Hollywood bilgisayar oyunlarından birkaç filmlik seriler çıkarmayı denemeyi sürdürüyor...  Warcraft bilgisayar oyununa 90’larda biraz takılmışlığım vardı. Ama uzun soluklu bir oyun olduğu ve başında saatler geçirmenizi talep ettiği için erken vedalaştım. Başlıca ilham kaynağının Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” kitaplarının olduğu aşikar bir evrende geçen oyunlar, sanal orduları ve karakterleri idare eden oyuncuların yıllarca bıkmadığı maceralar sundular. Ne ilginçtir ki “Warcraft” sinemaya uyarlanana kadar özellikle de son 10-15 yıl içinde bu tür fantezi aksiyonlar defalarca yapıldı ve hatta eskitildi.

“Warcraft”, Orkların dünyasıyla açılıyor. Klan şeflerinden biri; dürüst, yiğit ve yakında baba olacak olan Durotan, Orkların büyük çoğunluğu gibi kötü büyücü Gul’dan’ın etkisi altındadır. Gul’dan bütün Orkları kışkırtıp insanların dünyasına geçerek büyük bir istila gerçekleştirme peşindedir. Ancak Durotan yanlış bir liderin peşine takılan vahşiler sürüsüne dönüştüklerini düşünmeye başlamıştır artık...
İnsanların dünyasındaysa kral Llane, başkomutan Lothar ve Gandalf ile Merlin karışımı büyücü Medivh bu istilayı farkettikten sonra mücadeleyi başlatırlar. İnsanlarla Orklar arasındaki ilk kapışmada, Orkların esiri olan Garona adlı güzel bir melez de insanlar tarafından ele geçirilir. Garona bu savaşta kilit bir rol oynayacaktır.

Bilgisayar oyunlarından yapılan sinema uyarlamalarının en büyük handikapı bilgisayar oyunlarında çok derinleştirilmesine gerek olmayan karakterlere filmde boyut kazandırabilmek, onları ete kemiğe büründürmek. “Warcraft”ın senaryo bazındaki sorunu da bu. Çatıyı kurmakla, tarafları belli edip bir an önce savaşı başlatmak için o kadar aceleci davranıyor ki, bu esnada karakterlerine hiç yatırım yapmıyor. Onları sadece bu tür fantastik filmlerin belirgin tipolojilerini kullanarak bırakıyor. İster istemez kıyasladığımız “Yüzüklerin Efendisi”nde öyle mi halbuki? Her bir karakterini olay örgüsünün içinde yedire yedire onların korkularını, zaaflarını ve erdemlerini vere vere ilerletiyordu. Burada ise yönetmen her karakteri işine yaradığı ölçüde, aksiyonu zedelemeyecek kadar tanıtmakla yetinip hızla yürümeyi tercih ediyor.

warcraft-film

Bu yüzden acı bir kayıp yaşayan Lothar sadece bir sahnede yas tutup hemen eski haline dönüveriyor, Garona ile de jet hızında aşık oluyorlar birbirlerine. Kral ve kraliçe yanlış oyuncu seçimleri yüzünden (fazla genç ve karizmasızlar) onlara ihtiyaç duyulan ağırlığı veremiyorlar. Lothar’da ise Aragorn’un karizmasının en az yarısı yok! Paula Patton’ın iyi bir performansla oynadığı Garona da “Avatar”ın Neytiri’si gibi, önemli ve duygu dolu bir karakter olmasına rağmen yeterince işlenememiş. Zaten filmdeki her şey bir şeye benziyor. Hz. Musa’nın hikayesinden İncil’e, “Yüzüklerin Efendisi”nden “Avatar”a kadar… Çok farklı kaynaklardan beslenen (mesela İskandinav mitolojisi) “Game of Thrones” dizisi kadar sağlam bir yapıda değil.
Bize ne Orkların dünyasını ne de insanlarınkini yeterince güçlü sunamıyor. O evrenin içinde dolaşamıyoruz bile koşturmaktan! CGI'la yaratılmış peyzajlar dışında geniş açıyla görebildiğimiz bir doğa parçası neredeyse yok. Nitekim filmin çok fazla kullanılan CGI efektleri de birinci sınıf olamamış. Bizi o dünyanın içinde kaybedemeyip sık sık kendilerini belli etmekteler... Yine de filmin ikinci yarısı birkaç sürpriz senaryo hamlesiyle vites yükseltip salondan tatsız çıkmanıza bir parça engel olunuyor.
“Moon” ve “Yaşam Şifresi” (Source Code) gibi ortalamanın üzerinde filmler çekmiş Duncan Jones’un bu kadar potansiyeli olan epik bir seri için daha zengin ve sağlam bir senaryoyla yola çıkmasını beklerdim. Bilgisayar oyunlarından yapılan filmlerin nitelik ortalaması zaten çok düşük. Bu yüzden “Warcraft” en azından bu ortalamanın üzerinde ama “Yüzüklerin Efendisi” gibi bir sinema klasiğine dönüşme ihtimali pek yok.

2,5 yıldız
Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması
Yönetmen: Duncan Jones
Oyuncular: Travis Fimmel, Ben Foster, Paula Patton
123 dakika, 13 +

Havuzun etrafında...

1969 yapımı Jacques Deray filmi “Sen Benimsin” (La Piscine) ülkemizde de zamanında sinemalarda izlenmiş, sevilen bir filmdi. Evet, eskiden Türkiye sinemalarında beğeniyle izlenir ve haftalarca salonlarda oynatılırdı. Zamanın beğenilen oyuncularından Alain Delon ve Romy Schneider’in St. Tropez’de havuzlu bir villada tatil yapan iki sevgiliyi oynadığı filmde çiftin ortak arkadaşı olan Harry’nin ergen kızıyla beraber birkaç günlüğüne yanlarına gelişi, ani gelişen bir cinayete kadar sürüklüyordu olayları. 69 yapımı film aslında birbirlerine duygudan çok cinsel tutkuyla bağlı bir çiftin ‘kıskançlık’ bahanesi altındaki yok ediciliğini ele alan bir suç dramasıydı. Özellikle sonlara doğru inceliğini kaybeden bir senaryosu olsa da başarılı bir film sayılır.

sen_benimsin-ic

“Benim Adım Aşk” (I am Love) gibi şahane bir filme imza atmış İtalyan yönetmen Luca Guadagnino da orijinal filmin gediklerinin farkında olduğunu belli eden bir tavırla geçmiş kamera arkasına bu ‘yeniden çevrim’de. 2016 model “Sen Benimsin”in hikayesi orijinaliyle aynı çatıda ilerliyor. Ama karakterlerde büyük farklılıklar var. Marianne ses tellerindeki bir operasyon yüzünden konuşması bir süre yasaklanmış olan popüler bir şarkıcıdır. Belgeselci sevgilisi Paul ile tutkulu bir ilişkileri vardır. Marianne’in eski sevgilisi ve Paul ile tanışmasına da vesile olmuş olan dostları Harry kızı Penelope ile yanlarına gelir. İki adam arasında içten içe bir hesaplaşma başlar. Paul en başta Harry’nin seksüel enerjisi yüksek, gürültücü halinden rahatsız olsa da Marianne’e hâlâ yoğun bir ilgisi olduğunu farkettiğinde daha da huzursuz olur. O da Harry’nin ergen kızı Penelope’nin baştan çıkarıcı hareketlerine karşılıksız kalmamaya başlar.

“Sen Benimsin” yönetmenin önceki filmindeki gibi burjuva eleştirisinden nasibini almış bir film. Onlar bu güzel İtalyan adasında birbirleriyle sevişmenin peşine düşmüşlerken çevrede mülteciler ölüm kalım savaşı vermekteler! Film bu durumu zaman zaman fazla tekrar etse de Guadagnino’nun şahane görüntüleri eşliğinde tutkularının esiri olmuş bu insanların birbirleriyle olan duygusal çarpışmalarını izliyoruz. Ta ki havuzda gerçekleşecek cinayete kadar...

Açıkçası zaman zaman bazı bölümleriyle orijinal filmin üzerine çıkmayı başarıyor film. Bütün karakterlerini orijinal filme göre daha derinleştiriyor senaryo. Objelerle karakterler arasında hızlı kamera geçişleri (ve zoom in - zoom out) yaparak karakterler arasında kamerasıyla köprüler kuran yönetmenin ustalığı filmin hafif sayılabilecek öyküsünü daha çok ciddiye aldırıyor. Zaten olağanüstü bir oyuncu olan Tilda Swinton’ın yine boş geçmediği filmde, Ralph Fiennes’ın dinamik/manik performansı da hayli dikkat çekici. Matthias Schoenaerts Paul rolündeki karizmatik sessizliğiyle, “Grinin Elli Tonu”yla cesur rollerin genç oyuncusu olduğunu kanıtlayan Dakota Johnson da lolita kıvamındaki performansıyla göz dolduruyorlar.

3,5 yıldız
Sen Benimsin
Yönetmen: Luca Guadagnino
Oyuncular: Tilda Swinton, Matthias Schoenaerts, Ralph Fiennes
125 dakika, 15+

VE DİĞERLERİ

Arama Moturu

Önceki filmleri “Mommo” ve “Meryem” ile dikkat çeken yönetmen Atalay Taşdiken yine Anadolu’nun bir köyünde bu sefer sevimli ve güleryüzlü bir hikaye anlatıyor. Sınırlı bir şekilde de olsa interneti köylerine getirebilmiş olan ahali, kabuğundan sıyrılıp dış dünyaya açılmaya çalışmaktadır.

arama_moturu_afis

Bu arada Almanya’dan dönüş yapan “Sefil Hasan”, artık sefil olmadığını kanıtlamaya gelmiştir. Taşdiken amatör oyunculardan çok komik performanslar çıkartabilmiş ve oldukça da sevimli bir köy komedisi oluşturabilmiş. (7+) 3 yıldız

Vurgun

Bir zamanlar çok iyi filmlerde rol alan Nicolas Cage, uzun zamandır iyi filmlerle buluşamıyor. Ama “Vurgun” yine de bir kalemde kötü denemeyecek bir soygun filmi sayılır.

vurgun-afis

İki polis bir uyuşturucu çetesinin kasasını soymaya çalışıyor. Ancak senaryosunun zaaflarından dolayı daha neden bir araya geldiklerini bile çok iyi anlatamadan soygunun ortasında birbirlerine düşman hale getiriliyorlar. (15+) 2,5 yıldız

Evrim

Yönetmen Lucile Hadzihalilovic’in önceki filmi “Innocence”dan daha zor izlenen filmi ana karakteri Nicolas’ın sembolizmle dolu kabusvari hikayesini anlatıyor. İsimsiz bir kıyı kasabasında sadece anneler ve oğulları yaşıyordur. Anneler, çocukları gizemli bir tedaviye mahkum etmektedirler.

evrim_afis

Nicolas da onlardan biridir ama annesinin gerçek annesi olmadığını biliyordur. Zaman zaman bir korku filmine dönüşen atmosferi ve kimi işkencevari sahneleriyle izleyiciyi zorlayan bir film. (13+) 3 yıldız