Çocukluğundan beri sanata ilgisinin büyük olduğunu ve hep resim çizerek var olduğunu söyleyen GA Seramik'in kurucusu Gülsüm Aydın, "Resim çizmek, gördüklerimi, düşündüklerimi bu şekilde dile getirmek beni ben yapan şey" diyerek sözlerine başladı. Bunun kendisine çok iyi geldiğini söyleyen Aydın, üniversite eğitimini ise Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde seramik üzerine almış.

GA Seramik Atölyesi'nin kurucusu Gülsüm Aydın GA Seramik Atölyesi'nin kurucusu Gülsüm Aydın

ATÖLYE AÇMA SÜRECİ


Çamura ilk dokunduğu an seramiğin resimden çok daha fazlası olduğunu anladığını söyleyen Gülsüm Aydın, "Üç boyutlu bir malzemeye şekil vermek insanın hem ruhunu dinlendiriyor, hem de yapabileceklerinin sınırsız olduğu bir dünyaya götürüyor." derken atölye açma sürecini de şöyle anlattı:

Eğitim sürecinde aynı zamanda bir restoranda garson olarak çalışıyordum. Oradakiler benim seramik okuduğumu biliyorlardı. Onlar ‘sen buraya bir şeyler yapsana’ dedi. Ama yapacak alanım yoktu. Sonra bir tane atölye buldum. Onlarla kendi işlerimi yapmak konusunda anlaştım. Bunun yanında oradaki işlere de yardım ediyordum. Daha sonra o restoranın işlerini yapmaya başladım. Birkaç tane tabak yaptım ve restorana götürdüm. Çok beğenildi. Daha sonra oradaki müdür bana ortaklık teklif etti. Kendisi de ahşap oymacılığı ile ilgileniyordu. Ben atölyeyi tuttum, ama kendisi vazgeçti. Yani o vesile olmuş oldu. Ben daha sonra kendi atölyemde Plus Kitchen’dan aldığım siparişleri üretmeye devam ettim. Atölye açma sürecim bu şekilde gelişti.

img_5142

İŞİN KİMYASI


Okulda bu işin kimyasını da öğrendiklerini belirten Gülsüm Aydın, "Boya nasıl yapılıyor, çamur nasıl yapılıyor bütün hammaddelerine kadar hepsinin eğitimini alıyoruz. Bazı metalik görünen ve efektli olan renkler zehirli olabiliyor. İçindeki kurşun, demir, bakır sıcak maddelerle birleştiğinde (yiyecek, içecek) açığa çıkabiliyor. Tabi içtiğin gibi hemen hastanelik olmuyorsun ama uzun süre kullanırsan bunun etkileri görülür. O yüzden evlere alınan tabaklar daha önemli." ifadelerini kullandı.

img_5110

ORTALAMA BİR ATÖLYE AÇMANIN MALİYETİ


Kendi atölyesinin fazla büyük olmadığını belirten Gülsüm Aydın, bir atölye açarken en büyük maliyetin fırın olduğunu belirtti. "Ortalama bir seramik atölyesi açmanın maliyeti 50 bin lira kadar tutabilir." diyen Aydın, "Çamuru toptan alman gerekiyor. Bu çamurlar İzmit’ten, Avanos’tan geliyor. Bir de Almanya ve Amerika’dan gelen ithal çamurlar var." ifadelerini kullandı.

1

ÜRÜNLERİ FİYATLARI NASIL BELİRLENİYOR?


Üretilen ürünlerin fiyatlarının kaç derecede pişirildiğine göre değiştiği belirten Gülsüm Aydın, "Çünkü fırın çok fazla elektrik yakıyor. Bir de tabiki ürüne ne kadar emek verdiğiniz de fiyatın belirlenmesinde çok önemli bir etken. Önce bu ürünün maliyeti bana ne kadar oldu. Onu hesaplıyoruz. Ondan sonra da verdiğimiz emek karşılığında bir fiyat belirliyoruz." diyor.

Çamurun türünün de çok önemli olduğunun altını çizen Gülsüm Aydın, "Yani seramik çamuru mu yoksa porselen çamuru mu?... Bunların hepsinin çamuru, boyaları ve pişme dereceleri ayrı. En değerli çamurlardan biri porselen (lemoges). Bu ürünün ışık geçirme özelliği vardır mesela. 1300 derecede pişer. Çamurun fiyatı diğerlerinin 6 katı kadar.

img_5120

Bir diğeri stoneware seramik çamuru ile porselen çamurunun ara kalitesinde olan bir çamur. 1150 derecede pişer. Son olarak da seramik çamuru. Bu da 1080 derecede pişiyor." açıklamasında bulundu.

BÜYÜK HOTELLERLE ÇALIŞMA SÜRECİ


"Ben burayı açtığımda Plus Kitchen’da tanıdığım kişinin başka bir tanıdığı bana geldi. Bağdat Caddesi’nde Hector Louis adında bir restoran açıyorlarmış. Dekor konusunda yardım istemişlerdi. Aydınlatma yapmamı istediler. Güzel ürünler ortaya çıktı. Ve böyle bir işin üstesinden gelebileceğimi ilk orada anladım." diyen Gülsüm Aydın, "Divan Hotel ile bir tanıdık vasıtası ile bağlantı kurdum. Görüşme olumlu geçti ve onayladılar. Daha sonra oraya tabakları yapmaya başladım. İlk etapta 100 tane büyük boyutlarda tepsiler yaptık. Benim birçok öğrencim mimar. Bunlardan bir tanesi peyzaj mimarıydı ve Swiss Hotel ile çalışıyordu. Sonra onlarla görüştük ve yine tabak siparişi aldık. Üsküdar’da Filizler Köfte var. Onlara da açık büfe sunum tabakları yaptık. Bunların hepsi yapılan işlerin duyulması ile kurulan bağlantılar." ifadelerini kullandı.

Bu işin en zor kısmının pazarlama olduğunu söyleyen Aydın, "Hotellerin birçoğu büyük fabrikalar ile çalışıyor. Ama bazı hotel ve restoranlar artık sosyal medyanın da gücüyle el yapımı ürünlere yöneldiler." açıklamasında bulundu.

"ERKEK ÖĞRENCİ YOK DENEBİLECEK KADAR AZ"


Kursa gelen öğrenci profilinin çok karışık olduğunu belirten Aydın, "Erkek öğrenci hiç yok denebilecek kadar az. Çoğunluk kadın ve çocuk. Çalışan kadınların çoğu hobi olarak seramik kurslarına ilgi gösteriyor. Yoğun çalışma ortamı bunda etkili oluyor. Buraya geldiklerinde çalışma hayatının stresini atıyorlar. Emekli kadınlar da var. Onlar da evde sıkıldıkları için geliyorlar. Ve bu yaptıkları ürünleri evde kullanabiliyorlar. O yüzde kadınlara çok cezbedici geliyor." dedi.

img_5104

SEKTÖRÜN EN BÜYÜK PROBLEMİ PATENT


Ürünlerin kopyalanmasının önüne geçemediklerini söyleyen Gülsüm Aydın, "Patent alma gibi bir yol var ama yapmıyoruz. Çünkü çok pahalı ve bir sürü ürün var. Benim hiç patentli ürünüm yok. Bence sektörün en büyük problemi bu. Kimse özgün değil. Bu işte pazarlaması iyi olanın kazancı da iyi oluyor." açıklamasında bulundu.

"İKİ YAŞINDA ÖĞRENCİLERİMİZ VAR"


"Sanırım biraz daha bilinçlendik ve aileler çocukları bilgisayar başından kaldırıp buraya yönlendiriyorlar." diyen Gülsüm Aydın, "İki yaşında öğrencilerimiz var. Bir ürün çıksın diye gelmiyorlar. Okullar da bunu destekliyor. Benim gittiğim okullar da var. Okullarla iletişime geçiyorum. Müdürle görüşüyorum. Daha önce gittiğim okulları referans gösteriyorum. Okula duyuru yapılıyor. O gün okulda seramik kursu veriyorum. Geliyorlar, bir saat boyunca çalışıyorlar, boyuyorlar. Daha sonra ben pişirip onlara teslim ediyorum." dedi.

img_5105

SERAMİK HEYKEL VE SERAMİK ENDÜSTRİYEL


Okulda seramik heykel ve seramik endüstriyel olarak iki bölüm olduğunu söyleyen Aydın, "Ben seramik heykel mezunuyum. Ama endüstriyel kısmında faaliyet gösteriyorum. Bunun nedeni de tamamen ekonomik. Ben atölye açarken küçük küçük heykeller yaparım diye düşünmüştüm. Ama gidişat öyle olmadı. İşin maddi boyutu beni düşündüğümden farklı bir yola yönlendirdi." açıklamasında bulundu.

img_5126

"HER ÜRÜNÜN AYRI HİKAYESİ OLUYOR"


Atölyeye her gelişinde ayrı heyecan duyduğunu söyleyen Gülsüm Aydın, "Her aşaması sürprizli bu işin. Hele ki sır fırınını açmak. Büyük emeklerle yapılmış her bir ürünün ayrı hikayesi oluyor. Her biri muhakkak diğerinden farklı. Yeni şeyler deniyorum sürekli. Bazen çamura, bazen sıra bir şeyler katıyorum. Onlardan çıkan sonuçlar daha da heyecanlandırıyor. Çıkan eserlerin her köşesinde ayrı anı, ayrı iz bırakmak beni onlara daha çok bağlıyor. Yumuşak bir malzemeden her bir yerinde parmak izimin olduğu kırılgan, narin ürünler oluşuyor." ifadelerini kullandı.

16 YIL AVUKATLIK YAPTIKTAN SONRA...


16 yıl boyunca avukatlık yaptıktan sonra bir öğle yemeği sırasında mesleğini bırakma kararı alarak Define Atalier'i kuran Tuba Ünsal'ın hikayesi de son derece ilginç.

2000 yılında hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra 16 yıl boyunca aktif avukatlık yaptığını belirten ve bu süre zarfında ofis ortamından ve beraber çalıştığı arkadaşlarıyla birlikte olmaktan çok mutlu olduğunu söyleyen Tuba Ünsal "Ama hep içimi kazıyan bir şey vardı. “Ben bu işe uygun muyum, ben bu işten mutlu muyum?” sorularını soruyordum kendime. Ve mutlu değildim. Bir şeyin eksik olduğunu düşünüyorsun. Bunu bulmak 16 yıl mı sürer? Tabiki hayır. Ama çok gençsin, önünde bir sürü hedefin var. Aile kurmak ve para kazanmak istiyorsun. Belirli bir gelire ihtiyacın var. Bu nedenle deyim yerindeyse çok deli olamıyorsun. Hukuk fakültesinde okudum ama okuduğun mesleği yapmak gibi bir zorunluluğun yok. Biz hep ‘Ne okuduysan o mesleği icra edeceksin’ gerçeğiyle hayat disiplini aldık. Avukatlık yaptığım sürede çok sevdiğim bir çalışma ortamı oldu ama meslek arayışı bazında ben ruhen çok uygun değildim. Avukatlık dendiği zaman biraz daha duygusallıktan uzak, dosyalarınızı kişiselleştirmeden, işteki şalteri kapatıp eve gidebiliyorsanız yıpranmıyorsunuz. Ben o şalteri kapatamadım. Sürekli ruhumu beslemeye çalışıyorum. Fotoğraf eğitimi alıyorum, resim yapıyorum, dekorasyon üzerine bir şeyler yapıyorum. Bunlara hiçbir zaman çıkış noktası olarak bakmadım. Çünkü bakış açım şöyleydi; ben bir hukukçuyum. Bu yaptıklarımla da hayatımı mutlu halde geçirmeyi sağlayabilirim." dedi.

Define Atalier'ın kurucusu Tuba Ünsal Define Atalier'ın kurucusu Tuba Ünsal

"BİR ÖĞLE YEMEĞİNDEN SONRA KAHVE İÇERKEN..."


Daha sonra anne olduğunu ve anne olunca insanın daha korkak hale geldiğini söyleyen Ünsal, "Çocuk büyüdükçe hayatın getirdiği risk alma, karar alma kısmı biraz daha zorlaşıyor. İşin içinde ‘ben’ kısmı hep var. Ama bir alt benlikte ‘evladım’ kısmı da daima oluyor. Sonra yıllar içerisinde geceleri kalp çarpıntısıyla uyanır hale geldim. Ben ticaret hukuku üzerine çalışıyordum. Gecenin bir vakti uyanıp, “bunun süresi neydi, o tescil edilmiş miydi?” dediğim korkunç stresli, gergin bir dönem yaşadım. Ve 16 yılın sonunda öğle yemeğinden sonra kahve içerken ‘bitti’ dedim ve avukatlığı bıraktım." açıklamasında bulundu.

img_5146

"HAFTA SONU BİLE GELMEYE CAN ATACAK KADAR TUTKUYLA SEVDİĞİNİZ BİR İŞİNİZ OLDU MU?"


Avukatlık yaptığı dönemde de seramik kurslarına gittiğini belirten Ünsal, "Ama seramik benim için bir çıkış noktasıymış gibi bakmıyordum hadiseye. İşten ayrıldıktan sonra bir süre hiçbir şey yapmadım. Atölye kurmak, başka bir iş bulmak gibi hiçbir projem yoktu. Hiçbir şey yapmama lüksü beni çok mutlu ediyordu. Sürekli ‘ne yapacaksın?’ sorusu soruluyordu. Seramik derslerim devam ediyordu. Üç dört ay sonra bir arkadaşım bana fırınını teklif etti. O teklif sonrası fırını aldım ve şuan kullandığım atölyeyi düzenledim. Kalıplarımı yaptım ve sonra baktım ki ben her gün buradayım. Sizin hiç haftasonu gelmeye can atacak kadar tutkuyla sevdiğiniz bir işiniz oldu mu? Cumartesi pazar bile geliyorum. Burasını çok seviyorum." diyor.

img_5150

"FRANSA'YA ÜRÜN GÖNDERDİM"


Ürün satma düşüncesiyle bu işe girmediğini söyleyen Tuba Ünsal, "Ben çok uzun yıllar blog yazdım. O blog yazma marifetiyle bir şekilde insanlar beni tanır hale geldi. Bir reklam, bir ‘ben bunu satıyorum’ bildirimi gibi şeyler söz konusu olmadı. Sonra arkadaşlarım iş çevrem ‘bana da, bana da’ derken ben instagram hesabımla iş hesabımı ayırmak zorunda kaldım. Ürünleri görenler ‘ben de bundan alabilir miyim?’ demeye başladı. Daha sonra dizayn storlar 'bize ürün yollayın satalım' demeye başladı. Fransa’ya ürün gönderdim. Slow Public’te de ürünlerim mevcut şu anda. Birkaç yer daha istiyor. Slow Public vasıtasıyla Barcelona’da da satılmaya başladı. Size bir iş geldiğinde alternatif olarak ‘ben bunu yapmayayım, ama size şöyle bir şey yapabilirim’ demek çok büyük bir lüksmüş. Avukatlık yaptığım dönemde koskoca şirketleri birleştiriyordum. Herhangi bir mutluluk yaşamıyordum. O korkunç rakamlar beni çok ezer hale gelmişti." açıklamasında bulundu.

img_5149

"YAPTIĞIN ŞEYİN BEĞENİLMESİ ÇOK NAİF BİR DUYGU"


Yaptığı ürünlerin insanlar tarafından kullanılmasının çok iyi bir his olduğunu söyleyen Tuba Ünsal, "Kişisel bir alınganlık başlıyor. Mesela ben birisine bir ürün gönderdiğimde o ürünün fotoğrafını çekip paylaşıp ya da içine bir mektup yazıp gönderiyorum. Destekleri için teşekkür ediyorum. Ve yazdığım metinde tam olarak şu söyleniyor: Siz küçük bir işletmeyi desteklediğinizde aslında sadece işletmeyi desteklemiyorsunuz. Bir hayale katkıda bulunuyorsunuz. Bunu bir yerde görmüştüm. Benim inandığım bir şey, beni mutlu ettiği gibi seni de mutlu ediyor. Ve ben, senin mutluluğundan çifte mutluluk duyuyorum. Bunu üretirken mutluyum, ama biri bunu beğenip, alıp, kullanıp mutluluğunu dile getirdiğinde üç kat mutluyum. Bu başka bir his. Yaptığın şeyin beğenilmesi çok naif bir duygu. Ben sofra üzerine çalışıyorum. Tabak çanak yapıyorum. Yaptığım şeyler bardak, tabak, çanak, servis kâseleri. Neyi görmekten mutlu olursan onu yaparsın. Ben evde görmekten keyif aldığım şeyleri üretim sürecine girmiştim. Oluşan şeyler de ‘ben bunu soframda kullanırım’ dediğim şeyler oldu." dedi.

img_5165

"HALA EĞİTİM ALIYORUM"


"Bu işe yıllarını vermiş, güzel sanatlar fakültesini okumuş insanlar varken ‘ben oldum demek’ bana çok büyük cüret geliyor." diyen Tuba Ünsal, "Keyif aldığım şeyi yapıyorum. Keyif aldığım şeyi birileri seviyorsa ne mutlu. Benim mevzum sadece o. Hala eğitim alıyorum, okuyorum, videolar izliyorum… Bu bitmeyecek bir yol. O yol içerisinde kendi atölyemde bir şeyler ortaya çıkarıyorum. O ürünleri de birileri beğenirse onlara veriyorum." ifadelerini kullandı.

[custom_content title="EN ESKİ SERAMİK YAPILAR ANADOLU'DA" desc="Tarihin kaydettiği en eski seramik buluntular Anadolu'da ortaya çıktı. İnsanoğlunun en eski yerleşim birimlerinden biri sayılan Hacılar ve Alacahöyük'de bulunan seramik çanak-çömlekler İ.Ö. 6000 yıllarına ait. Bu eserler, insanlık tarihinin seramik alanında ortaya koyduğu özgün ve ilk sanatsal yapıtlar. ">