Bir süre önce hayatını kaybeden Robin Williams‘ın kızı sosyal medyada kendisine saldıran troll‘ler yüzünden isyan edip hesabını kapatmıştı.
Oysa Türkiye’deki troll‘ler ifade özgürlüğünü en geniş şekilde kullanmak ve kendilerine koruma zırhı örmek için sahte isimli bu hesaplara başvuruyorlar; benim takip ettiklerimin çoğu hiç kimseyi tehdit etmek ya da canından bezdirmek için değil, sadece düşünceleriyle dövmek için yazıyorlar(dı). Çoğu zeki ve bilgiliydi.
Şimdi deşifre olmaktan korkanlar hesapları kapadı.
Twitter‘daki birkaç satır yüzünden olur olmaz herkesin mahkeme kapısına çağrıldığı bir çağı yaşıyor Türkiye. Belli ki gülüp geçilemiyor da...
Mesela, troll‘lerin “Sen bizim atamızsın” diye hitap ettikleri eski milletvekili (ve şimdi CHP aday adayı) Feyzi İşbaşaran bu yüzden hapis yattı. Koskoca köşe yazarları bu durumun absürtlüğüne karşı çıkmak yerine İşbaşaran‘ın ne kadar ‘çirkin’ biri olduğunu anlatıp durdular.
Halbuki ciddiye alınacak biri değildi ki... İngiltere’de alkolü fazla kaçırıp bilgisayarın başına geçtiğinde ve olur olmaz komplo teorileri yazdığında kahkahalarla güldürüyordu sadece. Erdoğan’ı kaç kere öldürdü mesela! Bir insanın her analizi, her haberi mi yanlış çıkar; her satırında komik duruma düşüyordu.
Peki şimdi ne oldu: Belki de bir ifade özgürlüğü savaşçısı olarak Meclis’e girecek. Kim bilir, CHP’li delegeler belki de ona oy verecek ön seçimde.
Twitter hesabı ise tüm rengini, deliliğini, saçmalığını kaybetti ve ciddileşti tabii ki.
Ben çok renkli toplumlarda adına ister troll deyin, ister başka bir şey, grotesk karakterlerin gerekliliğine inanıyorum. Bunlar hem toplumun gazını alıyorlar, hem de bedavadan eğlence sağlıyorlar.
Yıllar önce her hafta televizyona çıkıp vizyonunu anlatan Besim Tibuk böyle bir troll büyüğümüz değil miydi?
Ancak yolda bir yerde Türkiye tamamen aklını kaçırdı ve eğlenceyle gerçekliği ayırt etme yeteneğini tamamen kaybetti. Reha Muhtar‘ı ciddiye aldı Türkiye, Cem Uzan‘a sandıktan yüzde 7 oy çıktı.
Troll‘lük ana akıma egemen oldu, diyaloğu ve tartışmayı yönetmeye başladı.
Türkiye’de Nihat Doğan‘ın tek bir sözü kitleleri harekete geçirip aleyhte imza kampanyaları başlatıyorsa, entelektüel tartışmalar Nihat Doğan etrafında dönüyorsa toplumun ruh sağlığı ve bilgi birikimi hiç yerinde değil demektir.
Toplumlar layık olduğu şekilde yönetilir: Küba‘da hiç olmayan camiyi yeniden yapmaya kalkmak, Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini ve Obama‘ya sağlık reformu fikrini verdiğini söylemek troll‘lük değildir de nedir?
Kabataş yalanı tam bir troll işi değil miydi? Yalan başladığı gibi bitmişken, bu yalanın mimarı troll‘ü ekrana çıkartarak tartışmayı yeniden alevlendirdiler, yalan daha da büyüdü şimdi. Burada şuç troll‘lerin mi troll‘lerin tuzağına düşenlerin mi?
Türkiye’de olan hiçbir şey akla ve mantığa sığmadığı için hepimiz gitgide troll‘leşiyoruz ve gerçeklikle ilişkimiz giderek kopuyor.
İşin en acıklısı da böylesi bir karanlıkta hepimize yol göstermesi gereken aydınlar, entelektüellerin bizzat kendilerini tam bir troll‘e dönüşüyor: Alın size Murat Belge ve her yıl geleneksel olarak tekrarladığı “Darbe olabilir” konulu söylemleri.
Yeri gelmişken Twitter troll‘ü Koli Blair‘in Murat Belge parodilerine göz atmanızı ısrarla tavsiye ederim.
Beyhude bir Taha Akyol çabası
Birand kompleksini yenemedi!..
Birisiyle bitmemiş bir hesabınız varsa en azından o kişi öldükten sonra bunu unutursunuz, bir daha aklınıza getirmezsiniz değil mi? Asgari insan vicdanı bunu gerektirir. Aynı şey kıskançlık, rekabet ve komplekslerimiz için de geçerli değil mi? Hayatınız boyunca olmak istediğiniz biri var, diyelim. Bir türlü olamadınız ve o öldü, hâlâ onun gibi olmaya çalışır mısınız? Doğrusu, Taha Akyol’un CNN Türk’e yine ansiklopedilerden okuduğu bilgileri anlattığı uyduruk bir belgesel çektiğini görünce bunu düşündüm.
Meğer Mehmet Ali Birand onda ne büyük kompleks olmuş... Birand bu dünyadan geçmiş, gitmiş, ama Taha Akyol hâlâ onu aşamamış.
Ömrü Mehmet Ali Birand’la uğraşmaya, onun gibi olmaya adanmış, asla onun gibi
olamayacağının acısıyla geçen bir hayat Taha Akyol’unki...
Mehmet Ali Birand ve ekibi sonradan adı CNN Türk olacak kanalı kurmak için görevlendirildiğinde darbe yapıp yönetimi ele geçirmişti. Televizyonculuktan bir gram anlamamasına, hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen.
O günden beri bir de belgeseller yapmaya çalışıyor, belki Birand olabilirim diye... Yazık...
Kim izliyor, kimin umurunda... Hiç..
Ne acı, koskoca bir adamın bu halleri.
Hayat arkadaşı evi terk etti
Çetin Altan’a kim bakıyor?
Çetin Altan bir süredir yazmıyor. Bunca yıllık meslek hayatında ne olursa olsun yazılarını yazar, hiç aksatmaz, Köyceğiz‘de tatile gittiğinde bile mutlaka makalesini teslim ederdi.
Oysa en son 18 Ocak’ta yazmış...
Bugünlerde oğlu falan iyice gündemdeyken belki bir kalem oynatmıştır diye düşündüm köşesine baktım...
Hemen yıllardır Çetin Altan‘ın hem hayat arkadaşı, hem de sağ kolu olan yazar Solmaz Kamuran‘ı aradım. Kamuran başarılı romanlarının yanısıra aynı zamanda Altan‘ın kitaplarının da editörlüğünü yapıyordu.
“Doğrusunu isterseniz bilmiyorum” deyince şaşırdım. Nasıl olur? Meğerse Solmaz Kamuran epey zamandır Çetin Altan‘la aynı evde yaşamıyormuş. “Beni tanıyanlar biliyor, o yüzden gizli bir durum değil, anlatmamda sakınca yok” dedi. Çetin Altan en son kalçasını kırmış, “Sanırım sağlığı da iyi değil” dedi Solmaz Kamuran.
Peki o yoksa ünlü yazara kim bakıyor?
“Onu bilmiyorum ama ben istenmediğim yerde durmayacağım için eşyalarımı topladım ve kendi evimde yaşıyorum.” Kamuran devamını anlatmadı, “Artık daha fazlası dedikoduya girer” diye. Biraz soruşturdum, anladığım kadarıyla Çetin Altan‘ın oğulları Ahmet ve Mehmet babaların kimseyle görüştürmüyormuş. Solmaz Kamuran‘ı da dışlayanlar onlar olmuş söylenenlere göre... Herhalde bir bildikleri vardır. Ama kesin olan şu ki yıllarca Çetin Altan‘ın yanında duran Solmaz Kamuran‘a büyük bir ayıp yapılmış.
Yılın en başarılı dizisi
Yeni Hanedan’ı kaçırmayın...
Eğer “Empire”ı izlemiyorsanız televizyon adına çok şey kaçırıyorsunuz demektir. Geçen Çarşamba akşamı ABD’de ilk sezon finali yayınlanan dizinin böyle büyük bir hit olacağını kimse tahmin etmiyordu. Çok ciddi bir başarı yakaladı ilk bölümüyle, ama sonradan eşi benzeri az görülen bir şekilde izleyici sayısını katlayarak artırdı.
Twitter’da “Scandal”ın stratejisini uyguladı. Bütün oyuncular yayın saatinde tweet atmaya başladı ve bir bölüm boyunca dizi hakkında atılan tweet sayısı 700 binleri buldu.
Dizide hiçbir şey mantıklı değil. Her şey abartılı, saçma, komik ve inandırıcılıktan uzak.
Ama tam da o yüzden izleniyor.
Bir başka tabuyu daha yıktı: Neredeyse tamamı siyahlardan oluşan bir diziyi Amerikalılar izler miydi? Bu diziyle birlikte yanıtı verilmiş oldu.
Dizinin yaratıcılarından Lee Daniels “Dallas” ve “Hanedan” gibi bir aile drama’sı yaratmak istemiş. Bu sefer aile bir rap müzik şirketinin sahibi, üç oğuldan biri de şirketin veliahtı olacak... Baba ölümcül hastalıkla boğuşuyor, anne 17 yıl sonra hapisten çıkıyor ve resme dahil oluyor... Cinayet, uyuşturucu, içki, seks, komplo, arkadan bıçaklama, aldatma, pahalı evler, arabalar, yalanlar... Ne ararsanız var... Irk, cinsiyet, homofobi gibi konulara da değiniyor.
Hatta ilk bölümde eşcinsel oğulun çöpe atılma sahnesi bizzat Lee Daniels‘ın kendi tecrübelerinden esinlenilerek yazılmış.
Dizide her an her şey olabiliyor. Ciddi anlamda bağımlısı oldum ben. Kaçıranlar şimdi 13 bölümü arka arkaya izleyebilir. Eminim bir başlayınca bırakamayacaksınız zaten.
Yaşasın kötü televizyon.
Ben en kısa zamanda bu dizinin Prestij Müzik konulu yerli versiyonunu da bekliyorum.