1895 - 1953 yılları arasında yaşayan Sedat Simavi “Gerekirse kalemini kır ama sakın satma” diyen bir meslek büyüğümüzdür.
65 yıl önce genç gazetecilere söylemiştir bu güzel sözü...
Ve bu cümle bizim “Anayasamız” olmuştur. Fakat...
Günümüzde ne yazık ki fazla bir geçerliliği kalmadı!
Bugün medyanın yaklaşık yüzde 80’inin satılık olduğunu görüyoruz. Yandaş ve yalaka olanlar “Bal tutan parmak yalar” misali abat ediliyor.
Düzgün ve dürüst olan yüzde 20’nin üzerinde ise çok ağır baskılar var!

* * *

Ülkemizin en büyük basın kuruluşu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1977 yılından beri her yıl “Sedat Simavi Ödülleri” dağıtır.
Bu yılki ödül töreninde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto, ülkemizin içinde bulunduğu hazin durumu şöyle dile getirdi:

* * *

“Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en zor dönemlerinin birinden geçiyor.
İç ve dış politikada ülke halkını tedirgin eden ve birbirini izleyen olaylar, gelecek için endişeye sürükleyen sorunlar her gün büyüyor.
Gazeteciler, kendilerine biçilen yeni bir kalıba konulmak isteniyor.
Gazeteciler, yazdıkları, çizdikleri, ve söyledikleri yüzünden cezaevlerini boyluyor.
Aralarında Can Dündar, Erdem Gül ve Hidayet Karaca’nın da bulunduğu 30 dolayında gazeteci halen hapiste bulunuyor.”

* * *

“Gazeteciler hızla bölünmeye itilmiştir!
İktidar yanlısı gazeteciler,
bağımsız, bağlantısız kalmaya çalışan meslektaşlarını alenen tehdit etmeye, kimi gruplara hedef göstermeye başlamışlardır.
Meslektaşlarımızın üzerindeki baskı alabildiğince artırılmış, Güneydoğu’da gazetecilerin başına silah dayayan polisler, gazeteciye ters kelepçe vuran görevliler görülmüştür!”

* * *

Özetle böyle acı bir tablo çizdi Turgay Olcayto...
İktidar mensupları, gerçekleri yazan, halktan ve haklıdan yana çıkan gazeteciler için dava üstüne dava açıyor, yazarlar çeşitli iddialarla mahkeme koridorlarında süründürülüyor ama nafile...
Bir toplumda herkesi korkutup sindirmenin imkânı yoktur.
Sayıları azalsa bile, gerçekleri yazanlar her zaman çıkacaktır!
Biz de insanız, korkabiliriz ama, sağlam bir vicdanımız ve bizi yetiştiren bu güzel ülkeye minnet borcumuz var!

Kâmil Koç otobüsleri (2)


Büyük otobüs şirketinin kurucusu Kâmil Koç’un (1901-1971) varislerinden, CHP eski Bursa milletvekili Sena Kaleli, bir mektup yolladı.
Birkaç gün önce bu sütunda, Araştırmacı Yazar Semih Kalkanoğlu’nun bir mektubunu yayınlamıştım. Sena Hanım o mektuba cevap veriyor ve diyor ki:
“Kâmil Koç Şirketi’nin satışı, yaşı, benim yaşım ve sektörün kârlı olmamasının dışında verdiğiniz bilgiler yanlıştır.
Öncelikle ben Kâmil Koç’un kızı değil, torunuyum. Kâmil Koç’un 3 kızı vardır ve birbirlerine çok bağlıdırlar.
Sektörün ve şirketin saygınlık kazanması, yeniden yapılandırılması için verdiğimiz devrimci mücadeleler kamuoyunun takdirindedir.
Dedemiz Kâmil Koç’un felsefe, değer ve ilkelerini ileriye taşırken, kadınlar olarak bizim önümüzü açan Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimciliği ve şirketimizin kurucusu olan dedemizin girişimci bilinciyle hareket ettik.
Bu kadar emek verdiğimiz şirketi keyfimizden ve para kazanmak için satmadık. Ağır ve haksız rekabet koşulları nedeniyle, kârsız bir iş kolunda, hele bir muhalefet partisi üyesi olarak sürdürebilirlik şansımız kalmamıştı. Şirketi uluslararası bir fonu yürüten Türk şirketi satın almıştır. En pahalı otobüs fiyatı 450 bin değil, 250 bin Euro’dur.”

Te­bes­süm


“Yaman adammışsın sen abi”
Adanalı bir tüccar İstanbul’da taksiye biner. Şoför başını çevirip onu şöyle bir süzdükten sonra:
“Valla yaman adammışsın sen abi” der.
Adanalı tüccar, bu iltifata memnun olur ama nedenini anlamaz.
Bir süre sonra şoför yine başını çevirir, omuzunun üzerinden ona bakarak süzdükten sonra:
“Dedim ya abi, hakikaten sen yaman adammışsın,
erbapmışsın doğrusu...”
Adamın koltukları iyice kabarır ve merakla sorar:
“Nasıl anladın? Neden?”
“Neden olacak abi, İstanbul’un en usta şoförünü tuttun.”

Gü­nün Sö­zü


Ölmek için doğmuştur insan!
O halde nedir bu aç gözlülük, bu hırs ve bu doymazlık?