Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu Ağrı'da güvenlik önlemi alan askerlerle, terör örgütü arasında çıkan çatışmayı değerlendirdi.

Feyzioğlu'nun açıklaması şöyle:
İlk cümlem: PKK bir terör örgütüdür ve silahlı güçleriyle ortalıkta gezinmesinin meşru bir tarafı yoktur. “Barış süreci”nden söz edenlerin, ekranların pek mühim tartışma programlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de silah bırakması gerektiğini söylediğini duyunca “haydi oradan” diyorum ve kanalı değiştiriveriyorum.

Erdoğan'dan Ağrı açıklaması

Erdoğan'dan Ağrı açıklaması

Devam ediyorum. Alkışlamadan veya sövmeden önce devamını okuyun lütfen…

Öte yandan iki zaplamam arasında kulağıma çalınan “reel durum” veya bazı söz ustası yorumcuların tabiriyle “bölgedeki reel gerçek (!)”, yine onların anlatımıyla şöyle: “silahlı iki güç (burada TSK ve PKK’dan söz ediliyor) 1.5 yıldır çatışmasızlık halindeydi.” Böyle baş harflerle kısaltmalar yapınca meşruiyeti birbirine denk kuvvetlerden söz ediliyormuş gibi bir algı ortaya çıkıyor herhalde. Bu muhteremlerden duyduklarımıza göre (seçim kapıya dayanıncaya kadar yalanlama olmadığı için hükümetten, duyduklarımız doğru zannedersem), çatışma olmasın diye iki taraf da birbirlerini görünce, başlarını çeviriyormuş. Tabii bunu benim bildiğim hukuk kurallarıyla anlamam için epey bir zorlamam lazım kendimi. Nedense şu meşhur müzakerelerde hükümet tarafı “görmemiz hoş olmayacak şeyler yapmayın da görecek bir şey olmasın ortada. Mesela silahlarınızla ortalıkta gezmeyin, polis birlikleri kurmayın, şehir ortasında resmi geçit ve benzeri etkinlikler yapmayın” demeyi unutmuş sanırım. Benim bildiğim silahlı unsurlar ya silah bırakır ya ülke dışına çıkar, ondan sonra siyasilerle görüşmeler başlar bu işlerde. Demek başkaları başka biliyormuş.
Neyse, “reel gerçeklik”(!)ten devam edelim. Yine duyduklarımıza göre Jandarma ve Emniyetin istihbarata dayalı yüzlerce operasyon talebine bugüne kadar valilikler hep olumsuz yanıt vermiş, çatışmasızlık hali sürsün diye. Bu durumu bir veri olarak bir kenara yazalım. Önemli.

Şimdi sorularımızı sormaya başlayalım:
Genelkurmayın ilk açıklamasında, PKK’nın bir köyde propaganda yapıp bir siyasi parti için zorla oy isteyeceği, yani suç işleyeceğinin istihbaratının alındığı yazılı. Şu halde jandarma oraya, “PKK gelirse” diye bir ihtimal üzerine gitmemiş. Tam aksine, “PKK gelecek” diye gönderilmiş. Gönderen kim? Vali.

Madem ki PKK’nın silahlı olarak geleceği istihbaratı üzerine gidiliyor ve bu gidiş, PKK’ya hal hatır sormak için değil, bunun adına ne derseniz deyin, makul mantıklı bir açıklama yapılmadığı takdirde bu bir “operasyon”dur.

Soruyoruz: PKK’ya karşı bu operasyonun sadece 15 kişilik bir takımla/birlikle gerçekleştirilmesi, büyük bir tedbirsizlik değil midir? Benzer operasyonlar, çatışmasızlık olarak tanımlanan halden önce, kaç kişilik görev güçleriyle yapılırdı?
Nitekim Genelkurmayın bu görevin kendileriyle ilgili olmadığına, tamamen valiliğin emri üzerine gerçekleştirildiğine dair açıklaması, ileriye yönelik bir kurtuluş kapısı açmak gibi geliyor kulağa.
15 kişilik bir takıma, assubay yerine normalde 1000 kişiye komuta etmesi gereken üstteğmenin komuta etmesi olağan mıdır? Olağan değil ise, sebebi nedir? Aklıma geleni, bırakın söylemeyi, düşünmek bile istemiyorum.
Üsteğmenimizin ve askerlerimizin, PKK’nın köyde olacağına dair bir istihbarat üzerine oraya sevk edildiklerinden bilgileri var mıdır? Yani askerlerimiz, bir festivalde rutin güvenlik tedbiri almaya mı gittiklerini sanmaktadırlar? Bu sebeple mi ilk ateşte 4 askerimiz vurulmuştur?

Daha önce (son 1.5 yılı kastediyorum) benzer toplantı ve festivallere (mesela 30 Mart seçimleri veya Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde) jandarma gönderilmiş midir? Gönderilmediyse sebebi nedir?

Vali bey ve devletin en üstten orta seviyelere kadar pek çok makamı, PKK’nın HDP için silahla tehdit ederek oy toplamaya çalıştığı hususunu niçin bu kadar şevkle ve sürekli olarak tekrar etmektedir? PKK’nın ortalıkta dolaşmasının ve silahlı vesayetini ulu orta sergilemesinin HDP’ye özellikle batıda ve büyük şehirlerde oy kaybettireceği neredeyse matematiksel kesinlikle sabittir. Hal böyleyken, sayın halkımızın aklın ve mantığın işaret ettiği bu sonuçlara ulaşması tehlikesine karşı, pek yüksek makamların yaptıkları yol gösterici açıklamaları hepimiz takdirle ve buruk bir tebessümle karşılıyoruz. Tebessümün buruk olmasından yanlış sonuçlar çıkarılmasını istemeyiz. Şöyle izah edeyim. Bakınız ne deseniz haklısınız; bu halk ne yapsanız adam olmaz. Aklı olan düşünüyor, ağzı olan konuşuyor işte. Ne vardı böyle yorucu işleri devleti yöneten büyüklerimize bıraksak, değil mi? (Bu da bir soru oldu sanırsam).
4 evladımız sabah 05.10’dan 16.00’a kadar yaralı olarak yerde kalmışlar. Düşündükçe tüylerim ürperiyor. Onların yaşadıkları acıyı ve travmayı tahmin bile edemeyiz. Niçin kurtarılmadılar? Askerlerimizi gönderenler PKK’nın orada olacağını bildiklerine göre, niçin kurtarma operasyonunu da önceden planlamadılar? Bir helikopter silahından vuruldu, ondan inemedi vs vs… Bunları geçiniz! Tam 11 saat kanları akarak yerde bekleyen evlatlarımızdan söz ediyorum.

PKK’nın askerlerimizin geleceğinden haberi var mıdır? 25 teröristin 10.000 mermi yaktığından söz ediliyor. Bu kadar mühimmatın yanlarında bulunması olağan mıdır? Bu noktada PKK’lıların da piknik yapma hakkından falan söz edenlere cevabım: Pek pikniğe gelmiş gibi görünmediler bizim gözümüze. Silahlarını bırakıp gelselerdi hem piknik yaparlardı hem kimsenin canı yanmazdı. O yüzden lütfen “onlar masum gerillalar” nakaratını okumayın. Yozgat’ta elinde keleş sırtında roket atar masum masum gezebiliyor musun ki, Ağrı’da gezeceksin?

İç İşleri Bakanlığı’na soruyorum: Vatandaşlarımızın, zaten tahliye edilmekte olan yaralı askerlerimizi taşımaya yardım etmek için ısrarcı olduklarını, bu ısrara dayanamadığınızı ve sedye haline getirilmiş uyku tulumlarının ucundan tutmalarına izin verdiğinizi yazmışsınız. Fotoğraflardan pek böyle görünmedi gözümüze. Vatandaşlar öyle ucundan falan değil, bayağı bayağı tutmuş taşıyorlar askerlerimizi. Ortalıkta başkaları da görünmüyor sedyeleri taşımaya çalışan. Benim anlamadığım, vatandaşın askere yardıma koşmasından bir bakanlık niçin bu kadar rahatsız olur? Evet, soru buydu. Hani ben olsam gurur duyardım. Ki hakikaten duydum. İşte budur dedim. İçimdeki umut daha bir arttı. Bu arada Genelkurmayın İç İşleri Bakanlığını ve diğer yüksek yüksek makamları bu konuda yalanlayarak, vatandaşlarımıza teşekkür eden açıklaması hem hoşuma gitti hem de “hayırlar ola” dedirtti. Birkaç kez okuma ihtiyacı hissettim açıklamayı.

HDP’nin İmralı Heyeti’nin konuyla ilgili açıklamasını da dikkatle okudum. Bir cümle bile PKK’ya yönelik söz yok. Demirtaş kim sorumluysa Allah belasını versin mealinde bir açıklama yaptı, bunun içine PKK’yı da soktu denildi ama partinin kadrolarından benzer bir açıklamaya ben rastlamadım. Soruyorum: PKK’nın silahlı vesayetine karşı çıkmazsanız, toplumun bir kesimindeki “HDP, PKK’dan ayrı siyaset yapamaz” algısını haklı çıkarmaz mısınız?

Galiba ve çok şükür bu halk adam olmayacak dostlarım. Akan kanı sonunda vatandaş durduracak. Teröre yetti gari diyecek. Şırnak’taki insan hakkı ihlali için de İzmir’deki için de ayağa kalkacak. Bildik profesyonel siyaseti tasfiye edecek. Merkeze insanı koyacak; devleti insana ve topluma hizmet aracı yapacak. 77 milyon, tiranların ve silahların vesayetindeki siyaseti gün gelecek söküp atacak, eşit vatandaşlık paydasında kucaklaşacak. 77 milyonun her ferdi Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını en yüksek statü olarak görecek; bunu anlamak istemeyen idarecilere yol verecek; vatandaş olmaktan hem gurur hem güven duyacak.

Olacak dostlarım olacak. Bunun için sorular sormalı ve düşünmeliyiz. İstedikleri gibi değil, istediğimiz gibi özgürce düşünmeliyiz.