Wade Wilson ya da namı diğer ‘Deadpool’ hiç alışık olmadığımız bir süper kahraman. Onun benzersiz hikayesinin filmi ise tam bir eğlence bombası...
Deadpool’u diğer Marvel kahramanlarından ya da aslında diğer bütün çizgi roman karakterlerinden ayıran özelliği ‘farkındalığı’. Çünkü Deadpool bir çizgi roman kahramanı olduğunun gayet bilincinde bir süper kahraman ve bunu seyirciyle sık sık paylaşıyor.




İlk kez 90’lı yıllarda çizgi roman dünyasına adım atan Deadpool’a ben de çok aşina değildim açıkçası. Ancak çizgi roman raflarında yaptığım kimi okumalarda gördüğüm o ki ‘Deadpool’ süper kahraman evreninin en edepsiz, en doğrudan, en vahşi ve en geveze karakteri. Öyle maceraları var ki mesela bir tanesinde bütün Avengers kahramanlarını tek tek öldürüyor. Örümcek Adam’ın bile gözünün yaşına bakmıyor. Bir diğerinde edebiyat tarihinin en sevilen kahramanlarına saldırıp hepsini çok vahşi biçimlerde katlediyor. Don Kişot’u, Sherlock Holmes’u, Tom Sawyer’ı bile hatta! Deadpool, bu cüretkar ve hayli kanlı mizahıyla tabii ki çocuk okurlar için örnek bir kahraman değil. Zaten filmi de ülkemizde 15+ yaş sınırıyla gösterilmekte.

Eski bir ordu mensubu olan Wade Wilson, geçimini kiralık kabadayı olarak sağlamaktadır artık. Ancak bir gün yeni sevgilisiyle mutlu mesut yaşarken kanser olduğu haberini alır. Esrarengiz bir organizasyon onu farklı bir yöntemle iyileştirebileceğini söyler. Wilson bu işkenceyle dolu ‘tedavi’yi kabul eder, iyileşir iyileşmesine ama karşılığında yanıklar içindeki vücudunu ve yüzünü bir maskenin ardına saklamak zorunda olan ölümsüz bir ölüm makinesine dönüşür. O artık intikamının peşine düşmüş, merhamet ve vicdan gibi duygulardan muaf ama çok utanmaz bir mizah anlayışına sahip Deadpool’dur. Ana hikayesinde çok büyük bir buluş olmasa da bundan sonrası birbirinden vahşi ve eğlenceli aksiyon sahneleriyle dolu.

‘Deadpool’, gösteri sanatında seyirci önündeki bireyin seyirciyle iletişime geçmesine verilen ‘dördüncü duvarı kırmak’ deyimine şahane buluşlarla yeni anlamlar katıyor adeta.

Daha ilk sahnesinden bile farkını ve eğlencesini belli eden ‘Deadpool’ haftanın en eğlenceli yetişkin filmi...

Bir bedende hapis…

Einar Wegener ya da en çok bilinen ismiyle Lili Elbe, dünya tarihine 1931 yılında cinsiyet değiştirme operasyonu geçiren ilk transseksüel kadın olarak adını yazdıran Danimarkalı bir ressam.



Aslında bir erkek olarak doğmuş olmasına rağmen içindeki kadını sürekli baskılamış, evlenmiş, başarılı bir sanat kariyeri yakalamış ama bir gün içindeki kadın dışarı çıkmak isteyince hayatı bambaşka bir yöne doğru kaymış. Lili’nin yanlış bir cinsiyette doğduğuna iyice ikna olmasının sebebi, bir gün kendisi gibi bir ressam olan karısına yardım etmek için kadın elbisesiyle modellik yapması. Yıllarca Einar adlı bir erkek olarak yaşayan Lili, kadın kıyafetleriyle kendisini daha rahat ve gerçek kimliğiyle hissettiğini keşfetmesiyle acılı bir sürece girer. Einar’ın Lili’ye ulaşması zor ve acılı bir yolculuktur. En büyük destek ise karısı Gerda’dan gelir.



Kuşkusuz ‘Danimarkalı Kız’ın çarpıcı bir gerçek hikayesi var. Önceki filmi ‘Sefiller’de de harika bir iş çıkartan iyi bir yönetmeni, karı-kocayı canlandıran iki iyi oyuncusu Eddie Redmayne ve Alicia Vikander’i, titizlikle gerçekleştirilmiş sinematografisi var. Ancak Eddie Redmayne’in olanca çabalamasına ve Lili’nin hikayesine gerçekten üzülüyor olmamıza rağmen kalplerde derin bir iz bırakamıyor film. Bunun sebebi filmin Lili’nin hikayesine, karısı Gerda’yı fazlaca ortak etmesi. Kuşkusuz Gerda iyi yazılmış bir karakter. Hatta gerçek hikayeden bir parça kopartılıp daha da işlenmiş.



Onu canlandıran genç oyuncu Alicia Vikander de kırılgan ama güçlü bir kadını iyi oynayarak karakterinin hikayenin önüne geçmesine istemeden katkıda bulunmuş.

‘Danimarkalı Kız’ anlamlı mesajı ve gerçek hikayesiyle belli bir ilgiyi hak ediyor.