Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal, 2002’de Uğur Dündar’ın sunduğu “Seçim Arenası” programına katılmıştı.


Ece Ayhan’ın ‘Yalınayak Şiirdir’ şiirinden dizelerle başlayalım:

“...Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim

Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim...”

Tarih 17 Nisan 2010... “Demokratik açılım” çalışmaları kapsamında İstanbul Dolmabahçe’deki Çalışma Ofisi’nde yazarlarla bir araya gelen Başbakan Erdoğan şöyle konuşur: “...Ece Ayhan, ‘Devlet dersinde’ öldürülenlerden bahsediyor, ‘her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır’ diyor. ‘Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim’ diyor. Evet, bu kardeşiniz, kanunları, tüzükleri yaşayarak öğrendi ve bugünlere geldi. Hakkı, hukuku savunmanın önce hukukun çağdaş standartlara kavuşmasından geçtiğini çok iyi biliyoruz. Kitapların yakıldığı, yasaklandığı, suç sayıldığı, hatta suç delili sayıldığı, şiir okumanın mahkumiyet getirdiği günlerden bugünlere ulaştık.”

Şaşırmayın... Bu cümleler Erdoğan’a ait...

Bitmedi...

14 Ağustos 2001’de kurulan AKP’nin parti programını okuyun:

 “Özgür, bağımsız, çok sesli bir yazılı ve görsel basın, demokratik rejimin önemli güvencelerinden biridir. Doğru bilgi ve haber alma hürriyetinin korunması esastır. Böyle bir ortamın tesisi için her türlü önlem alınacak; medya-siyaset ve ticaret ilişkilerinin toplumun doğru haber alma özgürlüğünü kısıtlaması, medya aracılığıyla vatandaşın istismar edilmesi önlenecektir. Yazılı ve görsel basın sektöründe tekelleşme ve kartelleşmenin önlenmesi için ilgili mevzuat yeniden düzenlenecektir.”

Kafanız mı karıştı? Daha da karıştıralım...

Zaman’ın kuruluşunda ne demişti?


Tarih 25 Mayıs 2012...

Zaman Gazetesi’nin kuruluşunun 25. yılı kutlamalarına katılan Başbakan Erdoğan, “Biz manşetlerle çarpışarak bugünlere geldik. Adeta manşetlerle savaştık. ‘Muhtar bile olamaz’ diye manşetlerin atıldığı, yargısız infazlarla mağdur, mahkum edildiğimiz günlerden bugünlere ulaştık” dedi.

Doğruluk payı vardı, yüksekti...

Aynı Erdoğan ve AKP bugün yine ‘manşetlerle çarpışıyor’...

Bu kez tersi bir durum var! İktidar manşet atılmasından rahatsız!

Neden televizyonlar kapanıyor?

Sosyal medyada ‘ahlaksız’ saldırılar yapan bir grup ‘trol’ ya da ‘başıbozuk’ yüzünden herkesi cezalandırıyor?

Yine AKP programına dönelim:

“Medya çalışanlarının iş güvencesi ve sosyal güvenlik sorunları dolaylı olarak haber alma özgürlüğünü etkilemektedir. Bu nedenle medya çalışanlarının uluslararası standartlarda bir çalışma ortamına ve iş güvencesine kavuşturulmaları sağlanacaktır. Sansür ve benzeri kavramların tanımı, şüpheye mahal bırakılmaksızın ve tamamen sivil inisiyatif tarafından belirlenecek ve önlemler de yine siyasi iradenin dışında alınacaktır.”

Bitmedi...

Özgür medyayı savunan AKP... ‘Medya virüsü’ diyen AKP...


Temel hak ve özgürlükler...

Ben söylemiyorum, iktidar, 2001’de hazırlanan parti programında yazmış:

“... Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır.”

SONUÇ: Cumhurbaşkanı Erdoğan... 13 Nisan’da, Tarabya’daki Huber Köşkü’nde video konferans yöntemiyle düzenlenen kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, “Ülkemiz sadece koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır” dedi.

SORU ŞU: Hangi Erdoğan, hangi iktidar?


HAKİM ALBAY AHMET ZEKİ ÜÇOK: “İşçi sendikalarında olduğu gibi sarı baro tehlikesi var”


Gündemin hızına kime yetişemiyor... Darbe tartışmalarından Ayasofya’ya geçiş yaptık... Bülent Arınç’ın ‘Masum değiliz’ cümlesini konuşurken... Bir anda ‘çoklu baro’ ve sosyal medyayla yeni gündeme ‘merhaba’ dedik...

Aklıma takılan sorulardan biri şuydu: Baroların görevleri, avukatların eğitimlerini, avukatlarla yargının, avukatlarla müvekkillerinin, avukatlarla avukatların ilişkilerinin düzenlenmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve  hak arama özgürlüğünün temin edilmesi olarak özetleyebiliriz.

Peki... Barolar bu görevlerini yerine getiremiyorlar mı? Hukukçu Ahmet Zeki Üçok şu yanıtı verdi: “Çoklu baro sistemini isteyenlerin temel argümanı, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir baro yönetimlerinin adeta CHP’nin sözcüsü gibi hareket ettiği yönünde.”

Çoklu baro sisteminin sakıncası ne?

Üçok şu tespitleri yaptı: “Bence en önemli sakıncası
alt kimlikler, mezhepler üzerinden barolar oluşabilir. Demokrasi, hukuk paydası ortadan kalkar, mezhepler, kimlik temelli hak talepleri ortaya çıkar, demokrasi mücadelesi verilemez, parçalanma olur. Örneğin altmış bine yakın üyesi olan İstanbul Barosu’nda, PKK sempatizanı, FETÖ yanlısı veya belirli bir tarikat üyesi 2000 avukat bir araya gelerek ayrı ayrı yeni barolar kurabilirler. ‘Yasalar ile kontrol edebiliriz’ demenin de karşılığı yok. En somut örneği HDP’dir. Kapatsanız yenisi açılıyor. Yöneticilerini hapse atsanız yenileri geliyor.

Bu durumu göz ardı ederek  çoklu baro sistemini savunmak doğru değil.”


Dünyanın yüzde 4’ünde çoklu baro var


Asıl mesele... Baroların ‘siyasallaşması’... Ahmet Zeki Üçok’un verdiği örnek önemli: “Tıpkı işçi sendikalarında olduğu gibi çoklu baro olduğu takdirde barolar siyasallaşacaktır. Nasıl iktidara (sarı sendikalar) veya muhalefete yakın sendikalar varsa benzer şekilde barolar da olacaktır. Bu durum yargıç ve savcılar üzerinde baskı yaratır. Ayrıca müvekkiller de etkiler. İşinin görülebileceği düşüncesi ile  iktidara yakın baro avukatını seçmeye yöneltebilir. Bu hukuk ve adalete güven açısından çok ama çok tehlikeli bir durum.”

Dünyada uygulamaları yok mu? Hakim Albay Üçok dedi ki:

“Evet var. 200’den fazla barosu olan Fransa’da en küçük baronun 9, en büyük Paris Barosu’nun ise yaklaşık 25 bin üyesi var. Almanya, 27 bölge barosunun haricinde, Federal Yüksek Mahkeme’ye akredite olan avukatların da üye olabildiği başka barolar mevcut. ABD, 8 eyalette kullanılıyor. İngiltere’de, Ceza, Ticaret veya Aile Hukukçuları Barosu gibi çeşitli barolar bulunuyor. Son olarak da Mısır yer alıyor. Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 üye ülkenin sadece yüzde 4’ü çoklu baro uyguluyorlar ki, bir kısmı da bizde öngörülenden farklı. Tüm dünyada kabul görmüş olan sistem tekli baro sistemidir ve özellikle Türkiye gibi etnik etkenlerin ve dini motiflerin ağırlıklı olduğu ülkelerde çoklu baro sistemi çok riskli bir sistem olacaktır.”

“Etnik, dini motifli barolar türeyecek”


Tartışmalardan birisi de, Fetullahçıların ‘çoklu baro’yu savunmaları... Ahmet Zeki Üçok, “2013 yılında da çoklu baro sistemi bazı farklılıklarla gündeme gelmişti” dedi ve şu bilgiyi verdi: “O zaman Türkiye Barolar Birliği ve 53 baro ortak açıklama yaparak karşı olduklarını açıklamışlardı. Bunun bir FETÖ projesi olduğu konuşulmuştu. 2010 Anayasa değişikliği sonucunda oluşan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tamamen FETÖ’nün kontrolündeydi. 2013 yılında gündeme getirilen çoklu baro sisteminin, Türk hukuk tarihinin en karanlık dönemine hakim olan FETÖ’nün bir talebi olması mantıklı. Çünkü o karanlık günleri hatırlayın, TSK, yargı her yer FEÖ’nün kontrolündeyken, FETÖ’nün teslim alamadığı tek kurum barolardı. Ancak o zamanlar Adalet Bakanlığı bürokratları da bu fikre karşı çıkmışlardı ve gerçekleştirilememişti.”

SONUÇ:

Üçok şöyle bitirdi: “Çoklu baro sisteminin ülkemiz için uygun olmadığını, bu durumun Türk yargı sistemine zarar vereceğini, etnik, dini ve radikal yapıların türemesine neden olacağını düşünüyorum. Her görüşün temsil edilebileceği bir seçim sisteminin barolarda uygulanabilmesi için bir düzenleme gerektiğini değerlendiriyorum.”