12 Kasım günü 1999’daki depremin yıl dönümünde bir iş adamı arkadaşımızla sohbet ediyorduk. Kendisi İzmir’de yaşıyor. Yatırımları İzmir ve Aydın’da. Öyle bir cümle kurdu ki dondum kaldım. Üstelik kurduğu cümle ne İzmir’le ne Aydın’la ilgiliydi.

Şöyle dedi:

“İstanbul’da yedi şiddetinde bir deprem olursa sadece İstanbul değil bütün Türkiye yerle bir olur. Bütün ülkede iş dünyası batar.”

Çok iddialıydı. Ben neyi kastettiğini sorunca devam etti:

“İş ve finans aleminin tamamına yakını orada. Orta büyüklükte bir devlet gibi tüketimiyle diğer kentlerin alıcısı konumunda. Ayrıca diğer kentlerde bir felaket olduğunda yardım ve destek konusunda İstanbul dahi tek başına yetiyor. Ancak İstanbul’a bir şey olsa bütün Türkiye bir araya gelse yetersiz kalır.”

Çok mantıklı geldi.

★★★

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı Mehmet Özhaseki’yle Hatay’daki sohbetimizi anımsadım. İstanbul’da 650 bin bağımsız birimin etkileneceğini, yaklaşık 60 bin konutun yıkılacağını söylemişti. Bu rakam neredeyse 6 Şubat’ta gerçekleşen Kahramanmaraş depreminden etkilenen 10 ilde ortaya çıkan hasara eşit.

Düşünsenize, her sokakta bir ya da iki bina yıkılsa korkunç bir tablo ortaya çıkar.

Ne trafik düzeni sağlanır ne arama kurtarma zamanında yapılabilir ne konutsuz kalan insanlara barınma imkânı sağlanabilir.

Niyetim felaket tellallığı yapmak değil.

Ancak ortada göz göre göre gelen bir felaket var.

50 yıllık ömrü hayatında Erzincan, Marmara, Düzce, Van, Kahramanmaraş depremlerine tanık olmuş biri olarak, yedi şiddetinde bir depremde olacakları ve yaşanacakları biraz olsun gözümde canlandırabiliyorum.

★★★

Türkiye’yi yönetenler bu konuya derhal el atmalı.

Bakan Özhaseki’de bu kararlılık var.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nda da aynı kararlılığı gördüm.

Kafa kafaya verip güvenli ve hızlı bir dönüşüm planlayabilirler.

Bunu yaparken de insanların kafasındaki bütün soru işaretlerini giderebilirler.

Gelin görün ki iktidarın TBMM’de kabul ettiği “Afet Riski Altındaki Alanlardaki Dönüşüme İlişkin Yasa” güvenli ve hızlı bir dönüşümden öte şimdiden “mülkiyet hakkının gaspı” gibi birçok soru işareti yarattı.

İnsanlar, ciddi ciddi değerli alanlardaki mülklerine el konulacağı ve sapa, değersiz yerlere gönderilecekleri endişesi yaşıyor.

★★★

Dönüşümle ilgili özerk bir kurum oluşturulması; Rezerv alanlarındaki imar, parselasyon işlemleriyle ilgili mahkeme süreçlerinin 90 günde sonuçlandırılmasının sağlanması; Binalarda karar alınırken mülk sahiplerinin yarısından bir fazlasının onay vermesinin yeterli görülmesi “hızlı” hareket edilmesini sağlayabilir.

Ancak hızlı hareket edeceğiz diye mağduriyetler yaratılması, kentsel değil “rantsal” bir dönüşüm süreci başlatılması da kaçınılmaz olabilir.

Yasada üç kritik unsur var:

- Birincisi rezerv alanı belirlenirken “yeni yerleşim yeri” olma şartının kaldırılması.

- İkincisi rezerv alanlarında dönüşüm yapılırken mülk sahiplerinin mevcut yerlerinden edilmesi riski.

- Üçüncüsü ise milyonların oyuyla seçilmiş yerel yöneticilerin devre dışı kalması.

★★★

Konuyu Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı Vedat Gürgen’le konuştum.

İlk iki maddenin de yanlış yorumlandığını söyledi.

Bazı bölgelerde geçmişte kullanılmış ancak mevcutta yerleşim olmayan yerler olduğunu, ancak “Yeni yerleşim yeri” şartı nedeniyle rezerv alan ilan edilemediğini anlattı. Gürgen’e göre “yeni yerleşim yeri” ifadesi çıkarılarak söz konusu bölgelerin kullanılması hedefleniyor.

Gürgen, kimseyi zorla bir yerlere göndermeyeceklerine, bunun Anayasa ve yasalar açısından imkânsız olduğuna dikkat çekerek, mülkiyet hakkı konusundaki kaygıların da boşuna olduğunu söyledi.

★★★

Geçmişte İstanbul Sulukule’de ve Ankara Dikmen Vadisi’nde dönüşüm yapılmıştı.

Şehrin merkezinde sayılabilecek bir bölgede oturan yoksul insanlar, dönüşümden sonra ortaya çıkan rakamları karşılayamadıkları için şehrin uzak banliyölerinde yapılan TOKİ evlerine taşınmak zorunda kalmıştı.

Bakanlık, “yarısı sizden yarısı bizden” gibi kampanyalarla ya da kredi kolaylıklarıyla bu sorunun aşılabileceği inancında.

Ancak TBMM’de kabul edilen yasayla benzer durumların sıkça yaşanacağını, diğer taraftan yerel yönetimlerin devre dışı bırakılacağını öngörmek pek de zor olmasa gerek.

Göreceksiniz, iktidar, muhalefette diye yerel yönetimleri dışlayarak hızlı ve güvenli bir dönüşümü başaramayacak.

Türkiye, bu hayati meselede hızlı ve güvenli bir dönüşüm stratejisi için bir araya gelmeli ve rant hırsıyla değil, kentsel dönüşüm kaygısıyla hareket edilen bir “orta yol” bulmalı.