İsrailli bir besteci, udi ve perküsyoncusunuz ama eserlerinizde Türk müziği etkileri oldukça baskın. Türk müziğiyle ilgilenmeye nasıl başladınız? Beste yapmaya ve ud çalmaya başlamadan önce perküsyoncuydum. Yani, önce perküsyonla başladım. İstanbul’a ilk kez 2000 yılında geldim. Amacım sadece turistik bir seyahatti. Şehri çok sevmiştim. İsrail’e döndüğümde Türk müziğini dinlemeye başladım. O zaman da ud çalıyordum ama Arap uduydu. Türk stilini öğrenmek istediğim için tekrar İstanbul’a geldim. Burada ud ustası Yurdal Tokcan’dan dersler aldım. Sonra Yurdal’ın grubu ile ilk albümümü kaydettim. Birlikte çalmak hoşumuza gitmişti. Albüm kaydından sonra İsrail’e dönmüştüm ki beni birlikte müzik yapmak için tekrar İstanbul’a davet ettiler. 2002’de İsrail’i bırakıp İstanbul’a geldim. O zaman kaç ay kalacağımı merak ederken, bir bakıyorum da şimdi on altı, on yedi senedir burada yaşıyorum. Kendi müziğinizi bu coğrafyayla birlikte nasıl tanımlıyorsunuz? Bestelerim önce içten geliyor. Türk müziği, Yahudi müziği, caz müziği… Bazı parçalarda Hint havası… Bestelerimde hepsini duymak mümkün. Çocukluğumdan bu yana farklı stilleri dinlemeyi seven biri olarak müziğimde de etkilerini görüyorum. Etno-caz işte böyle bir füzyon. Makamsal müzik çalıyorum ama caz ile harmanlayarak bir füzyon yaratmaya çalışıyorum. Bence Türkiye’de de, İsrail’de de çok zengin bir müzik ortamı var. İsrail’de çok iyi caz müzisyenleri var. Son senelerde “falafel jazz” denen değişik bir stile başladılar. Cazı Ortadoğu’nun etnik müziğiyle harmanlıyorlar. Belki benim müziğim için de “falafel caz” denebilir. Ara Dinkjian hem udi hem de besteci olarak bana çok ilham veriyor. Bu yeni albüm “Back Home / Eve Dönüş”ten bir parçayı Dinkjian’a yollayıp ne düşündüğünü sordum. Onun fikirleri benim için çok önemli. Öyle güzel şeyler söyledi ki, çok mutlu oldum. yinon-muallem3 KALBİMDEN GELEN MÜZİĞİ YAPIYORUM Tüm bu müzik birikiminizi cazla harmanladınız ve etno-caz projesi Eve Dönüş'le dinleyicilere sundunuz. Türkiye'de ya da Ortadoğu'da caz ne kadar mümkün sorusuna da bir cevap verdiğinizi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. Evet, düşünüyorum açıkçası. Ben içimden, kalbimden, canımdan gelen müziği yapıyorum. Etno-caz sadece bir başlık. Yaptığım aslında kendi müziğim. Eskiden daha Türk müziğine yakın, saz semaisi, longa, sirto tarzı müzikler yapardım. Zamanla, hayat aktıkça ben değiştim, müziğim de değişti. Türk klasik müziğinden füzyona geçtim. Ben caz müzisyeni değilim. Sadece caz çalmak çok ilgimi çekmiyor. Ama caz ile füzyon yapmak heyecan veriyor. 11 Ocak'ta önce Borusan Müzik Evi'nde olacaksınız, ardından 12 Ocak'ta Cer Modern Ankara'da... Türk dinleyicilerinizin ilgisini nasıl görüyorsunuz? Türkiye’de çok konser verdim. Açıkçası dinleyicilerin ilgisi konserden konsere değişiyor. Bazı yerlerde daha çok, bazı yerlerde daha az ilgi var. Ama genellikle Türk dinleyicinin müziğimi anladığını düşünüyorum. Daha önce Ömer Faruk Tekbilek, Göksel Baktagir, Serkan Çağrı, Erkan Oğur ve Elif Çağlar ile çalışmalarınız oldu. Bu konserlerde sürpriz isimler de konuk olacak mı sahnenize? Sürpriz biziz! (Gülüyor) Tüm grup İsrail’den geliyor. Sadece ben Türkiye’de yaşıyorum. O yüzden benim için güzel ve heyecanlı bir durum bu, bir şans. Türkiye’de ilk defa bu grupla çalacağım. Konserlere geleceklere, onları güzel bir müziğin beklediğini söyleyebilirim. Yeni albüm “Back Home / Eve Dönüş” iki ay sonra Almanya’da, Galileo Music’ten çıkacak ve tüm dünyaya dağıtımı yapılacak. Ancak bu konserler için özel bir baskı yaptık. Bazı parçalar Spotify’da ve Youtube’da da var, Yinon Muallem Quintet yazıp aratarak dinleyebilirsiniz. y-muallem HAYATIM HİKAYELERLE DOLU Müziğinizde sanki bir hikaye anlatılıyor ve bu hikayenin vurgulandığı yerler var. Genel olarak bu hikayeyi nasıl tarif edersiniz? Benim özel bir noktama dokundun... Hayatım çok hikayeyle dolu. Hikayelerde müzik, müzikte hikayeler var. Ben aynı zamanda yazarım. Ama kitaplar daha yeni projeler. Nasıl ki müziğimde hikâyeleri duyuyorsun, hikâyelerimde de müziği duyabilirsin. Şu an bir roman yazıyorum. Bestelerimin ilhamını hikâyelerden alıyorum. Bir de İstanbul’un seslerinden: pazar sesleri, martı sesleri, vapur sesleri… Onlar da var müziğimin içinde. HAYATTAKİ EN ÖNEMLİ ŞEY AŞK Aynı zamanda "kalbini dinle" şeklinde tanımlanacak da bir teması var müziğinizin. Sizin kalbinizden geçenler neler bu dönemde? Bu büyük bir soru. Hayat içinde çok şeyler yaşıyoruz. Benim hayatım böyle… Güzel yaşanmışlıklar olduğu kadar çirkinleri de var ya da mutluluk ve aşk kadar üzüntü de… Hepsi bir şekilde sanatıma yansıyor. Beste yapmak ya da kitap yazmak aynı şey aslında ama farklı bir stil kullanıyorsun. Benim stilim gerçek. Kurguyu çok sevmiyorum; gerçekleri, yaşadıklarımdan öğrendiklerimi aktarmayı seçiyorum. Bu sıralar yeni albüm hazırlığı dolayısıyla çok konserlerimiz yoktu. Biliyorsun, müzisyen hayatında bazen yoğun dönemler bazen daha sakin zamanlar oluyor. Bir yandan kış, yağmur… Bunlar beni etkiliyor. Bence hayatta en önemli şey aşk. Birisiyle, aileyle, çocuklarla, hayvanlarla ya da çiçeklerle, fark etmez. Aşk güzel şey! Enerji verir, mutluluk verir, umut verir. Ben her zaman şimdide yaşamayı deniyorum. Zor ama hâlâ deniyorum bunu. Anda yaşamayı… Bir de şunu düşünüyorum; farkında olmak çok önemli. Farkında olmak… Çünkü ancak farkında olursan değiştirebilirsin. yinon-muallem2 Bir söyleşinizde Yunus Emre'nin "Yaratılanı, yaratandan ötürü severim" sözüne atıf yapıyorsunuz. “Yunus” isminde bir eseriniz de var. Bu coğrafyada Yunus'un dediği gibi, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek hâlâ mümkün mü sizce? Bak, bunun da bir hikâyesi var bende. Bir kış Abant’a gitmiştim. Göl kenarında yürüyüş yaptım, sonra da dağa çıktım. Orada küçük bir cami vardı, imamıyla görüştüm. Ben çay bahçesi arıyorum, o bana “Gel, çay vereyim” diyor. Tanımıyorum ki adamı… "Nerelisin", dedi, İsrailli olduğumu söyledim. Çok güzel, gel oturup sohbet edelim, "Allah misafirisin", dedi. Sonra oturup uzun uzun sohbet ettik. İmam bana "Bizler kimiz ki farklı insanlar hakkında karar vereceğiz, bir yaradan var, kararı o verecek" dedi. O eserin ilhamını işte bu sohbetten almıştım. Dolayısıyla sorunuza vereceğim yanıt, bu bakış açısıyla yaklaşırsak, zaten birbirimize sevgiyle yaklaşmaya mecbur olduğumuz. Sizin gibi popüler kültüre ait olmayan ve bulunduğumuz coğrafyada müzik yapan birçok sanatçı, son yıllarda dünyanın geniş kitleleri tarafından ilgi görüyor. Bu eğilimi nasıl tarif ediyorsunuz? Bizim yaptığımız müziğin rock, pop, elektronik gibi geniş kitlesi yok. İnsanlar farklı müzikler dinlemeyi daha çok arzu ediyor belki ama durum böyle olsa da yine geniş kitleler ilgilenmeyecek. Düşünün, insanlar kitap okumaktansa televizyon izlemeyi tercih ediyorlar. Ben de yapıyorum tabii bazen bunu. Bizim müziğimizi dinlemek için kalkıp konsere gelmeniz, kulağınızı, kafanızı vermeniz lazım. Ama ben biliyorum ki benim müziğim benden sonra da yaşayacak. BENİ SANAT KORUYOR Birçok kavramın içe içe geçtiği bir dönemden geçiyoruz. İsrail'in Filistin'de yaptıklarına tepki gösterirken antisemitizme varan değerlendirmeler yapılıyor ve ırkçılık normalleştiriliyor. Siz bu güncel meselelerin içine girmekten nasıl koruyorsunuz kendinizi? Politikayı hiç sevmiyorum. Açıkçası kendimi korumayı deniyorum. İnsanlardan korunmak değil tabii ki, bu karanlık hislerden korunmak. Son yıllarda moral bozucu çok şey yaşandı. Ama Ortadoğu’da neler yaşandığına çok bağlı olduğunuzda, yani bu hislerin etkisinde yaşadığınızda hayatınız daha da kötü olur. Beni sanat koruyor açıkçası. Üretmek, üretmek üzere düşünmek… Mesela dün gece yeni bir beste yaptım. Hayatımda aşk var, sevgi var, onlara odaklanmaya çalışıyorum.