Çalışma ekonomisi profesörü Aziz Çelik, BirGün gazetesinde yazdı:

-“Büyük iş cinayetleri gündeme geldiğinde sık tekrarlanan iddialardan biri, iş kazalarının yüzde 98’inin önlenebilir olduğudur. ABD’de 1930’larda yapılan araştırmaya dayanan bu iddia doğrudur. Ama eksiktir. İş kazalarının yüzde 100’ü önlenebilir. 1930’ların bilimsel ve teknik olanaklarına dayalı geliştirilen bu iddia aradan 90 yıl geçtikten sonra bilimde, teknolojide, iş deneyiminde yaşanan büyük birikimden sonra geride kalan yüzde 2’yi de neden önleyemesin?”

Prof. Çelik örnek verdi:

-“ABD Çalışma Bakanlığı verilerine göre 1930’da 644 bin maden işçisinin 2 bin 63’ü ölümlü iş kazalarında yaşamını yitirmiştir. ABD madenlerinde 1930’da ölümcül iş kazası sıklığı 100 binde 320’dir. 2020 yılında ABD’de yaklaşık 64 bin kömür madeni işçisi içinde ölümlü iş kazası sadece 5’tir. Ölümlü iş kazası sıklığı 90 yılda 100 binde 320’den 7,8’e düşmüştür. Demek ki mümkünmüş, kader değilmiş!”

O halde Türkiye’de bugün:

Devletin- iktidarların, işçiye- emek örgütlenmesine nasıl baktığı belli...

Rengi giderek “sararan”- “evcilleştirilen” çoğu sendikanın, salt kendi koltuğunu-çıkarını düşündüğü belli...

Ya işçi? İşçi, hak mücadelesinin neresinde?

Maden ocağı vahşetinin- işçi ölümlerinin nedenlerini analiz etmek istiyorsak gerçeği keşfetmek zorundayız. A. Einstein’ın sözü var:

-“Eğer gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırak.”

Evet, Türkiye’de bahtı kara işçi, bu çarpık düzene boyun eğip mezara konulmasını niçin kabulleniyor? Acının bir de işçi tarafı var. Şöyle:

Uzun yıllar (Maden-İş ve Yeraltı Maden-İş gibi) sendikalarda çalışan, ODTÜ’de iş-işveren ilişkileri tarihi dersleri veren, çalışma hayatına dair elliye yakın kitap yazan Yıldırım Koç, “Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi” kitabında şu gerçeğin altını çiziyor:

-“Türkiye’de yaygın eğilim, işçi sınıfına ilişkin değerlendirmelerin sübjektivizme (keyfe bağlı yoruma) ve uvriyerizme (işçi övücülüğüne) kaymasıdır. Somut koşulların somut tahlili yerine, gönülden geçenin gerçekliğin yerine konması anlayışı, abartılı değerlendirmelere yol açmaktadır...”

Yıldırım Koç, Türkiye’deki işçi sınıfı profili/ davranış kalıbı hakkında şu tespiti yapıyor:

-“Kesinlikle saf, cahil veya korkak değildir; davranışları bulunduğu koşullar dikkate alındığında, kısa vadeli çıkarları açısından son derece rasyoneldir...

-“Yüzyılların köylülüğünün deneyimleriyle tedbirli hareket ettiği, başarı şansını yüksek görmedikçe- mecbur kalmadıkça risk almadığı, mevcut hakların korunmasında dönem dönem geri adım atmayı, uygun zamanı beklemeyi başarabildiği ve hak almada en az bedelli, en kolay yolu bulmada çok becerikli olduğudur...”

Bu tespitler tartışılabilir kuşkusuz. Yıldırım Koç ekliyor:

-“Sıradan bir işçi, ideolojik olarak kapitalizmin ürünüdür. Kapitalizmin dayattığı toplumsal ilişkilerin etkisiyle bireycidir, bencildir, gerektiğinde arkadaşlarının başlarına basarak yükselmeyi kabullenebilir, gösteriş tüketimine düşkündür vb.”

Peki...

Daha ne kadar ölecek-ezilecek işçi? İktidarların ve çoğu sarı sendikanın buna seyirci olduğunu görmüyor mu?

Yıldırım Koç, işçilerin asıl hedefinin- kurtuluşunun şu halde mümkün olduğunu belirtiyor:

-“Kapitalizme/ kapitalizmin baskı sömürüsüne, insan ilişkilerindeki yalnızlaşmaya/ bireycilleşmeye, gösterişli tüketime ve doğanın pervasızca tahrip edilmesine karşı mücadeledir...”

Yani:

Türkiye işçi sınıfının, ülkesinin demokratik, özgür, bağımsız, adaletli geleceğini kurmadan kurtuluşu sağlaması kolay gözükmüyor. Demek ki:

Ölümleri durdurmanın yolu; kendi gemini değil, vatanının gemisini kurtarma mücadelesinden geçiyor...

İşçi sınıfına önderlik yapacak parti var mı? Bu soru size ev ödevi olsun...