Kış kapıya dayandı yine.

Benim amansız geçmişe özlem günlerim başladı.

Kafamı kaldırıp göğe doğru bakarken salına salına süzülen iri kar tanelerinin serinliğini yanağımda karşılamayı hayal ediyorum böyle günlerde.

Hep şöyle bir görüntü canlanıyor kafamda:

10 yaşında bir çocuk. Kocaman siyah gözleri zayıf yüzünde pırıl pırıl parlıyor.

Kulaklarıyla burnu soğuktan kızarmış.

İkide bir koluyla akan burnunu siliyor.

Dışarıda insanın nefesi donduran bir soğuk var ama onun umurunda değil.

Üstünde hâkî renkli, yakasında siyah tüyleri olan Sümerbank yapımı bir gocuk.

İçine de nenesinin öğretmen okuluna giden kızlarının bulduğu moda kitabındaki örneğe bakarak ördüğü boğazlı, baklava desenli yün kazağı giymiş.

İçliğin üzerine giydiği gri kumaş pantolonunun paçalarını ıslanmasın diye uzun yün çoraplarının içine sokmuş.

Ayağındaki boya yüzü görmemiş, giyile giyile yamulmuş içi yünlü botlar da Sümerbank’ın Sarıkamış’taki ayakkabı fabrikasından.

Bu arada dört parmağını tek parmak gibi soktuğu iki parmaklı yün eldivenlerini de çok seviyor.

★★★

Koşarak, son tipide basmanın (hayvan gübresinin yayılarak kurutulup tezek yapıldığı alan) üzerinde birikmiş üç metrelik kar yığının içine oydukları iki odalı oyun evine giriyor.

Birazdan elinde tuttuğu bir ipin ucunda masif ahşaptan yapılmış, elleriyle maviye boyadığı, üzerine koyun postu kapladığı kızağını çeke çeke çıkacak.

Peşi sıra aşağıdan geçen dereye kadar hızlı hızlı yürüyecek.

Derenin üstü buz tutmuş, buzun üzerini de kar kaplamış.

Karı temizleyince altından cam gibi şeffaf ve kaygan buz çıkacak. Bir süre o buzun üzerine yüz üstü yatarak altından geçen suyu izleyecek.

Tek arzusu baktığı yerden iri bir kara balığın geçtiğini görmek ama nafile bir çaba olduğunu anlaması uzun sürmeyecek.

Sonra açtığı pistin başına kadar yürüyecek.

Biraz geri geri açılacak, hızla koşup önce kızağını buzun üzerine vuracak, ardından sol bacağının yan çevirerek kızağın üzerine atlayacak.

Kızağa atladığı anın ivmesiyle ve buza sürtündükçe çeliğe su verilmişçesine parlayan demir şişler sayesinde kızak daha da hızlanacak.

Rüzgar hızını kesmesin diye başını öne doğru eğecek.

Açılması yarım saat süren o buz pisti üç beş dakikada geçilmiştir.

★★★

Buz pisti geçip bir süre de karın üzerinde yoluna devam eden kızak durunca, kızağın hemen yanına sırt üstü uzanacak çocuk.

Kollarını yana açacak ve gök yüzüne bakmaya başlayacak.

Uzun uzun bulutların dansını ve şekilden şekle girişini izleyecek.

Ne açlığı umurundadır ne yapılacak ödevleri.

Televizyon filmlerinde izlediği büyük kentlerde yaşayan çocukların sahip olduğu oyuncaklar, arabalar, lunaparklar dahi yanında sönük kalırdı mavi kızağının, beyaz kar kristallerinin ve elmas gibi buzun.

★★★

Hani Sokrates der ya “Koparılması imkansız olan tek bağ anne ile evlat arasındaki bağdır.”

Buradaki “Anne” sözcüğü, büyük ihtimalle insanın çocukluğunu da kapsıyor. Bir de doğulan yeri, yurdu...

Beyaz, uykusuz ve uzakta kalan o masum yer yurt, koşulları zor da olsa iyi geçirilmiş bir çocukluk insanın kalbini ısıtan bir anne gibidir.

O nedenle o yurtla, o çocuklukla aramızdaki bağ da o mavi kızağa bağlanmış ip kadar sağlam.

★★★

Hani bazen geçmişle şimdiyi karşılaştırıyoruz, hani “yoksulduk ama neşeliydik”, “zor geçiniyorduk ama bu kadar kirlenmemiştik” gibi cümleler kuruyoruz ya!

Ben AK Parti’nin son 21 yılda yarattığı bu çarpık düzeni, son günlerde üzerimize boca edilen insanların çalışmadan, emek harcamadan, alın teri dökmeden kolay para kazanma hayalleri kurduğu o sahte hayatı, çocukların alışveriş merkezlerindeki yapay pistlerde bindiği rengarenk plastik kızaklara benzetiyorum.

Çelikleşen demir şişleri yok, tüy gibi hafif, dayanıksız, bağsız, nereye çarpıp duracağı belli olmayan...

Gösterişli ama vasat!