TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SİYASET BİLİMCİLERİNDEN PROF. DR. ÇARKOĞLU, SÖZCÜ’YE KONUŞTU:


Büyük değişimlerin her zaman büyük krizlerin arkasından geldiğini hatırlatan Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, “Düşünmemiz gereken şey, bu zorluğun sandıktaki yansımasının ne olacağı” dedi


Yoksulluk sınırının 10 bin TL’nin üstüne çıkması, buna rağmen gündemin iç ve dış siyasetle dolu olması, CHP’nin sınır ötesi harekat tezkeresine “Hayır” demesi üzerinde dönen tartışmalar, siyasetçilerin hakaret ve tehdit içeren konuşmaları ve diğer konular. Kafa karışıklığımızı giderecek net cevaplar almak üzere bunları yine Türkiye’nin en başarılı Siyaset Bilimi uzmanlarından biri olan Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Bilim Akademisi Üyesi  Prof. Dr. Sayın Ali Çarkoğlu ile konuştum.

- Sayın Çarkoğlu, halkla konuştuğunuz zaman ve medyada, zamlardan, hayat pahalılığından başka bir konu duymuyorsunuz, “Siyasetçiler yoksulları düşünerek konuşsun” diyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Hepimiz sahip olduklarımızı sorgulamak, yoksullarla empati kurmak zorundayız” dedi ama yoksulluk sınırı da 10 bin TL’nin üstüne çıkmış durumda. Empati kurarak bu konu nasıl çözülecek?

Türkiye’de henüz bozulmamış bir aile yapısı var ve dayanışma, kriz zamanlarının atlatılmasını biraz kolaylaştırıyor. Bugün 2000 Lira’nın altında emekli maaşıyla geçinmeye çalışan pek çok insan var. İstanbul dışında, Anadolu’da böyle bir gelirle hayatı devam ettirmek neredeyse imkansız. Ailelerin yardımlaşması ve her türlü tüketimden feragat ederek, sadece ayakta kalmak için uğraşarak yaşamı sürdürebiliyorlar. Fakat Türkiye çok uzun süren bir krizden geçiyor. Krizin pandemiden önce başlamış olduğunu söyleyen ekonomistler de vardı. Çalışma imkanının uzun bir süredir ortadan kalktığı bir ülkeden söz ediyoruz, artık kronik yüzde 13-15 arası bir işsizlik var Türkiye’de.

SİYASİ SONUÇLARI OLACAK

Bu, siyasi sonuçları olacak bir kriz elbette. İnsanlar krizi bir şekilde atlatıyorlar ama hesabını da sandıkta soruyorlar. Düşünmemiz gereken şey, bu zorluğun sandıktaki yansımasının ne olacağıdır. Herkes kabul ediyor ki, büyük bir değişim her zaman büyük krizlerin arkasından gelir. 2001 krizinin arkasından AK Parti iktidarının kurulması da yine benzer dinamiklerle oluşmuş bir gündemin sonucuydu, bugünkü krizin de benzer sonuçları olması bekleniyor açıkçası. Burada önemli olan şey, uzun dönemli üretken olabilecek ve dünyada rekabet edebilecek temel yatırımların yapılması, bir sanayi, sektör yaratmamız lazım. Bunu yapamadığımız sürece yapılacak her şey geçici çözümler haline dönüşüyor. Yeni köprüler yapmak, beton yatırımı, bahsettiğimiz çözümün bir parçası değil.

- Siyaset dili çok sertleşti, hakaretler, tehditler sıradan olaylara dönüştü. Özellikle Ana Muhalefet Partisi Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na her şey söyleniyor. İçişleri Bakanı Soylu “Utanmaz” dedi, Cumhurbaşkanı Erdoğan grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na linç girişimi videosunu izletti, muhalefet liderlerine “İktidara talip olmayın, sizin için daha hayırlı olur” dedi. Bir gazete yöneticisi “2023 seçimleri silahsız 15 Temmuz olacak” dedi. Bunlara birlikte baktığınızda siz ne görüyorsunuz, başka ülkelerde benzeri var mı?

Açıkçası Türkiye’de siyaset her zaman biraz sertti fakat 70’lerdeki siyaseti hatırlayanlar, o dönemde bütün zorluklara rağmen siyasette bir nezaket dilinin tutturulabildiğini de hatırlar. Türkiye bu yeteneği kaybetmiş görünüyor. Bilhassa muhalefet liderlerine yönelik gerçekten açık saldırılar olayı ciddi boyutlara taşıdı, şakası yok. Kılıçdaroğlu, Karadeniz gezisinde saldırıya uğradı, daha sonra yumruklandı, Sayın Akşener de epey yıpratıcı saldırılarla karşılaştı. Sorumlularının mutlaka bulunup cezalandırılması lazım.

SİYASETİN DİLİ YIPRATICI

“İktidara gelmeyi düşünmesinler” gibi sözleri anlamıyorum, bu nasıl denebilir? Muhalefetin ilk düşüneceği şey elbette ki iktidara gelmek olacaktır. Siyasette kullanılan dil de aynı şekilde yıpratıcı ve çok zedeleyici bir dil. ‘Zillet İttifakı’nın kelime anlamına baktığınız zaman “Bu nasıl kullanılabilir” diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Halk arasında kutuplaşmalar olduğu söylenebilir ama bu kutuplaşma, liderler arasında kullanılan dile benzer bir kutuplaşma değil. Araştırmalara göre Türk halkı da gitgide birbirinden daha çok uzaklaşan ve kutuplaşan bir yapıya doğru dönüşüyor fakat ben buradaki ana sorunu öncelikle liderlerde ve basında aramak gerektiğini düşünüyorum. Bazı yayınlarda şirazeden çıkmış bir dil kullanıldığını görüyorsunuz. Halkı kendi başına bıraktığınız zaman kendi kendine kutuplaşan bir halkla karşı karşıya değiliz, bu dışardan gelen etkilerle kutuplaşma artıyor. Belki gelir dağılımındaki bozulmanın da neden olduğu düşünülebilir fakat siyaset lisanı bunu destekler hale dönüştüğü zaman iyice kontrolden çıkıyor kutuplaşma. ‘Kutuplaşma’ üzerine çalışıyoruz, bu sorun ABD’de de var fakat oradaki araştırmalarda gözlenen şey şu; birleştirici lisan kullandığınız zaman kutuplaşma eğilimleri azalıyor.

Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, davranışsal siyaset bilimi, oy verme davranışı, dindarlık, siyasal İslam, AB üyeliği, siyasi partiler gibi konularda araştırmalarıyla tanınıyor.

Avrupa Konseyi’nden ihraç edilebiliriz!


- Osman Kavala’nın 4 yıldır tutuklu yargılanmasıyla ilgili 30 Kasım’da Avrupa Konseyi’nin toplantısı bekleniyor. Türkiye ile ilgili ne karar çıkar sizce? Büyükelçilerin bildirisi “iç işlerine müdahale” mi sayılır?

İnsan hakları ihlalleri karşısında, iç işlerine müdahale diye bir argüman öne sürülemez. Söz konusu olan aynı zamanda AİHM’nin vermiş olduğu kararı uygulama zaruretinin de yerine getirilmemesi. NATO müttefikinizin karşısına 10 büyükelçinin deklarasyonuyla çıkmak şık bir şey değil ama karşı karşıya olduğunuz durum da şık değil. Türkiye’nin işleyen bir hukuk sisteminin olmaması, medeni dünyadaki yerini korumasının önünde büyük engel. Avrupa bunu hatırlatacak ve baskı yapacaktır. Konsey’den ihraca kadar gidebilir.

Muhalefet için önemli olan Meclis çoğunluğunu kaptırmamak


- Türkiye’nin bugüne gelmesindeki en önemli olaylar nedir sizce?

Bunlardan biri 7 Haziran seçimidir. Seçimin sonunda iktidar partisinin oy kaybedeceği belliydi, örneğin benim için hiç sürpriz olmadı ama onlar için sürpriz haline geldi. Muhalefet partileri birbirleriyle temasta olsalar, önceden durumu görüp ne yapacaklarına karar vermiş olsalardı seçim tekrarlanmazdı. Şu anda en azından Millet İttifakı içinde bir çalışma ortamı oluşmuş durumda, bu çok hayırlı bir şey. Sonuca varır anlamında söylemiyorum ama liderlerin birbiriyle irtibat halinde kalmaları demokrasi için son derece önemli!

İTTİFAK İYİ İŞLEMELİ

- Muhalefet partilerinin tek aday veya çok adayla cumhurbaşkanı seçimine girmesi ya da örneğin Muharrem İnce’nin aday olması sonucu etkiler mi?

Burada iki seçim var ve ikisi birbiriyle bağlantılı. Meclis’i kontrol edemeyen cumhurbaşkanı, zorda bir cumhurbaşkanı olacaktır. MHP muhalif olsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işi çok zor olurdu. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığını kazanmak yetmez, aynı zamanda Meclis’i de kontrol edecek şekilde ittifak kurmanız şart gibi gözüküyor. Muhalefet için önemli olan birinci turda Erdoğan’ın kazanmasını engellemek, daha sonra ikinci tura kalacak adayı desteklemek. Cumhurbaşkanı Erdoğan ne kadar zayıflamış da olsa aday olacaktır, muhalefet kanadında bir kişi mi aday olacak, birden fazla mı aday olacak bence o kadar mühim değil. Önemli olan Meclis çoğunluğunu kaptırmamak için ittifakın iyi işlemesidir. Çünkü cumhurbaşkanlığını kazanamasanız dahi Meclis’teki sandalyelerin dağılımını kontrol eder bir ittifak içinde olmak kritik öneme sahip. Kimin aday olacağını kontrol etmeleri çok zor olabilir, her partinin lideri veya dışardan bir isim aday olsa da bunda bir sakınca yok, önemli olan, “Kim ikinci tura kalırsa onu destekleyeceğiz” diyebilmeleridir.

Aritmetiğe baktığımızda çoğunluk için HDP’lilerin oylarına ihtiyaç var


- Suriye’ye sınır ötesi harekat için tezkereye CHP “Hayır” dedi, o günden beri kıyamet kopuyor. “CHP-HDP ortaklığı” benzeri birçok iftira atılıyor, Erdoğan “Hayır diyenler PKK’yı destekliyor” dedi, Kılıçdaroğlu “Evet diyenler cumhuriyete ihanet etmiştir” dedi. Oysa tezkereyi destekleyen liderler arasında “2 yıl çok uzun bir süre, seçim için fırsat olarak kullanılabilir” diyenler var. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye OHAL şartlarında seçim de yaptı, o nedenle tezkerenin özellikle seçimi engelleyecek bir rolü olması uzak bir ihtimal diye düşünüyorum. Burada önemli olan şey şu; ülkenin güvenlik politikasıyla ilgili olarak hepimiz aynı şeyi düşünmek zorunda mıyız? Hayır, tabii değiliz. Muhalefet içinde “Hayır” oyu vermiş iki partinin de aynı nedenle ‘hayır’ oyu vermiş olduğunu iddia etmek de son derece garip. Türkiye demokrasisi açısından hayırlı bir şey olmuştur.

- HDP gerçekten kilit parti midir? Hiçbir parti açıktan açığa HDP ile ittifak kurmuyor, onlar da PKK ile ilişkiyi kesmiyor. Seçime doğru neler olacak?

HDP’nin seçimlere getirdiği dinamizmin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Öyle bir kritik seçmen desteğini mobilize edebildi ki AK Parti’nin, 2011’e kadar rahat kazandığı seçimleri artık kazanamaz hale gelmesi söz konusu oldu. Eğer bu dinamizm harekete geçirilmiş olmasaydı şu anda hala yüzde 50 civarında oy alan bir iktidar partisinden söz ediyor olabilirdik. Değişik araştırmalardan gözlediğim; üç değilse dördüncü parti olarak devam ediyor. Dolayısıyla aritmetiğe de baktığınızda hem cumhurbaşkanlığı seçimini, hem de Meclis çoğunluğunu kontrol altında tutmak için bu partinin seçmeninin oyuna ihtiyaç var.

Atatürk, Türk tarihi için çok önemli bir şans


- Yıllar önce “Tango yapmayı bilen bir başbakana ihtiyacımız var” demiştiniz. Neden önemli tango yapmak, hatırlatır mısınız?

O dönemde karşısındaki rakipleriyle de işbirliği içerisinde yönetim sağlayabilmek için verdiğim bir örnekti bu. İkinci kişinin iş birliği olmazsa bir kişi, tek başına tango yapamaz. Karşılıklı işbirliği içinde bir yönetişim modeli uygulanmalıdır demek için bu örneği vermiştim.

- Atatürk sadece savaş veya siyaset değil, sanat, kültür, dans her konuda bilgili ve çağdaştı. Onun gibi çok yönlü bir insan ve uyumlu bir siyasetçi olabilmeyi kast ettiğinizi düşünmüştüm.

Onu da okuyabilirsiniz bunun içinde. Atatürk, Türk tarihi için çok önemli bir şanstır.