Ağıza alınmayacak; “alçaksın... hainsin... vatanı satarsın...” küfürlerine son verecek teklifi yaptı. Tansiyonu düşürecek en etkili ilacın adını söyledi.
Kızımın dairesi:
100 bin dolar.
İsteyene hemen satarız.
Bu kadar açık.
Kolay anlaşılır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “kızımın 73 metrekare dairesi var” dedi. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın kızlarının kaç metre kare daireleri var?
Daire mi!
Villa mı!
Yalı mı!
Köşk mü!
Kaç bin dolar?
Yan yana getirelim.
Kıyaslayıp, görelim.
Kimin kızının neyi var?
Siyasete ilk girdiklerinde Kemal Kılıçdaroğlu da Tayyip Erdoğan da yoksul aile babalarıydı. Bu gerilim, tansiyon, küfürleşme, ağır hakaret, bel aşağısı vuruş bitsin. Kılıçdaroğlu, meydan okudu: Kızım bu daireyi satın alırken “hiçbir torpil işlemedi” dedi. Yani Kılıçdaroğlu’nun kızı, babasının adını kullanarak daireye olduğundan daha düşük bir değere sahip olmadı. Aynı şekilde Tayyip Erdoğan’ın kızları da oturdukları dairelerin sahibi olurken babalarının “en yürekli işadamının korkudan ödünü kopartan siyasi ağırlığını” kullanıp kullanmadıklarını da araştırmalıyız.

* * *

Teklif açık.
Öneri net.
Araştırmayı babalar yapacak.
Kızım nereden buldun?
Oğlum nasıl sahip oldun?
Dünürüm, eniştem, kardeşim bu kadar malı, mülkü, serveti nasıl edindin? İki lider, oğullarına, kızlarına, dünürlerine, eniştelerine, kardeşlerine “neyin var, nereden buldun, nasıl edindin” diye soracaklar.
Halka açıklayacaklar.
Göreceğiz:
Baba torpili yok.
Hortumlama girmemiş.
Kamudan transfer yok.
Kayırma, kollama olmamış.
Kemal Kılıçdaroğlu, Man Adası’nda 5 lira 30 kuruş sermayeli şirkete 15 milyon dolar gönderildiğinin dekontlarını açıkladığında da kızmak, bağırmak, küfür etmek yerine “bize bu fırsatı verdiğin için sana teşekkür ederiz...” diyebilirlerdi. Beklenen şuydu: 15 milyon doların nasıl biriktiğini, ne alınıp ne satıldığını, yurtiçinde mi yurtdışında mı kazanıldığını, vergisinin nerede verildiğini açıklayıp ana muhalefet partisi liderini mahcup edebilir ve topluma da “bunlar gerçek devlet adamı insanlar” dedirtebilirlerdi. Ben bile burada “bravo Tayyip Bey’e” diye yazı yazardım.
Önce dekontlar sahte!
Dediler.
Sonra!
Para yurtdışına gitmedi.
Para yurtdışından geldi.
Dediler.
Sonra!
Para “bankadan bankaya yollandı” dediler. Sonra da küfür, hakaret, kötü söz yağmuru başladı.

* * *

Dekontlar savcılıkta.
3 hafta dolacak.
Hâlâ net bir açıklama yok.
Bol küfür, hakaret var.
Oysa bu dekontlar gösterildiği ilk gün; İngiltere’de bir yeminli müşavirlik şirketine gönderilseydi; şimdiye kadar “15 milyon doların nereden nereye, kimden kime gönderildiğini” hiçbir şüpheye düşmeden 3 gün içinde öğrenecektik.
Alçaksın...
Hainsin...
Vatanı satarsın...
4 yıl önce kasalardan, kutulardan dolarlar çıktığında ve bakan oğlanlarının evlerinde para sayma makineleri bulunduğunda da aynı tür küfürleri duymuştuk.
Paralar kirli rüşvet midir?
Kasalar niçin oğlan evindedir?
Rüşvetler Rıza’dan mıdır?
Kim ne kadar yedi?
Kim ne kadar yedirdi?
Yedikleri kimin parasıdır?
Bütün bu soruların cevabını bulmak çok kolaydı ama 4 bakanın, Yüce Divan’a gidecek yolunun önü tıkandı.
Kızım nereden buldun?
Bunu sormak niçin bu kadar zor?
Dünyaya rezil olduk.