SÖZCÜ muhabiri Latif Sansür, ödüllere layık çok başarılı bir habere imza attı.
Okumuşsunuzdur ama ben yine de özetleyeyim:
“Libya’da uzun yıllar boyunca kimyasal atık depolamak için kullanıldığı belirtilen Sloug isimli tanker geminin, önce Mısır’a götürüldüğü, oradaki çevrecilerin tepkisi üzerine ise Türkiye’nin depremle sarsıldığı geçen şubat ayında, İzmir’in Aliağa Limanı’na getirildiği ortaya çıktı. Uluslararası denizcilik hizmeti veren firma, 2021 yılı aralık ayında açığa sürüklenen gemiyi, yaklaşık 1 milyon 100 bin dolar karşılığında istenilen bölgeye çekti. Ancak verilen çekici hizmetinin bedeli ödenmedi.
Türk firmasının yetkilileri, verilen hizmetin bedelini tahsil etmek için çaba gösterirken, uydu kayıtlarına göre Libya’da bulunan geminin, iddiaya göre sahte belgelerle, içindeki kimyasal madde boşaltılmak üzere Mısır’a götürüldüğünü öğrendi.
Geminin, içindeki kimyasal madde Mısır’da boşaltıldıktan sonra Hindistan’a götürülerek söküm için satılmak istendiği bilgisine ulaşıldı.
Ancak çok büyük olduğu için dikkat çeken gemide, 6 bin ton kimyasal madde bulunduğunun öğrenildiği ve bu ülkedeki çevrecilerin tepkileri üzerine herhangi bir işlem yapılamayınca da bu kez rotasını Türkiye’ye çevirdiği ortaya çıktı.
Türkiye’deki makamlara sunulan belgelere göre, bir Türk firması tarafından satın alınan gemiye, 23 Şubat 2023 tarihinde Aliağa Gemi Söküm Bölgesi’ne yanaşma izni verildiği saptandı. Buraya getirilen geminin de söküm amacıyla baştan karaya oturtulduğu ortaya çıktı.”
★★★
Latif kardeşimin haberini okurken gerilere gidip “Onca mücadeleye rağmen değişen hiçbir şey yok. Otuz yıl sonra hâlâ tehlike çanları çalıyor” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Evet, tam otuz yıl önceydi.
1993’te gazeteler, dünyanın en büyük gemisinin İstanbul’a geldiğini müjdeliyordu!
Boy boy fotoğraflarla yayımlanan haberlerde, United States adlı devasa geminin Türkiye’de yenileneceği bildiriliyordu.
Oysa Amerikalıların ıskartaya çıkardığı dev transatlantiği bir armatör çok ucuza, iki milyon dolara satın almıştı. Aslında Amerikalıların ‘bedava’ denilebilecek rakama satmalarının sebebi, başlarından defetmekti! Çünkü gemi asbest deposuydu. Bazı yabancı uyruklu gemilerin sökümünün Türkiye’de yapılmasının nedeni de buydu, Türkiye’de insan hayatının değerinin olmaması, asbestin akciğer kanserine, mesothelioma adlı kansere ve asbestosis denen akciğer rahatsızlığına yol açmasının hiç önem taşımamasıydı!..
Türkiye’de tüm yetkililer, asbestin insan sağlığına inanılmaz zararlı bir madde olduğunu çok iyi bildikleri halde, asbest deposu olan dev gemilerin ülkemizde sökülmesini, bu işte çalışacak işçilerimizin bu maddeyi soluyarak kansere yakalanmalarını ve için için bitip tükenmelerini hiç umursamıyorlardı.
★★★
Asbest genelde lif şeklinde, ince ince kırılmış cam gibiydi. Yani yumuşak dokulu bir yere dokunduğu vakit oraya saplanarak derinlemesine işliyor ve bir daha da orayı tamamen temizlemek çok zorlaşıyordu. Hele ki bu yumuşak doku insan akciğeri ise temizlemek imkansızdı. Asbestin neden olduğu kanser her zaman akciğerden başlıyor ve genelde beş-on yılda etkisini gösterip, sonunda öldürüyordu.
★★★
Bu nedenle asbest, koruyucu özel kıyafetli işçilerin sökmesinden sonra rastgele çöpe atılamıyor, güvenlik önlemleri altında bertaraf edilmesi gerekiyordu. İnsan hayatının değerli olduğu gelişmiş hukuk devletleri için zehirli dev geminin bilimsel kurallara uygun olarak temizlenmesi, atıkların depolanması ve imha edilmesi büyük masraf anlamına geliyordu. Öyle ki yenisini almak neredeyse daha az maliyetli oluyordu. O halde, bir üçüncü dünya ülkesine kakalamak en avantajlısıydı!..
Örneğin insan hayatının en ucuz olduğu ülkelerden Türkiye ne güne duruyordu?
★★★
Madalyonun bu yüzüne kimse bakmazken, biz Arena ekibi olarak buna seyirci kalmadık. Zehirli dev gemi geldiği gibi gitmeliydi.
Geminin kızağa alındığı Tuzla’daki tersaneye gittiğimizde bir de ne görelim?..
Çok özel giysiler, eldivenler, ayakkabılar giyip, başlık ve maske takması gereken işçiler, yaka bağır açık, harıl harıl asbest sökümü yapmıyorlar mı? Eğer göz yummuş olsak, işçilerin solunum yoluyla akciğerlerine saplanacak asbest lifleri beş-on yıl içinde tümünü kanser hastası yapacaktı. Hastalığa yakalananların kurtuluş umudu ise hiç yoktu. Kısacası asbest liflerinin solunması ölüm anlamına geliyordu.
★★★
Çarpıcı haberler ‘Arena’da peş peşe yayınlandı ve Türkiye asbest gerçeğiyle tanıştı. Garip ama gerçek; ‘Arena’ya sadece iki yerden destek geldi: Boğaziçi Üniversitesi’nin efsanevi hocalarından Profesör Kriton Curi ve dünyanın en etkili çevre örgütü Greenpeace...
Tartışmanın alevlendiği günlerde yeşil barış örgütü Greenpeace, Rainbow Warrior (Gökkuşağı Savaşçıları) adlı gemisiyle Hızır gibi yetişti, Tuzla açıklarında yaptığı eylemlerle ortalığı birbirine kattı. Böylece dünya çevrecileri ayağa kalktı.
Bu işin altından kalkamayacağını anlayan armatör Kahraman Sadıkoğlu, çareyi United States’i Ukrayna’ya satmakta buldu. Greenpeace orada da peşini bırakmadı. Nihayetinde, ölüm gemisi tornistan yaparak ABD’ye geri döndü. Geldiği gibi gitmişti... Bu olay dünya çevrecilik tarihine geçerken, biz, asbest tehlikesine karşı toplumun bilgi edinme hakkına hizmet etmeye ve yetkilileri uyarmaya devam ettik. Zira asbest, sadece gemi söküm sektöründe değil, tekstil, kimya (boya dolgusu, kauçuk), kağıt-karton, izolasyon (ısı, ses, yangın), tren vagonu, çimento-inşaat malzemeleri endüstrisinde de kullanılıyordu. Yani giydiğimiz kıyafetlerden evlerimizin duvarlarına değin...
Fikri takip haberlerimiz sonunda toplumda oluşan hassasiyet doruğa ulaştı ve çıkarılan yönetmelikle Türkiye’de asbest üretimi ve kullanımı yasaklandı. Böylece nice insan asbest nedeniyle akciğer kanserine yakalanmaktan kurtuldu.
★★★
Verdiğimiz büyük mücadeleden otuz yıl geçtikten sonra zehir gemisinin Aliağa’ya demirlediğini okurken “Tarih gerçekten tekerrürden ibaretmiş” demekten kendimi alamadım.