Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın, “Hükümet 2003, 2006 ve 2013 yılında Öcalan’ı hapisten çıkarmaya çalıştı, CHP karşı çıktı” iddialarına yanıtı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi verdi. İletişim Başkanlığı, Öcalan’ın hapisten çıkarılması için bir girişim olmadığını öne sürdü. Mesele sadece Öcalan üzerinden “Kim affedecekti?” değil ki!

Peki mesele ne? O dönem süreç “AKP-İmralı” hattında olumlu sonuçlansaydı tabii ki Öcalan’ın serbest kalma ihtimali yüksekti!

Önce 14 Nisan 2014’e uzanalım.

Irak’ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Londra’dan, Arapça yayın yapan Sky News televizyonunun sorularını yanıtlarken, Türkiye’de ‘çözüm süreci’ sonuca ulaşıncaya kadar Abdullah Öcalan’ın sürece destek vermesini istedi. Barzani, sürecin sonuca ulaşması halinde Öcalan’ın İmralı cezaevinden serbest bırakılacağını ifade ederken, “Öcalan’ı özgürleştirmek elimde olsa, bir an bile tereddüt etmezdim” dedi.

Zaten Öcalan da “İmralı Tutanakları”na yansıyan görüşmelerinde demedi mi:

“100 yıllık sorunu çözüyoruz, kolay mı! Bakanla görüşüp söyleyin, gerekirse 50 yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun? Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşırmış, evet tabi ki öyle olacak. Amacımız bu yasadışılığı bitirmek değil midir? Sayın Beşir Bey’in (Beşir Atalay) bilmesi lazım, kendimizi asla tasfiye etmeyeceğiz. Cemil’den gerillaya kadar herkese siyaset hakkı, kimine şimdi, kimine 5 ay sonra olur. 1 Eylül dediğimiz süre de budur. Ya stratejik çözeceğiz, ya da oyalamayı bırakacağız. Her çatışmanın bir barışı vardır...”

Bugün iktidar cenahı, 11 Mart 2009’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kürt sorunuyla ilgili önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak. Bu meseleyi sadece sınır dışına yüklemek yanlış olur” dediği noktada duruyor. Beştepe’ye yakın ve o dönemin içinde olan isimler “O dönem yapılanlar doğruydu ve bugün eğer PKK’yla bu kadar etkin bir mücadele veriyorsak o dönem (Oslo’da 2009 başlayan 2015’te Ceylanpınar’da biten) yapılanların sonucudur” değerlendirmesi yaptı.

Yine iktidar medyasına bakınca da bu sonuca ulaşmak mümkün. Televizyon yayınlarına çıkan AKP’ye yakın gazeteci-akademisyen ve eski vekiller o sürecin arkasında. Ortak değerlendirmeleri şu: “PKK silah bırakacaktı. Terör kökten bitecekti. Analar ağlamayacaktı. Süreç baltalandı.”

Millet İttifakı liderleri ve cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu “Biz değil siz onlarla görüştünüz” kampanyasını yaparken bu gerçeği de görmeli: İktidar o süreci kitlesine anlatıyor, anlattı. Ama anlatmadıkları var.

AKP’nin ağırladığı ABD’li danışman


Örneğin...

15 Ekim 2007’de de PKK’nın askerleri kaçırdığı Dağlıca saldırısından altı gün evvel ABD Dışişleri Bakanlığı’nda danışmanlık yapan David L. Phillips, “PKK’nın silahsızlandırılması, dağıtılması ve (topluma) yeniden entegre edilmesi” başlıklı rapor hazırladı. (Not: Bu rapor kamuoyuna sunulmadan dört ay öce 12 Haziran 2007’de Ergenekon kumpasının düğmesine basılmış, Ümraniye’de “bombalar” bulunmuştu.)

Bu rapor nasıl hazırlanmıştı?

2007’de, Eylül ayının ikinci haftasında Ankara’da hükümet tarafından ağırlandığını söyleyen Phillips, Türkiye’de yaklaşık 20 görüşme yaptığını, “Irak, dışişleri ve istihbarat konularıyla ilgili yetkililerle görüşmeler ayarlandı. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri milletvekilleriyle görüşmelerimi sağladı” dedi. Bu görüşmelerin ardından hem Türkiye’den hem de uluslararası çevrelerden 20 kadar uzmanla topladığı malzeme üzerinde çalıştığını söyleyen Phillips, hazırlanması yaklaşık 30 gün süren raporunu ABD Dışişleri Bakanlığı ve Bush yönetiminin üst düzey yetkililerine verdiğini ayrıca Kongre’de de bir sunumunu yaptığını ifade etti. (29 Kasım 2007/Referans Gazetesi)

Yani... AKP iktidarı “üçüncü göz” üzerinden çalışmalarına 2007’de başladı.

Dağlıca saldırısının organizatörü


Bunu da Ergenekon mahkemelerinde en iyi anlatan isim Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ oldu. Başbuğ, 7 Ekim 2015’teki celsede, David L.Phillips’in bir rapor yayımladığını söyledi, raporda terör örgütü ile görüşülmesinin önerildiğini belirterek şu tespitlerde bulundu:

“21 Ekim 2007’de PKK Hakkari/Dağlıca bölgesindeki karakola bir saldırıda bulundu. Dağlıca, Irak’ın kuzeyinden gelen istikametlerin kesişme noktasındaydı. Daha önce boş bırakılan bu bölgeye bir tabur yerleştirilmişti. Arazi en zor kesimlerden birisiydi. Çatışmada 12 şehit verildi. 8 askerde kaçırıldı. Medyada korkunç bir bilgi kirliliği yaratılarak, TSK’nın icra etmekte olduğu terörle mücadeleye karşı haksız ve önyargılı bir karalama kampanyası yürütüldü. Bu olay, terör örgütünün büyük bir başarısı olarak gösterilirken, TSK’nın ise başarısız olduğu algısı kamuoyuna verildi. İstenilen olmuştu. Kamuoyunda terörle mücadelede karamsarlık oluşturulmuş ve terör sorununun çözümünün silahlı mücadele ile olmayacağı düşüncesi yaratılmıştı.

“... Zaten Dağlıca saldırısından kısa bir süre sonra da Taraf Gazetesi yayıma başlayacaktı. Gazetenin ana görevi TSK’ya karşı psikolojik harekat yürütülmesi ve açılan soruşturmalarla da TSK aleyhine kamuoyunda algı yaratılmasıydı. Bu gazete kimler tarafından görevlendirildi? Kimler destekledi? Bu sorulara, cevaplar bulunamadan 2000-2010 dönemi sağlıklı bir şekilde değerlendirilemez. 21 Ekim 2007’deki Dağlıca saldırısı için şu söylenebilir: Bu saldırının amacı, PKK terörünün sonlandırılmasının sadece ’siyasi çözüm’ ile olabileceğini kamuoyuna benimsetmekti. Bu saldırı, PKK terör örgütünün tek başına planladığı ve icra ettiği bir saldırı değildir.

Şimdi gelinen noktada aydınlatılması gereken dönem 2007-2015 arasında yaşananlardır. İktidar da muhalefet de hattı yanlış kuruyor ve esastan kaçıyor.