ANALİZ

Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğu günden beri “Ben başkomutanım” sözünü dilinden düşürmüyor. Halka söylediği şu; “Artık ordunun da başı benim, başkomutan olarak ordu benim emrimde.”
Erdoğan’ın bu söylemini AKP’nin diğer yöneticileri ve sözcüleri ve tabii ki yandaşların tamamı aynen benimsemiş durumda. Hepsi “başkomutan” dayatması ile halkın zihninde bir algı oluşturmaya çalışıyor.
Açıkçası konuyu bilmeyen kesimlerde bunu başarıyorlar da. Son örnek Hürriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök. Erdoğan’ın “Başkomutan olarak Genelkurmay Başkanı’nı elbette yanıma alıp gideceğim. Başbakan bile istese yanına alır gider” sözlerini dün köşesinde taşımıştı “Aynen katılıyorum” diyerek üstelik.
Cümleye bir daha bakalım; “Başbakan bile isterse yanına alıp gidebilir.”
Genelkurmay Başkanı’nın aşağılanmasına bakar mısınız? Ne yazık ki Türkiye’de bunlar çok normal karşılanıyor artık. İktidarda olmanın güç sarhoşluğu içinde olanlar canlarının istediği herkese en ağır hakaretleri etmekten kaçınmıyorlar. Nasıl olsa hesap soran “Durun yahu” diyen yok.
Şimdi gelelim işin aslına; Erdoğan’ın “Başkomutan benim” sözleri doğruyu yansıtmıyor. Başkomutanlık anayasa gereği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesindedir. Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bu unvanı barış döneminde temsil eder. Bu yetki bir savaş durumunda bu kez Genelkurmay Başkanı tarafından temsil edilir.
İşin püf noktası şu; Cumhurbaşkanı, mevcut anayasaya göre Genelkurmay Başkanlığı ile hiç ilişkili değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 117. Maddesi aynen şöyle; “Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Cumhurbaşkanı’nca atanır. Görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.”
Anayasa maddesinden de anlaşıldığı gibi Genelkurmay Başkanı Başbakan’a bağlı bile değil, sadece sorumlu. Bu durumda yandaşların pek sevdiği “Genelkurmay Başkanı ile Tapu Müdürü arasında ne fark var, ikisi de devlet memuru” lafının aslı astarı yok.
Bu nedenle ısrarla ve sıklıkla “Ben başkomutanım, Genelkurmay Başkanımı alır istediğim yere giderim, Başbakan bile isterse yanına alıp gider” sözleri doğru olmadığı gibi nezaket açısından anayasaya da aykırıdır.
Ancak bunların hiçbir önemi yok. Çünkü beyinlere sokulmak istenen algı Erdoğan’ın kendisini zamanında Cumhurbaşkanlığı’na yakıştırmadığını söylediği orduyu ve başındaki komutanı adeta “emir eri” gibi kullandığıdır.
Bu durum fiilen belki gerçekleşmiştir ama hukuken de milletin vicdanında yeri yoktur ve ters tepme olasılığı da yüksektir.

ŞAŞIRDIM

Devlet isterse öldürebilirmiş


Türkiye’nin çeşitli yerlerinde açılan “darbe davaları” sürerken dün darbenin ana davası olarak nitelenen davanın iddianamesi de yayınlandı. Bir numaralı sanık Fetullah Gülen. Çok sayıda yüksek rütbeli subayın yargılanacağı bu dava kalkışmayı yapan “Yurtta Sulh Konseyi’ni” de kapsıyor. Tabii sanıklar şu anda asker ve askere çok yakın sivillerden oluşuyor. İşin siyasi ayağından henüz haber yok.
Bu davalar çeşitli yerlerde sürerken ilginç anlar da yaşanıyor.
Muğla’da, Erdoğan’a suikast olayının sanıklarının duruşmasında ifade veren Astsubay Erkan Çıkat’ın sözlerine sinirlenen 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı “Devlet istese sizi orada öldürürdü” dedi.
Erdoğan’ı Marmaris’te bulamadıktan sonra çam ormanlıklarında saklanırken yakalanan komandolar bir çatışma ile öldürülebilir miydi? Elbette bu olabilirdi.
Ancak bir mahkeme başkanının açık biçimde “Devlet istese sizi orada öldürebilirdi” demesi çok şaşırtıcı.
Çünkü bu cümle aynı zamanda “Devlet istediğinde öldürür” anlamına da gelir ki, bu olacak şey değildir. Adı üstünde; Devlet.
Devlet düzeni korumak, adaleti sağlamak için vardır. Bunun için de hukuku uygular. Adaleti sağlar.
Sanıyorum cemaatçi çetenin alçak darbe girişiminin toplumda yarattığı öfke nedeniyle bu tür “olmadık” sözler arada kaynayıp gidiyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Amerika ile didişme referandum sürecini kurtarır mı?


Suriye’de IŞİD, Suriye ordusu derken şimdi karşımıza Amerika çıktı.
Amerika ile Rakka operasyonu konuşulurken hedefimizi PYD’nin üslendiği Menbiç’e çevirdik.
Amerika Menbiç’teki PYD güçlerini desteklediğini resmen açıkladı.
Bununla da yetinmedi, bu örgüte zırhlı araçlar ve ağır silahlar verdiği gibi askerlerini de “Amerikan Bayrağı açarak” bu teröristlerin yanına yerleştirdi.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı iki gün içinde art arda açıklamalarla Menbiç’teki PYD unsurlarının temizleneceğini açıkladılar.
Türkiye elbette bunu yapabilecek güçte ama Menbiç’e müdahale edildiğinde karşımızda sadece PYD olmayacak, Amerikan askeri de olacak. Yani ateş açılırsa Amerikan askeri de hedef olacak ki bu bir anlamda Türkiye-Amerika çatışması anlamına gelecek.
Kişisel görüşüm şu ki; Türkiye esip gürlese bile Menbiç’ten Amerikan askerleri çekilmeden bir operasyona kalkışmaz. Bunun akıl ve mantıkla bağdaşmayacağını herkes biliyordur.
O halde Amerika’ya yönelik “Kararlıyız sen de olsun vururuz” söylemi daha önce örneklerini gördüğümüz gibi aslında içe yönelik bir durum.
Referanduma giderken önemli bir propaganda malzemesi olabilir.
Ancak bu tür politikalar iki ucu keskin bıçağa benzer. Bir kere referanduma 43 gün var ve bu gerginliği bu kadar uzun süre taşımak zordur.
Bu süreçte Amerikan askerleri ve PYD unsurları Menbiç’ten çekilirse sorun yok. Ama çekilmezler de Amerika ile çatışma aşamasına gelirsek durum kritikleşebilir. Burada başımıza gelecek bir başarısızlık referandumda iktidarı yerle bir edebilir.
Tabii bir olasılık daha var. Savaş bahanesi ile referandumu iptal etmek.
Başkanlık sistemini “kesin evet çıkacak” bir tarihe kadar askıya almak.

BUNU YAZMAK GEREK

Bahçeli son anda “Arkadaşlarımız serbesttir” diyebilir


Elbette Devlet Bahçeli “pişmandır” diyemem. Ancak başkanlık sistemine onca karşı olmasına rağmen neden bir anda Türkiye’yi referandum ortamına soktuğunu düşünüyordur mutlaka.
Kendi partisindeki itirazlara öfkelenen ve “İnadına Tayyip Erdoğan” diyen Bahçeli Barzani’nin Ankara ve İstanbul’da bayrak astırmasından sonra neye uğradığını şaşırdı.
Bahçeli’nin grup toplantısında “Bu bir skandaldır, rezalettir, sorumluları cezalandırılmalıdır” sözleri ne kadar yenilir yutulur değilse, hemen yarım saat sonra Başbakan Yıldırım’ın “Bir de bayrak konusuna taktılar, biz astırdık” demesi de o kadar yenilir yutulur değildir.
Nitekim Bahçeli bu ağır cevap üzerine yine ağır bir mesaj yayınladı Twitter üzerinden ama sonunda yine “evet” demeyi ihmal etmedi.
MHP’de özellikle Barzani olayından sonra “rahatsızlık” seslerinin yükselmeye başladığını duyuyorum. Bahçeli’nin bu konuda partilileri sakinleştirmesinin de çok kolay olmadığı söyleniyor.
Tanıdığım bir MHP’li “Devlet Bey son anda partililerin referandumda vicdanlarının emrettiği yönde oy kullanmalarını isteyebilir” dedi. Aynı MHP’li “Böylelikle Bahçeli Erdoğan’ın rüyası olan başkanlık konusunu halkın önüne getiren kişi olarak (Biz sadece fiili durumun ortadan kalkması için adım attık ama halk uygun görmedi) deme ve hatta partisini ayakta tutma şansına kavuşacaktır” diye konuştu.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Keşke Türkiye’de de bu kadar kararlı olsalar


Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Almanya’da konuşturulmaması olacak iş değil. Bir bakanın, yoğun Türk nüfusu olan bir ülkede konuşma yasağına uğramasını ne demokrasi ile ne hukukla ne de diplomasi ile kimse izah edemez.
Bozdağ’ın “Demokratik bir ülkede fikir özgürlüğünün engellenmesi kabul edilemez” sözleri de çok doğrudur.
Bu açıdan Bozdağ’ı söylediklerinden ötürü kutlamak istiyorum. Ama keşke aynı tutumu Türkiye’de de gösterebilse. Referandumda hayır kampanyası yürütenlere yönelik hukuk dışı engellemelere de böyle karşı çıkabilse.