Sayın Yeşim Saygın, 8 yıl aradan sonra Günışığı Kitaplığı’ndan yeni bir macera romanınız çıktı. Günlükte Saklı Sırlar çok şey biriktirmiş olmalı öyle değil mi? Öncelikle, tüm o yıllar boyunca yazmasam da yazma isteği beni sürekli dürten huysuz bir hayalet gibiydi. Sonunda onun kazanmasına çok sevindiğimi söylemeliyim. Biriktirmeye gelince, yazan/çizen aslında üreten herkesin, her an yeni bir materyali dünyadan alıp kendine kattığını düşünüyorum. Gündelik yaşamın, bakış açılarının, nesnelerin, doğanın, sorgulamaların, keşiflerin, hayvanların, umutların, sıkıntıların, çağrışımların sunduğu materyalleri. Dolayısıyla söylediğiniz gibi ara verdiğim dönemde çok şey birikti ama aynı zamanda çok şey de elendi yani başka bir farkındalık oluştu; yeni kitaplarıma yansıyacağına inandığım bir farkındalık. SEVMELERİNİ UMUT EDİYORUM Romanda ayrıntılı bir tatil kasabası tasviri var. Arya ve Ateş’in maceralarını yaşarken bizler de o küçük tatlı kasabada dolaşıyoruz. Geçmişinizde yaşadığınız bir yer mi? Yaşadığım bir yer değil ama orada yaşamış olmak isterdim. Yine de yetmişli yıllarda Bursa’da, ağaçlara tırmanarak büyümüş bir çocuk olarak beni çok ıskalamayan bir kasaba tasviri diyebilirim. Günlükte Saklı Sırlar bir dönem romanı aslında. 1980’lerde geçiyor. Telefon, bilgisayar, tablet vs. hiçbiri yok. Çocuklar için canlandırması zor bir dönem. Sizce böyle bir dönemi seçmek riskli miydi? Açıkçası bunun riskli olup olmadığını hiç düşünmedim. Sanırım riskle kastettiğiniz, çocukların geçmişteki bir dönemi gözlerinde canlandıramama ve sonuçta kitabı sevmeme olasılıkları. Kitap basıldığında elbette çocukların sevmesini umut ediyorum ama yazma sürecinde kalemimden dökülenleri bu umut belirlemiyor. Bence yazarlık dahil herhangi bir konuda ortaya sürdüğünüz ürün ya da görüşü sevilsin düşüncesiyle şekillendiriyorsanız samimiyetinizi, inandırıcılığınızı ve hepsinden öte kimliğinizi kaybedebilirsiniz. Ayrıca yetişkinler gibi çocuklar da kendilerine uygun olanı seçmede son derece başarılılar. Eğer kitapta iç dünyalarına denk düşen bir parça yakalarlarsa kitapla bağ kurmakta hiç zorlanmıyorlar. Bir de şuna tanık oluyorum: Her çocuğun içinde ağaçlara tırmanan, annesi çağırana kadar arkadaşlarıyla sokakta kovalamaca oynayan, elektroniğin esiri olmamış bir parça var. Günümüz koşulları çocuğun bu parçasını keşfetmeye, yaşatmasına izin vermiyor belki ama kitap aracılığıyla içinde saklı kalmış o ışıl ışıl yönle tanıştığında çok keyif alıyor, çok mutlu oluyor diyebilirim. TÜM BELLEKLER ÇOK ÖNEMLİ Roman arkeoloji, define avcılığı ve tarih bilimine de göz kırpıyor. Böylesi bir serüvenin içinde aslında yaşadığımız yerin tarihine dair bilmediğimiz çok şey olabileceğini fark ediyoruz. Kent hafızası önemli midir sizin için? Kesinlikle haklısınız, genellikle yaşadığımız yer hakkında orayı merak edip gelmiş bir turistten çok daha az bilgimiz oluyor. Nedeni bir çeşit kanıksamışlık mı, ilgisizlik mi bilemiyorum ancak bu bilgisizlik, bölgenin değerlerini koruyamamamızla ve onu özel kılan kimliğin yitip gitmesiyle sonuçlanıyor. Aslında sadece kent hafızası değil, tarih hafızası, toplumsal hafıza yani sonraki nesillerin aydınlığı açısından son derece önemli değerler taşıyan tüm belleklerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.