Ya birileri çıkıp “Gürcüler, Araplar memleketlerine gitsinler” derse
Artık her gün uyandığımda “Allah’ım sen bizim aklımızı koru” diyeceğimiz bir olayla karşılaşıyoruz.
Hiç susmayan, gece gündüz konuşan bir Cumhurbaşkanımız var.
Cumhurbaşkanımız her gün bir başka tür nefretini dile getiriyor.
Bir gün muhalefete, “Bunlar PKK’dan talimat alıyor” diyor.
Ertesi gün “Pensilvanya’nın emrindeler” diye kükrüyor.
Sonra bir bakıyorsunuz beğenmediği herkes “Hain”, sonra “terörist”, derken “alçak, namussuz” oluyor.
Sürekli demokrasiden söz ediyor, milli birlik ve beraberlik nutukları atıyor ama her nedense ülkenin yarısından fazlasını oluşturan muhalefeti “gömeceklerini” söylüyor.
Bütün bu nefret söylemlerine bir yenisi daha eklendi.
HDP’lilere “defolun gidin bu ülkeden” dedi.
Şöyle dedi Erdoğan; “Kardeşlerim Türkiye’de Kürdistan diye bir bölge var mı? Kardeşlerim, bizim Doğu Anadolumuz var, Bizim Karadenizimiz var, bizim Akdenizimiz var, bizim Marmaramız var ama bizde Kürdistan diye bir bölge yok. Çok seviyorsan. Irak’ın kuzeyinde Kürdistan var. Yallah oraya. Git Kürdistan’a. Sizin bu ülkede yeriniz yok.”
Bu söylemi nasıl değerlendireceğimi gerçekten bilemedim.
Sadece şunu düşündüm bir an; ya başkaları da Gürcüler, Araplar, Boşnaklar için gidin kendi memleketinize derse.
En sonunda birileri de Türklere “Dönün Orta Asya’ya çağrısı” yaparsa ne olacak?
Her şeyi bir kenara bırakın, bu sözlerin sahibi Erdoğan ne yapacak?
Erdoğan’ın etnik yapısı nedir aşağı yukarı biliyoruz.
Kronolojik olarak kendi kimliği ile ilgili neler söylemiş bir bakalım;
1997’de: Bana diyorlar ki, ‘Sen Rizelisin. Sen Lazsın.’ Diyorum ki, Laz değilim, gittim, babama sordum. Babam, büyük dedesine sormuş. Molla bir zattı. Şu cevabı vermiş: Yarın öleceğiz, Allah bize soracak: Rabbin kim, nebin kim, dinin ne? Ama bize ‘Kavmin nedir?’ diye sormayacak. Sana sordukları zaman ‘Elhamdülillah Müslümanım’ de geç.
2004’de Gürcistan gezisinde: Ben de Gürcüyüm, ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü ailesidir.
2005’te Norveç’te: Ben, Rizeliyim, eşim Siirtli. Türk değil, Arap. Biz zaten sorunları çözmüşüz. Türkiye’de bakıyorsunuz, Türk Kürt ile Azeri Gürcü ile evlidir. İkisi birbiriyle et tırnak gibi olmuştur.
2014’te bir TV programında; Benim için mesela neler söylediler: Çıktı bir tanesi, Gürcü diyen oldu. Çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyenler oldu.
Yıllarca Gürcü olduğunu söyleyen Erdoğan, nedense 2014’te Gürcü olmadığını söylemiş ama asıl kökenini belirtmemiş, tabii ki bunların önemi yok.
Önemli olan insanları yaşadıkları ülkeden kovma gücü, cesareti ve hakkı bulmasıdır. Eğer siz kendinizde beğenmediğiniz kişiler için “yallah” deme hakkı buluyorsanız, gün gelip devran döndüğünde size de “yallah” denilmesine davetiye çıkarmış olursunuz.
Bir şey diyeyim mi; şu bir ay gelip geçse.
Belki ondan sonra bu tuhaf söylemlerden kurtuluruz.
ŞAŞIRDIM
Şaşırdım da şaştım kaldım
Süleyman Soylu, hafta sonunda Erdoğan’la yaşadığı bir olayı anlattı vatandaşlara.
Bu öyle bir şey ki şaşmamak mümkün değil; devletimizin nasıl yönetildiğinin tipik bir örneği.
Bakın ne demiş Soylu; “Sizin bildiğiniz memleketlerin bir tanesinin üst düzey yöneticisi bundan kısa bir süre önce Cumhurbaşkanımızı aradı. Bir güvenlik toplantısında ben de yanındaydım. Dedi ki; ‘Zordayım, bir takım sıkıntılı olaylar başımıza getirmeye çalışıyorlar. Benim şunlara, şunlara ihtiyacım var’. Notlarını aldı. Kağıdı bana uzattı. ‘Bunları verebilir miyiz?’ dedi. ‘Emredersiniz, bir bakayım’ dedim. Sonra en yakın zamanda gönderelim diye talimat verdi. Günlerden çarşamba, saat 17.00 idi. Dünyada böyle bir şey yok. Perşembe günü saat 18.00’de hem pahada ağır, hem yükte ağır, iki büyük kargo uçağıyla beraber bildiğiniz ülkelerden birinin başkentine yirmi beşinci saatte bizim evlatlarımızla beraber indi. O ülkenin Cumhurbaşkanı, o ülkenin Başbakanı, o ülkenin İçişleri Bakanı şaşkınlık içerisindeydi.”
Hangi devletmiş bu acaba?
Hem pahada, hem yükte ağır ne gönderilmiş böyle?
Bir başka devlete, bu milletin kesesinden harcamak bu kadar kolay mı yani?
Bu harcamaları bütçede nasıl gösteriyorlar? Hesabını veriyorlar mı, yoksa örtülü ödenek bu işe mi yarıyor?
Ve en önemlisi böyle bir operasyonun Türkiye’ye uzun vadede faydası ne olacaktır?
KOMİK
Adam anasını aldı ve gitti, sonuç ortada
İktidar, seçimi kesin kazanmayı beklediği iki büyükşehirde tanzim satış mağazaları açarak tarım ürünlerindeki fiyat yükselmesini kırmaya çalışıyor.
Bir gıda teröründen söz ediliyor.
Zincir marketler varmış ve bunların ne yaptığı çok iyi biliniyormuş.
Ama nedense faili bu kadar açık bir olayda kimseye bir şey olmuyor sadece vıcık bir popülizm uygulanıyor.
Tabii işin aslı tarım politikalarının tamamen iflas etmesi.
Akılsız politikalarla tarım öldürüldü, her şeyin ithalatla halledilebileceği sanıldı, sonuçta bu duruma geldik.
Hatırlayın; 2006 yılının Mayıs ayında Mersin’de bir çiftçi, Erdoğan’a “Anamızı ağlattın” diye bağırmıştı.
Erdoğan önce “Artistlik yapma!” diye sonra da “Hadi ananı al da git buradan!” demişti.
O çiftçi anasını da alıp gitti ve tarım bu hale geldi.
ÇOK GÜLDÜM
Yaaa, maazallah kapıya bir militan gelirse ne olacak?
İktidar partisi Ankara’yı kaybettiğini görüyor artık.
İstanbul’u ise hâlâ kazanacağına inanıyor. En azından Ankara’yı feda edip ne olursa olsun İstanbul’u kazanmaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz. Zaten seçimin kaderini de İstanbul belirleyecek. Ankara’nın AKP adayı da sanıyorum artık durumu kabullenmiş. Bu kabullenmişlik Ankara AKP adayının dengesini de bozuyor besbelli.
Artık bel altı vurmayı da bir kenara bırakmış, saçmalama moduna geçmiş.
Mansur Yavaş’ın seçimi kazanması halinde 20 bin kişiyi işe alacağını söylüyor.
Ama bunlar daha önce kendisine destek veren teröristlerden seçilecekmiş. Çünkü bu teröristler, “Sana destek olduk, sıra sende” diyeceklermiş.
AKP adayı söylediklerine herkesi inandırmak ve korkutmak için de diyor ki, “Şimdi düşünün evinizdeki su saatini okumaya gelen kişi bir militan. Maazallah düşünebiliyor musunuz?”
Allah kimseyi bu kadar aciz duruma düşürmesin.
YENİ ÖĞRENDİM
Büyükelçiler başarılı da ülkeler kötü
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, AKP’de milletvekilliği yaptıktan sonra çeşitli ülkelere atanan büyükelçiler ile övünüyor sık sık.
Ancak Bakan’ın bu havalı konuşmaları, CHP Milletvekili Utku Çakırözer’in bir soru önergesiyle bir anda sönüverdi.
Çakırözer başarılı bulunan Tokyo ve Pekin büyükelçilerinin yarattığı skandalları soru önergesi ile getirdi. Pekin Büyükelçisi, AKP eski Milletvekili Abdülkadir Emin Önen’in, ölmemiş bir halk ozanını öldürülmüş gibi gösterdiğini ve bunun iki ülke ilişkilerinde ciddi bir sıkıntıya neden olduğunu belirtti.
Çakırözer, Dışişleri Bakanı’nın, Tokyo Büyükelçisi AKP eski Milletvekili Murat Mercan için de, “Japonya’da her kapıyı açıyor. Görüşemediği yetkili yok. En başarılı büyükelçimiz o” dediğini hatırlatarak, “Ama bakıyoruz; Japonya ülkesine 500 bin yabancı işçi alacak. Ama Türkiye bu listede yok. Arkasından Dışişleri Sözcüsü açıklama yaparak, ‘Hayal kırıklığına uğradık’ diyor. Bu nasıl kapı açmak? Bu nasıl başarı?” diye sordu.
İki büyükelçi ile ilgili sorularını bakanlığa veren Çakırözer, “cevabı merakla bekliyorum” dedi.
Anladığım kadarıyla aslında bu büyükelçilerimiz “fevkalade” başarılı ama ülkeler kötü.
(Bu deyimi bilenler bilmeyenlere söylesin.)