“Türk” kendi ülkesinde enteller tarafından “faşist” kavramıyla tanımlanır oldu. Dün Batı’nın “barbar” diye yaftaladığı Türkler, bugün kendi ülkesinde aynı haksızlığa uğruyor, aşağılanıyor! 85 yıl önce Türk’ün atası Atatürk’ün elinde bir kitap vardı. Anıtkabir Müzesi’nde bulunan 362 sayfalık kitabın sayfalarına notlar aldığı görülmektedir. 1869’da Fransızca yazılan kitabın yazarı Nazım Hikmet’in büyük dedesi; M. Celalettin Paşa, 145 yıl önce Türk’ü Avrupa’ya anlattı. Ne mi yazdı; MÖ 2 binli yıllardan bu yana Türk tarih sahnesindeydi...
Tarih: 10 Nisan 1826...
Yer: Polonya/ Kleszow... Konstanty Borzecki doğdu...
Varlıklı olmamakla birlikte köklü bir aileden geliyordu. Anne ve subay olan babası çocuklarının iyi eğitim almasına özen göstermişlerdi.
Konstanty, 1844’te, Piotrkow’da liseyi bitirdikten sonra resim kabiliyeti nedeniyle Varşova’da Güzel Sanatlar Okulu‘na başladı.
İki yıl sonra okulu terk etti ve sürpriz bir kararla Wloclawek’teki Katolik papaz okuluna girdi. Bir yıl sonra terk etti.
Anadili olan Lehçe’den başka, Fransızca ve Rusça’yı da mükemmel bir şekilde konuşuyordu. Latince ve Almanca’yı ise çok iyi derecede biliyordu.
Avrupa’yı sarsan 1848 devrimi Borzecki’yi de derinden etkiledi...
Öyle ya...
“Avrupalı halklar içinde özgürlük ve bağımsızlığına en çok düşkün halk hangisidir” diye sorulsa, kuşkusuz buna hemen “Polonyalılar” diye yanıt verilir. Neden?
Çünkü onlar neredeyse 200 yıl boyunca ülkelerini paylaşan Prusya’ya ve özellikle de Rusya’ya karşı dur durak bilmeden ayaklandı. Avrupa’da etkili olan 1830 Devrimi‘nin işaret fişeğini de Polonyalılar yakmıştı. İsyanları her seferinde kan ve gözyaşları içinde boğuldu.
Devrimler çağı
1848 yılı ise bütün Avrupalı halklar açısından tam bir tarihsel dönüm noktası oldu. Her tarafta devrimci coşku ve heyecan kol gezmekteydi. Nasıl olmuştu bu?..
Büyük buluşlar, keşifler ve icatlar sanayi devriminin hızla gelişmesine neden olmuştu. Toplumsal sorunlar siyasetin, felsefenin ve örgüt modellerinin de yenilenmesine neden olmaktaydı. Bir yanda zenginlik diğer yanda ise varoşlarda kol gezen açlık, sefalet ve güvensizlik...
Paris’te başlayan Şubat Devrimi hızla önce Batı Avrupa’ya ardından da genişleyerek Macaristan ve Polonya‘ya yayıldı. Büyük umutlarla ve coşkuyla başlayan bu ayaklanmalar ne yazık ki genç ama korkak burjuvazinin geri adım atmaları yüzünden önce başladığı yerde, yani Paris’te sonra da Berlin’de, Köln’de, Viyana’da, Macaristan ve Polonya’nın sayısız kentlerinde Rusya’nın ve diğer zorba hükümetlerin acımasız şiddetiyle bastırıldı.
Avrupa’nın en yetenekli, en gözü pek, en birikimli, en yaratıcı ve en yurtsever kesimi Avrupa tarihinde ilk kez bu kadar yığınla göçe zorlandı. On binlerce emekçi, zanaatkar ve aydın, dalgalar halinde Amerika kıtasına göç etti ama bunlardan küçük bir kısmı da Osmanlı topraklarını kendisine yurt edindi.
İtalya’dan, Avusturya-Macaristan’dan ve Polonya’dan kaçan onlarca devrimci İstanbul’a sığındı.
Bunlardan bir kısmı, yeniden ülkelerine dönerken bazıları da Müslüman olup, Osmanlı’da ordu ve bürokrasi içinde hızla yükselerek iz bıraktı.
İşte bu isimlerden biri de, Konstanty Borzecki idi...
Devrimci Borzecki
1848 ayaklanmalarına katılanlardan biri de Konstanty Borzecki’ydi.
Bohem bir hayat yaşıyordu. Devrimin ateşine kayıtsız kalamadı.
Bir arkadaşı ile birlikte 12 Nisan’da Poznan’da gösterilere ve çatışmalara katıldı.
Günlerce barikatlarda direndiler. Fakat...
Ayaklanma kısa bir süre içinde Polonya’nın bir bölümünü işgal altında tutan Prusya tarafından bastırıldı.
Konstanty Borzecki yakalandı ve ardından mayıs ayında Prusya’da Magdeburg Hapishanesi’ne tıkıldı. Salıverilince de önce Fransa’ya gitti. Ancak güvende değildi. Bu nedenle, 1849 yılında, Polonya ve Macar devrimcileri Rusya’ya iade etmeyen Osmanlı’ya sığındı.
O dönemde savaş alanlarında yeni kullanılmaya başlanan harita çizimindeki üstün yeteneği sayesinde yüzbaşı rütbesinde Osmanlı Ordusu’na alındı ve harita şubesine atandı.
İki yıl sonra, İslamiyet’i kabul etti; ve kendisine bizzat şeyhülislam tarafından verilen “Mustafa Celalettin” adını aldı. Bektaşi oldu.
İstanbul’da maiyetinde çalıştığı Er-kan-ı Harp kumandanlarından Mirliva Ömer Paşa‘nın takdirini ve sevgisini kazandı. Ömer Paşa’nın büyük kızı Saffet Hanım ile evlendi.
Bu evlilik onun orduda iyi bir yer edinmesinde etkili olacak olsa da unvanlarını ve şöhretini birikimi, yetenekleri, sadakati, fedakarlığı ve cesaretiyle elde etti.
Cepheden cepheye
M. Celalattin Paşa, 1848’de anavatanı Polonya’nın kurtuluşu için çarpışmaktan kaçınmadığı gibi, şimdi de içtenlikle bağlandığı yeni vatanı uğruna savaşmaktan ve hatta ölmekten kaçınmayacaktı.
Askerlik bilimi ve tarih, Mustafa Celalettin Paşa’nın en büyük tutkusuydu. Ama cephede savaşmaktan hiç geri durmadı. Karabağ’da, Kırım’da, Bağdat’ta, Girit’te savaştı.
1875’te Hersek isyanı başladı ve isyan kısa sürede Balkanlar’a yayıldı. Bu bölgede görevlendirilen Celalettin Paşa Karadağ’da karnından yaralandı. Bu, 28 senelik askerlik yaşamında aldığı altıncı ama ilk ölümcül yarasıydı.
Tarih: 10 Ekim 1876.
50 yaşında şehit düştü.
Cenazesi Karadağ’ın Spuz kasabasındaki caminin avlusuna defnedildi.
Avrupa’da doğdu ve Avrupa’da öldü.
Ancak yaşamı boyunca, Asya’da doğmuş Türk’ü tarihin sayfalarına geçirdi.
Anavatanlarında en iyi okullarda eğitim görmüş olan Avusturya-Macaristan ve Polonyalı mültecilerin Osmanlı düşünce hayatı üzerinde kalıcı etkileri oldu.
Bunlar bulundukları konumlarda kendilerini Osmanlı’nın çağdaşlaşmasına adadı.
M. Celalettin Paşa’nın esas etkisi Türk tarihi, Türkçülük, Türk Dili ve kimliği üzerine oldu. “Eski ve Modern Türkler” adlı kitabını, 1869’da İstanbul’da Fransızca olarak yayımladı. İstanbul’da çıkan Courrier d’Orient gazetesi matbaasında basıldı. Ve, Sultan Abdülaziz’e ithaf edildi. Bizzat saraya giderek elden sundu.
Kitap Avrupa’da etkili oldu; 2. basımı hemen ertesi yıl Paris’te yapıldı.
Kitap ne anlatıyordu?
Kitap, Osmanlı Devleti’nin bekasını sağlamlaştırmak ve değişik etnik unsurlardan oluşan Osmanlı toplumunun birliğini ve refahını sağlamak için devletçe ve milletçe nelerin yapılması gerektiğini usturuplu bir dille anlatmaktaydı.
Kitap, hem Türkleri Avrupalılara anlatarak onların önyargılarını kırmaya ve onların Rusya’ya karşı desteğini almaya çalışmaktaydı; hem de Padişahı, 2. Mahmut’la başlayan çağdaş reformları hızlandırmaya ikna etmeyi amaçlamaktaydı.
Yazar, hem eski Türkleri hem de modern Türklerin nasıl olması gerektiğini destansı bir dille anlatmaktaydı. Örneğin...
Edebiyat ve dil alanında; İbrahim Şinasi Efendi, Ziya Paşa ve Ahmet Vefik Paşa ile beliren Türkçülük akımı, Mustafa Celalettin Paşa ile birlikte filoloji, etnoloji, tarih ve dış siyaset alanlarına da yayıldı. Konuyla ilgili olarak Osmanlı ülkesinde yazılıp yayımlanmış ilk çalışma “Eski ve Modern Türkler” eseri oldu.
Aslında kitap, hem siyasi bir program hem de şiirsel bir dille kaleme alınmış “Memleketimden İnsan Manzaraları” idi!
M. Celattin Paşa eserini kaleme alırken aydınlanma filozoflarının üslubunu benimsediği görülüyor. Eser sanki Emile‘nin, Telemach‘ın, Lanark Raporu‘nun bir Türkçe türeviydi.
Çöküşü görüyor
Kitabında eski Türk kavimleri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve gelişimi hakkında bilgi veren Celalettin Paşa, Osmanlı Türklerinin Türk-Kafkas ırkına, yani dünyanın en büyük milletlerinden birine mensup olduklarını kaydediyor. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına dayanarak ilkçağ kavimleri arasında Türklerin çok geniş bir yeri bulunduğunu belirtiyor ve böylece Türklerin dünya tarihinde oynadıkları önemli role, insanlığın medeni yükselişindeki büyük payına işaret ediyor.
Türklerin çok eski, dünya tarihinde büyük yeri olan, ilerici, çalışkan, bilime ve sanata önem veren bir millet olduğunu vurguluyor.
M. Celalettin Paşa, Tanzimat’ın sonuçları itibariyle çok önemli olduğunu ama madalyonun öbür yüzünün de görülmesi gerektiğini yazıyor. Türkiye’nin Avrupa medeniyeti yoluna girmekle iyi bir iş yaptığını fakat Avrupalılara verilen imtiyazlarla sanayimizin sekteye uğratıldığını, ihracata ithalatın üç misli gümrük resmi konulmasıyla sanayimizin mahvolmasına seyirci kalındığını da belirtiyor.
Bu gözlemleriyle M. Celalettin Paşa’nın, ufukta belirmekte olan emperyalizm olgusunu ilk gören devrimci Osmanlıların başında geldiği görülmektedir.
Eserinde, Türk halkının ruh yapısını, toprak zenginliğini, yasa ve ilkelerini yabancılarla kıyaslamakta ve Türk askerinin, aile ocağına döndüğünde gelişme ve hoşgörü fikirlerini nasıl memleket sathına yaydığını şairane bir dille anlatıyor. Ama Türklerin askere gitmeleri sonucu bir kısım toprağın ekilemediğini, bunun Türkler için, askerlik yapmayan Hıristiyanlara nazaran bir eşitsizlik yarattığına dikkat çekiyor. Hatta bu toprakların zamanla Hıristiyan kökenli toprak baronlarının elinde toplandığını gözler önüne seriyor. Hıristiyanların da askere alınmasını istiyor; “Rusların isteği gibi sadece Hıristiyanlardan oluşan birliklerin oluşturulması da Türkiye’nin intiharı olur.”
M. Celalattin Paşa’ya göre, yanlış yönetim ve politikalar sonucu Türkler sanayi ve üretimden kopmuş, kendi ülkesinde sadece hamal, çiftçi ve amele olarak kalmıştı. Meslekler ve ticaret yabancı uyrukluların eline geçmişti.
Osmanlı tebaasına mensup azınlıkların ülkeye sağladığı yararlardan bahsederken bunların ülkeye yabancılaşarak verdikleri zararları da korkusuzca dile getiriyor.
M. Celalettin Paşa eserinde, orduda, bürokraside ve çağdaş hukuk ve idare sisteminde reformların zorunlu olduğunu belirtiyor. Aşırı idari merkeziyetçiliği eleştiriyor.
Örneğin, jüri müessesesinin Osmanlı adalet ve idari sistemine sokulmasını öneriyor.
Halk meclisleri ve vilayetlerin örgütlenmesi konusunda Mithat Paşa’nın çabalarını örnek gösteriyor.
Dilde yenileşme öneriyor; Arap ve Fars dilinin ve alfabesinin bize uymadığını örneklerle
anlatıyor.
Atatürk’ün notları
Mustafa Kemal Atatürk’ün kuşağı, Mustafa Celalettin Paşa’nın görüşlerinden haberdardı.
Atatürk’ün özel kütüphanesinde Eski ve Modern Türkler’in bir nüshası (Paris baskısı) vardı. Atatürk’ün bu kitabı büyük ihtimalle yakın arkadaşı ve Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın teyze oğlu olan Ali Fuat (Cebesoy) Bey‘den edindiği tahmin ediliyor.
Atatürk, Eski ve Modern Türkler’i dikkatle okumuş ve bazı sayfaların kenarına “çok
mühim”, “dikkat”, “abartma” diye notlar düşmüştü.
Ne yazık ki Atatürk’ün de bu esere önem vermesine rağmen kitap ancak yazılışından 145 yıl sonra Güven Berker tarafından dilimize bu yıl kazandırıldı ve Kaynak Yayınları’nca basıldı.
Mustafa Celalettin Paşa, aynı zamanda aile fertleriyle de Türk devrim tarihinin önemli parçası...
Vatan şairimiz Nazım Hikmet’in büyük dedesidir.
Nazım Hikmet sadece şairliğini değil aynı zamanda resme ve dile olan yatkınlığını da büyük dedesinden almıştır.
Nazım Hikmet, Türk vatandaşlığından çıkınca Polonya vatandaşlığına geçtiği biliniyor.
Nazım Hikmet’in annesi ressam Celile Hanım, M. Celalettin Paşa’nın ünlü dilbilimci oğlu Enver Celalettin Paşa’nın kızıdır.
M. Celalettin Paşa, büyük şair Oktay Rifat‘ın da büyük dedesidir. Enver Celalettin Paşa’nın kızı Münevver Hanım’ın eşi Samih Rıfat Bey, yüksek bürokrat, milletvekili, Türk Tarih Kurumu üyesi, Türk Dil Kurumu’nun kurucularından ve ilk başkanıdır.
Evet ailede bilindik o şahsiyet vardır.
Son sözü Nazım Hikmet’e bırakalım; “Lehistan Mektubu” adlı şirinde şöyle demektedir:
“...
Sevgilim...dedelerimizden biri 1848 Polonya muhaciri.
...
Lehistan’dan gelmiş dedelerimizden biri, gözlerinde karanlığı yenilginin, saçları al kana boyalı.
...
Sevgilim nerde, ne zaman hürriyet dövüşmüş de ön safında Polonyalı bulunmamış?
...
Göğsümü kabartmıyor değil dedelerimden birinin Lehli oluşu...”
Türk’ü Avrupa'ya anlatan ilk aydın: M.Celalettin Paşa
Soner Yalçın
Yayınlanma: