Ergani'den Moskova yıllarına, devrim heyecanından aşk tutkusuna... Gidenlerden, kalanlardan uzun uzun konuştuğumuz usta yazar Ahmet Ümit, bilge insanı anlattı... 1 Türkiye'de polisiye romanı, en iyi eserlerle okura ulaştıran usta yazar Ahmet Ümit ile, yeni kitabını ve sanatla geçen 35 yılını konuştuk. Ergani'de başlayan serüveninden Moskova yıllarına uzanan yolculuğunu paylaşan Ahmet Ümit, Türkiye'de yaşayan karma toplumlardan eserlerinde yer verdiği ötekilere kadar, yaşamında yer eden ne varsa sevenleriyle paylaştı. Neredeyse 35 yıl olmuş sanat yaşınız. Nasıl geçti sanat yılları? İlk öykümü rastlantı sonucu 1982'de yazdım. Tam 34 yıl olmuş... O hikaye götürdü beni yazarlığa. 40 ayrı dilde yayımlandı. Şu ana kadar 24 kitabım yayımlandı. Bu eserlerin tümü milyonlarca okur kazandırdı bana. Hem o kitleyi hem beni değiştirdii Olanaklarımdan bahsetmiyorum, yazarak kazanıyorum ben... Edebiyat ruhumu iyileştiriyor. Türkiye ve dünyanın birçok yerinden okur kazandırdı bana edebiyat. Eksikliklerimi, doğrularımı tanıdım yazdıkça, kendimi tanıdım. Yüzlerce karakter yaratırken kendi ruhumdaki iyi ve kötüye baktım. Katile, zalime, şevkatli insana, her şeye... Bir psikoloğa gitmenize gerek kalmıyor. Kendinizi tanıyor, sınırlarınızı görüyorsunuz. Sorunlarımı bu şekilde çözdüm ben. İyi ki olmuş. Hoş bir duygu... 5 Yazarlık, Ahmed Arif'in dediği gibi yürek ve hem kalem işçiliğidir benim için. Hepsi çok değerliydi.. Peki sizin için "yaşamımı şekillendirdi" dediğiniz bir eser oldu mu? Sis ve Gece önemli bir rol oynuyor yaşamımda. Polisiye romanı seçişimdi benim o eser 1996'da. Yazarlık sürecimde onu kaleme almak gittiğim yolu değiştirdi. Türkiye'de polisiye romanda bir boşluk olduğu düşünülmesin. Ben var olan bir boşluğu doldurmadım. Yenilik kattım sadece. Biz yazarlar çok yoğun duygular hissederiz acı çekerken de mutluyken de. Kitap da yolumu değiştirecek kadar belirleyici oldu hayatımda. "NASIL YAŞARSANIZ ÖYLE YAZARSINIZ" Şiirden polisiye romana geçiş zor olmadı mı ? Aslında şiirden değil öyküden geçiş oldu. Genç yazarların tümü bu geçiş sürecini yaşar. Şiir, Moskova yıllarında kazandığım bir kültürdü. Oradaki yalnızlıktan... Esas olarak düzyazıcıyım. Bu geçişte daha çok 12 Eylül'ün etkisi var. Ne yazık ki Türkiye'de darbe eksik olmuyor... O dönemlerde fırtınalı bir hayatım vardı. Solcuyduk, heyecanlıydık. Darbe oldu, darbeyle dövüştük. "Yazarların üslubunu belirleyen şey kişisel tarihidir" diye bir söz vardır. Nasıl yaşarsanız, öyle yazarsınız. Benim hep kaçmaca kovalamaca ile geçen hareketli bir hayatım vardı. Polisiyeye geçişim de kişisel tarihimden kaynaklanıyor. 1a Nasıldı Moskova yılları? Marksizm ve Leninizm eğitimi almak üzere gitmiştim TKP sayesinde Moskova'ya. Nazım Hikmet'le aynı nedenden haliyle. Tabi o zamanların komünist partisi bugünkü gibi değil... Sahte pasaportla gitmenin verdiği heyecan, sorgulayış-arayış süreci derken hayal kırıklığı içinde buldum kendimi. İdeallerimdeki toplumla, gördüğüm şey aynı değildi. Ben herkesin mutlu olduğu bir toplum düşünüyordum. Fakat aksine, insanların çok mutsuz olduğunu gördüm. Kapitalizm 13. yüzyıldan beri dünyaya hükmediyor. Sosyalizmin yaşı daha genç. Sovyet tipi soyalizmin yıkılışı da buna bir örnekti. Tabi insanların sosyalist bir dünya arayışı hâlâ devam ediyor. Savaşlarla, acılarla, mutsuzluklarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların daha iyi bir dünya inşa edeceğine inanmıyorum. Adı ne olursa olsun... Orada kendimi de sorgulamaya fırsat buldum. Evet, komünist parti diyoruz ama bir lider var ve ona tapıyoruz. E bu nasıl solculuk diye soruyor insan kendine. Nazım'ın eşi Vera ile olan görüşmelerim çok keyifliydi. Vera, beni yazarlığa itmede çok büyük rol oynamıştır. 'Polisiye roman' denince akla önce Ahmet Ümit geliyor. Türkiye'de bu tarzdaki roman yazarlarını nasıl buluyorsunuz? Emrah Serbes, Alper Canıgüz, Celil Oker, Murat Menteş, Armağan Tunaboylu gibi çok başarılı bulduğum isimler var. Hepsinin isminmi sayamadım kusura bakmasınlar. Bu genç ve heyecanlı damarın, önümüzdeki senelerde Türkiye'de çok daha güzel eserler üreteceğine inanıyorum bu alanda. Beni umutlandırıyorlar... 6 Toplumun ittiği, dışladığı bütün bireylere dokundunuz siz. Ötekilerin yaşamınızdaki yeri nedir? Bence, sadece yazarlar ve politikacılar değil, her birey kaybedenlerle empati kurmalı. Ezilmiş olanla, hayatın, toplumun, tarihin bir kenara ittiği kültürlerle, gruplarla iletişim kurmalıyız. Fokları, kelaynakları, ağacı korumak mutlak insan olmamızın bir parçası. Ancak söz konusu türümüz olunca çok daha değerli oluyor. Bu topraklar çok zengin topraklar... Hititler, Romalılar, Osmanlı geldi geçti bu topraklardan. Çok kültürlülüğün hakim olduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Süryaniler, Nusayriler, Ezidiler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkesler, Yahudiler... Aklınıza ne geliyorsa... Bu insanlar bizim renklerimiz. Türkiye fakirleşiyor ve çirkinleşiyor. Çünkü bu kültürel zenginlik ortadan kalkıyor. Bugün Beyoğlu'na bir bakın. Çorak bir kültür göreceksiniz. Onların renklerinin solması, seslerinin kısılması beni derinden üzüyor. Bu insanlar hep buradaydı. Babalarının, atalarının toprakları burası ve bu topraklara güzellik kattı her biri. Eserlerimde her zaman onlara yer olacaktır. "Bugün mutluluktan müebbet yesek yarın af çıkar" demiş bir karakter... Nedir mutluluğun sırrı size göre? Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ndeki mutsuz sokak çocuklarıydı bu sözleri söyleyenler. Hayat hep bizden bir şeyler alacaktır. Çocukluğunuzu, arkadaşlarınızı kaybedersiniz. Aşık oluruz 'hiç bitmez' deriz, kaybederiz. Anneyi, babayı ve en son hayatımızı kaybederiz kaçınılmaz. Hayat, kaybetmek üzerine kurulmuştur. Bu nedenle en iyi yöntem bilge olmaktan geçer. Kaybetmeyi göze almaktan... "Hayat bana hep iyi davranacak, kaybetmeyeceğim" derseniz mutsuz olursunuz. "Bugünü yaşayabilirim" derseniz kazanan siz olursunuz. 2a "TUTUKLU GAZETECİ-YAZARLAR DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR" Tutuklu gazeteci-yazarlara uygulanan muameleleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bugün pek çok yazar, gazeteci dostumuz hapishanede... Bu, ülkem adına utanç verici bir uygulama. İnsanlar bir terör örgütüne üye ise ya da bir darbe girişiminin parçası ise yargılamak başka bir şeydir, düşüncelerini yazan suçsuz insanları tutuklamak başka bir şey. İçerideki yazarlar, gazeteciler,aydınlar derhal serbest bırakılmalıdır. Bunun terörle mücadeleye bir faydası olmaz. Aksine, Türkiye'ye büyük zarar verir. Ülkenin düşünce sistemini çökerten bir durumla karşı karşıyayız. 12 Mart'da, 12 Eylül'de; gazeteciler, yazarlar tutuklandı, öldürüldü... Bakın; Nazım Hikmet'i , Orhan Kemal'i Kemal Tahir'i tutuklayanlar bugün yok ama o eserler hâlâ yaşıyor. Sabahattin Ali'yi öldürdüler, Yaşar Kemal'i yasakladılar. Suçluları bugün lanetle anılıyor. Ve bugün de tutuklu olan yazarlarımızın eserleri seneler sonra da okunmaya devam edecek. Sanatı kimse yenemez. Baskıyla, zorbalıkla sanatın karşısında duramazsınız. Sanat her zaman kötüyü alt edecektir... Yanlıştan hemen dönülmelidir ve gazeteci dostlarımız bir an önce serbest bırakılmalıdır. 7 "NE KARANLIK DÖNEMLER YAŞADIK BİZ" Yaşar Kemal demişken... Vedat Türkali, Yaşar Kemal, Tarık Akan gibi usta isimler aramızdan ayrılırken ben 'öksüz kalmışlık' duygusu yaşıyorum. Türkiye'de benzer nitelikte sanatçıların yetişeceğine inanıyor musunuz? Mutlaka... Çok fazla yazar var Türkiye'de, çok fazla eser üretiliyor. Kitap okuma oranı yükseliyor. Artık insanlar sanata daha yakın. İnsanın içindeki iyi ve kötü her zaman bir aradadır. Kötünün karşısındaki iyiyi gösterelim yeter ki. Ne karanlık dönemler yaşadık biz... Evet sancılı olacak, evet çile çekeceğiz ama bunların hepsi geçecek. Doğayı, canlıyı, vicdanı korumak lazım. Şevkati, empatiyi yükseltmemiz lazım, sadece Türkiye'de değil üstelik dünyada... 4 Elveda Güzel Vatanım'ı okurla buluşturdunuz... Bugün Türkiye'nin ciddi bir demokrasi sorunu var. Tek seslilik korkunç bir şeydir. Elveda Güzel Vatanım'ı yazarken buna benzer bir döneme gittim. Her ne kadar özleyen birtakım insan olsa da Osmanlı devleti tarihsel olarak bitmiştir ve yerini Cumhuriyet rejimi almıştır. Bu hep böyle olacaktır. İttihat ve Terakki önderliğinde açılan parlamento ile tuhaf bir şekilde kendilerine baskı kurdular. Aradaki fark şuydu. Abdülhamit kendi monasrşisini korumak için baskı uyguluyordu, bunlar kendi meşrutiyetini korumak için baskı uyguluyor. Gazetecileri öldürdüler, hapse attılar. Bu beni yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle 1906-1926 yılları aralığını anlatmaya çalıştım. O yirmi yıllık başlangıcı ve bitişi... İnsan doğası politikaya mı aşka mı yatkındır diye soruyorum. Şehsuvar Sami, Yahudi kızı Ester ile büyük bir aşk yaşıyor. Ama aynı zamanda İttihat ve Terakki üyesi ve vatanını kurtarmaya inanan bir inkılapçı. İkisi arasında bir tercih yapmaya çalışıyor ve sonunda Ester'e, "Benim vatanım sensin" diyor...