaşandı ve Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkileri tam bir çıkmaza girdi. AB ile ilişkilerimizin can damarını oluşturan katılım müzakereleri askıya alındı, ABD ile ilişkilerimiz ise tıkanmış durumda...

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, Millet İttifakı’nın seçimi kazanması ve Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olması halinde, dış politikamızdaki sağlıksız durumun nasıl onarılabileceğini ele alacağız.



★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, söyleşimize, muhtemel Kılıçdaroğlu hükümetinin Batı’ya yönelik politikasının nasıl olması gerektiğini, ana hatlarıyla ele alarak başlayalım.

TÜM KURUMLARIYLA İŞLEYEN BİR DEMOKRATİK DEVLET GÜVEN YARATIR. GÜVEN FAKTÖRÜ DIŞ POLİTİKADA ÇOK ÖNEMLİDİR

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Önce kısaca Türkiye’nin yeni yönetim sistemine değinmemin yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü dış politika, bu sistemin bir türevi olacaktır. Millet İttifakı, yeni sistem olarak; çoğulcu, özgürlükçü ve adil bir demokrasi kurmayı taahhüt ediyor. Bu demokratik yapı, etkin ve katılımcı bir yasama, istikrarlı, şeffaf ve hesap verebilir bir yürütme, bağımsız ve tarafsız bir yargı ile kuvvetler ayrılığı temelleri üzerine oturacaktır. Bu ilkeler, gerekli anayasal ve yasal değişiklikler yapılmak suretiyle “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” bünyesinde yaşama geçirilecektir. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına Atatürkçü,  güçlü özgürlükçü, adil bir demokratik yönetimle başlamak istiyoruz. Bu hususları altını kuvvetle çizdiğim şu noktaları vurgulamak için belirttim. Tüm kurumlarıyla işleyen bir demokratik devlet, ortak aklı öne çıkardığı, şeffaf olduğu, taahhütlerini kayıt altına aldığı, keyfiliği ve kuralsızlığı önlediği için güven yaratır ve ilişkilerini bu güven ortamında yürütür. Kılıçdaroğlu iktidara gelirse, devlet bu güven ortamında yönetilecektir. Karşılıklı güven ortamında müzakereleri “kazan –kazan” formülüne göre yürütmek, anlaşılamayan hususları zamana yaymak veya “dondurmak” mümkün olur.

UD: Dış politikada güven faktörünün kritik önemini belirttiniz. Şimdi muhtemel Kılıçdaroğlu yönetiminin Batı’ya yönelik dış politikasının ana hatlarına gelelim.

AB İLE İLİŞKİLER VE NATO İTTİFAKI DIŞ POLİTİKANIN MERKEZİNE OTURTULUYOR

ŞE: Millet İttifakı, nasıl bir dış politika izleyeceğini “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”’ nin dış politika bölümünde açıklamış bulunuyor. Bu bölümde, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya siyasetindeki yerinin Batı kampı ve demokrasisi olduğu net bir şekilde vurgulanıyor. Bu temel dış politika rotası bağlamında, belgede Türkiye’nin hedefinin “Avrupa Birliği’ne tam üyelik olduğu” belirtiliyor.

Aynı zamanda, NATO’nun “Türkiye’nin ulusal güvenliği için sağladığı caydırıcılık açısından kritik önem” taşıdığı vurgulanıyor. AB ile ilişkiler ve NATO ittifakı bu suretle Türk dış politikasının merkezine oturtuluyor. Kılıçdaroğlu’nun AB büyükelçileriyle yemek buluşmasında ve “Avupa Birliği Maltepe Forumu”’nda yaptığı konuşmalar, gerek AB, gerekse NATO açısından bu politikaları kuvvetle desteklediğini ortaya koyuyor.

UD: 1950’li yıllardan bu yana Türkiye’nin dış politikasının merkezinde hep ABD bulunurdu. Bu şimdi değişti mi?

TÜRKİYE’NİN F-35 SAVAŞ UÇAĞI PROGRAMINA YENİDEN ALINMASI İÇİN GİRİŞİMLERDE BULUNULACAK

ŞE: ABD ile ilişkiler, aradaki güven erozyonu dikkate alınarak, belgenin dış politika bölümünde temkinli bir yaklaşımla ele alınmış. Ancak, yine aynı bolümde, Türkiye’nin “F-35 savaş uçağı programına yeniden kabul edilmesi için girişimlerde bulunulacağı” vurgulanıyor.  Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. Büyük uğraş ve emek mahsulü olan ve titizlikle hazırlanan ortak politikalar belgesinde böyle bir ifadenin yer alması dikkat çekicidir ve önemli bir mesaj niteliğindedir. Türkiye’nin  F-35 programından dışlanmasının nedeni,  Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini almasıyla patlak veren güven kriziydi.  Millet İttifakı, yeniden bu programda yer almak istediğini belirtmek suretiyle, Amerika’ya şu mesajı vermek istiyor: “Millet İttifakı, Amerika ile ilişkilerin sağlam ve arızasız bir zeminde yürütülmesi ve aradaki güvensizlik ortamının kaldırılması için, başta S-400 sisteminin Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinden çıkarılması olmak üzere, Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla bağdaşan adımları  atılabilecektir.”

UD: Sorunların çözümünde güven faktörüne özel bir önem atfediyorsunuz.

ŞE: Tamamen öyle!... Halen, Türk - ABD ilişkilerinin tam bir çıkmazda olduğu  bir gerçektir. Son 4-5 yıldır bu sorunların çözümü için bir hayli gayret sarfedildi, fakat hiçbir ilerleme sağlanamadı. Bunun birçok sebebi var. Fakat bir tanesi çok önemli ve sorunların çözülmesinde anahtar niteliği taşıyor. Sorunların çözümünde  başarısızlığın temel nedeni, tarafların birbirlerine güven duymamalarıdır. Daha önce belirttiğim gibi, iki tarafın sorunlarını “kazan-kazan” formülüne göre çözebilmeleri, çözemediklerini ise “yönetmeleri” veya “dondurmaları” için, aralarında güven ortamını yaratmaları zorunludur. 14 Mayıs’ ta Millet İttifakı’nın iktidara gelmesinin taraflar arasında bu güven havasının oluşmasını ve ilişkilerinde yeni ve olumlu bir sayfa açılabilmesini sağlayacağı hususunda çok umutluyum.

UD: Peki, Rusya ve Çin’le ilişkiler nasıl olacak?

RUSYA VE ÇİN İLE İLİŞKİLER DIŞ POLİTİKANIN ANA ROTASINI AKSATMAYACAK BİÇİMDE DÜZENLENECEK

ŞE: Millet İttifakı, AB, NATO ve ABD ile olan ilişkilerini Türkiye’nin dış politikasının ana ekseni olarak kabul etmiş bulunuyor. Rusya ve Çin ile ilişkilerin ise bu ana rotayı aksatmayacak şekilde düzenleneceği anlaşılıyor. Nitekim, “Ortak Politikalar Belgesi”nin dış politika bölümündeki ifadelerden, Rusya ile iyi ve istikrarlı ilişkiler sürdürülmek istendiği, fakat ilişkilerdeki yakınlık ve yoğunluğun NATO çevrelerini rahatsız edecek düzeyde olmamasına itina gösterileceği anlaşılıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki açıklamaları CHP’nın de bu görüşü paylaştığını yansıtıyor. AB büyükelçileri ile yemekli toplantıda Kılıçdaroğlu’na şu soru sorulmuş: “Rusya Ukrayna savaşı büyürse Türkiye’nin tutumu ne olur? CHP lideri bu soruyu, ‘Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğu, iktidara geldiklerinde de NATO ile uyum içinde olacaklarını, Rusya ile de ihtiyatlı ve dengeli siyaset izlenmesinden yana oldukları’ ifadesiyle yanıtlamış. Rusya’ya enerji bağımlılığımız ve aramızdaki ticari ve ekonomik faaliyetlerin yoğunluğu dikkate alınırsa, Ankara’nın Moskova arasında mesafe koymasının hayli zamana muhtaç olduğu anlaşılır.

UD: Economist Dergisi, “ Erdoğan kaybederse, küresel sonuçları olan çarpıcı bir siyasi geri dönüş olur” diyor. Bununla ne kastediliyor?

BATILI MÜTTEFİKLER NAZARINDA TÜRKİYE İTTİFAK BAĞLARINI DİKKATE ALMAYAN SORUN ÇIKARICI VE GÜVENİLMEZ BİR ÜLKE KONUMUNDA

ŞE: Erdoğan’ın, 16 Eylül 2022’de Semerkant’ta Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) toplantısında, Türkiye’nin hedefinin ŞİÖ’ye tam üyelik olduğu yolundaki  açıklaması Batı dünyasında şaşkınlık yaratmıştı. Erdoğan’ın kararıyla Türkiye’nin eskaza saf değiştrmesi jeopolitik dengeler açısından küresel sonuçlar yaratacak  bir gelişme olurdu. Batılı müttefikleri nazarında bugünün Türkiye’si, dış politikasını Batı ile stratejik ittifak bağlarını dikkate almadan yürüten, başına buyruk, sürekli sorun çıkarıcı ve güvenilmez bir iktidara sahip bir ülkedir.  “Economist”’in değerlendirmesi, Kılıçdaroğlu’nun iktidara gelmesiyle Türkiye’ye bu negatif bakışın değişeceği yolunda...

UD: Sizce, Kılıçdaroğlu iktidara gelirse, dış politika alanında ilk atacağı adım ne olacak?

YENİ HÜKÜMET İŞBAŞI YAPTIĞINDA AVRUPA BİRLİĞİ TÜRKİYE’YE OLAN TAAHHÜTLERİNİ SÜRATLE YERİNE GETİRMELİ

ŞE: Kuşkusuz, Avrupa ve Amerika, Türkiye’de, hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayanan demokratik bir yönetimin işbaşına gelmesini övgüyle karşılayacak ve alkışlayacaktır... Ama bu yetmez. Yeni iktidarın  uluslararası alanda prestij ve güvenilirliğini pekiştirebilmesi için, AB’nin şu üç konuda mümkün olduğu kadar erken karar alması önemlidir:  AB’nin, askıya aldığı katılım müzakereleri ile Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi müzakerelerini başlatma kararlarını alması ve vize konusundaki taahhüdünü yerine getirmesi.

UD: Bu kararların aciliyeti neden ileri geliyor?

ŞE: Söylediğim gibi, AB’nin bu kararları alması, Kılıçdaroğlu iktidarının uluslararası prestij ve güvenilirliğini pekiştirir ve bu suretle Türkiye’nin ihtiyacı olan dış finansmanın uluslararası kaynaklardan temini kolaylaştırır. Ancak, bu gelişmeleri sağlamak için, yeni iktidarın aşması gereken iki eşik vardır. Birinci eşiğin aşılması için, Türkiye’nın Avrupa Konseyi denetiminden çıkarılması gerekmektedir. Bilindiği gibi, AKP iktidarının 2017 yılında kabul etmiş olduğu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin, demokratik kurumları ve kuvvetler ayrılığı sistemini tahrip etmesi nedeniyle, Türkiye, Avrupa Konseyi denetimi altına alınmıştı. Bu nedenle, iktidara gelişlerinin hemen ardından Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı liderleri ortak bir deklarasyonla, insan hakları ve özgürlüklere dayalı demokratik hukuk devletini koşulsuz savunan bir yönetim olarak Avrupa Konseyi Denetim Komitesi’nin Ekim 2022 tarihli raporunda öne sürülen tüm koşuları yerine getirecekleri taahhüdünde bulunmalı ve Türkiye’nin acilen denetimden çıkarılmasını talep etmelidir. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları uyarınca, Selahattin Demirtaş’la Osman Kavala’nın ve diğer siyasi suçlular hakim kararıyla serbest bırakılmalıdır. Bu arada Osman Kavala’ya “özel görevli insan hakları büyükelçisi” (rowing ambassador) ünvanının verilmesinin isabetli bir karar olacağı kanısındayım.

UD: İkinci eşik nedir?

YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLERDE İKİ ÜLKE ARASINDA DOSTLUK VE İŞBİRLİĞİNİ HEDEFLEYEN YENİ BİR SAYFA AÇMAK GEREKİYOR

ŞE: İkinci eşik, Kılıçdaroğlu yönetiminin, Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile birlikte AB içinde Türkiye’ye karşı sürdürdüğü koyu düşmanlık ve sert muhalefeti aşmasıdır...  Halen kurum olarak AB ve AB’ye üye ülkeler, Türkiye’ye karşı politikalarını Yunanistan’ın güdümünde düzenlemektedir. Bunda, kuşkusuz Erdoğan’ın Yunanistan’a karşı yürüttüğü hatalı politikanın rolü vardır. Örneğin, Türkiye’nin Doğu Akdeniz Doğal Gaz Forumu’na üye olamayışı tamamen Erdoğan’nın irrasyonel tutumu nedeniyledir. Ancak Atina’nın da sütten çıkan ak kaşık olmadığı ve geleneksel olarak eline geçen her fırsatı Ankara aleyhine değerlendirdiği bir gerçektir. Herhalükarda, bugünün şartlarında, AB ile ilişkilerimizi istikrarlı bir zeminde yürütebilmemiz için, Yunanistan’la ilişkilerimizde sorunlarımızın halline yönelik ve iki ülke arasında dostluk ve işbirliğini hedefleyen yeni bir sayfa açmamız gerekiyor.

UD: AB ile ilişkiler gündeminin ön sırasında mülteciler ve Suriyeli sığınmacılar sorunu ile Kürt meselesi de yok mu?

ŞE: Tabii ki var... Fakat ben, söyleşimizin başında da belirttiğim üzere, en acil sorunlara yöneldim. Yalnız, Ortak Mutabakat Metni’nde Suriyeli sığınmacıların yurtlarına iadesi konusunda belirtilen politikayı gayet yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Muhataralı ve çok yönlü olan bu konuya tam vukuf kesbettikten  sonra girişimlerde bulunulmasını telkin edeceğim. Kürt meselesinde ise Millet İttifakı’nın görüşü; bu konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ele alınmasıdır.