Başta şunu söyleyeyim:

Bu yazıda Merkez Bankası’nın son faiz kararını eleştirmek niyetinde değilim.

Bundan iki yıl önce yapılsaydı belki bugün yaşadığımız kriz bu kadar derinleşmeyecek, ülkenin kasasındaki 150 milyar dolar, paradan para kazananların, faizcilerin, tefecilerin, karaborsacıların cebine gitmeyecekti.

Bütün iddialı ekonomistlerin hep bir ağızdan söylediği, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in görevi devralırken kullandığı ifadedeki gibi “rasyonel” olan, ekonomi teorisine uyan adım çok net bir şekilde buydu.

★★★

Peki bu adım bütün ciddi uyarılara rağmen neden atılmadı?

Tabii ki Türkiye’de Cumhuriyet rejimini fiilen bitirdiklerine inanan, birçok alanda olduğu gibi ekonomi alanında da dindarlaşmaya, dini kuralları uygulamaya soyunan iktidarın inançlarına ters olduğu için.

Zira onlara göre faiz haramdı.

Faizle mücadele “nas”, yani zorunluluktu.

Hatırlayın, ne demişti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan:

“Bu kardeşiniz iktidarda olduğu sürece faiz yükselemez. Faiz devamlı düşecek. ABD’de yükselebilir, Avrupa’da yükselebilir. Ancak Türkiye’de faiz düşecek ve göreceksiniz, enflasyon da faizle birlikte düşecek.

Türkiye Yüzyılı gibi tarihi bir vizyonunu üç beş karaborsacının kurbanı etmeyeceğiz.”

★★★

Bu kardeşimiz hâlâ iktidarda.

Türkiye Yüzyılı hâlâ devam ediyor.

Faizle mücadele hâlâ “nas”.

Ancak faiz devamlı düşmedi.

ABD’de, Avrupa’da yükseldiği gibi Türkiye’de de yüksel(til)di.

Hem de öyle böyle değil: Üç ayda 16,5 puan.

“Erdoğan şöyle demişti, şimdi tam tersini yaptı” cümlesini sevmediğimi daha önce defalarca yazmıştım.

Bugün de o cümleyi kurmayacağım.

Çünkü Erdoğan çıkarları söz konusu olduğunda söylediğinin tam tersini yapacak kadar pragmatist bir lider.

Söylediğinin tam tersini yaparken de “muhalefet ne der”, “seçmen ne der” gibi endişeleri olmayan bir lider.

★★★

Ancak şu tespiti yapmak zorundayız:

Erdoğan yenildi.

Muhalefete ya da Kemal Kılıçdaroğlu’na yenilmese de ekonomik krize yenildi. Uluslararası piyasalara yenildi. Enflasyon canavarına yenildi. Faizcilere yenildi.

Kendisini her durumda destekleyenler sayesinde siyasi iktidarını korudu ama ekonomi alanında “muktedir” olamadı.

“Ben ekonomistim” diye diye övündüğü ekonomi bilgisi tamamen çöpe gitti.

O iktidardayken faiz düşmedi, faiz düşmediği gibi enflasyon da zirve yaptı. Ülke onun ekonomi politikaları nedeniyle ekonomik krize sürüklendi.

İktidarda Erdoğan var ama muhalefetin iki yıldır “uygulansın” dediği ekonomi politikaları uygulanıyor.

Emin olun İYİ Parti’li Bilge Yılmaz ya da CHP’li Faik Öztrak ekonominin başına gelseydi Mehmet Şimşek’in yaptıklarının benzerlerini yapacaktı.

Faizi artıracaktı, mali disiplin arayışına girecekti, vergi ve zam yağdırarak gelirleri artıracaktı, emeklileri hayal kırıklığına uğratacaktı. Belki Şimşek’ten farklı olarak “taze kan” görünümüyle yabancı doğrudan yatırım ve dış kaynak bulup ülkeyi biraz daha rahatlatacaktı ama üç aşağı beş yukarı bunlar olacaktı.

★★★

Ezcümle Erdoğan büyük yenildi.

Kendi tabiriyle “faizcilere”, “Londra’daki tefecilere” ve “Türkiye’yi teslim almak için pusuya yatan dış güçler”e teslim oldu.

Sadece Erdoğan mı teslim oldu?

Erdoğan savundu diye faizin düşmesini savunan yandaş ekonomistler, akademisyenler ve gazeteciler de teslim oldu.

Peki ya sabahtan akşama kadar cinsellikle, kadınların kıyafetiyle, gençlerin eğlencesiyle, öpüşenlerle, festivallerle uğraşan “muhafazakar” tarikat ve cemaat liderlerine ne demeli? Onlar da teslim oldu. Biri de çıkıp “Sayın Cumhurbaşkanım hani faiz haramdı. Hani siz iktidardayken faiz asla çıkmayacaktı, hep düşecekti?” diyemedi.

Yakında çıkıp hep bir ağızdan “Reis ekonomik krizle savaşıyor. Savaş zamanında haram sayılmaz, faiz mübahtır” diye fetva verirlerse hiç şaşırmayın.

★★★

Oysa mesele esir düşmek değil, teslim olmamaktı!

Madem 26 Ağustos’ta, yani Büyük Taarruz’un başladığı günün yıldönümündeyiz. O halde durumu daha da özetlemek için yazıyı Büyük Ozan Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nın 26 Ağustos sabahını anlatan bölümüyle bitirelim:

“O, saatı sordu.

Paşalar ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.


Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.

Bıraksalar, ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak, Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.”