Doksanlı yıllarda Irak’ta muhabir olarak görev yapmıştım.

Çatışma ihtimali doğunca şubat ayında Ankara’dan Bağdat’a alelacele kışlık kıyafetlerle gitmek zorunda kalmıştım.

Bağdat’ta hava sıcaklığının 30 dereceyi bulduğunu görünce bir pazar yerine gidip yazlık kıyafet almıştım.

Pazarda çok uygun fiyata fotoğraf makinası, saat gibi ürünlerin olduğunu görünce de alışverişi büyütmüştüm.

Bir fotoğraf makinası, birkaç tele objektif almıştım ki bir kişinin ünlü bir markanın saatini sattığını gördüm.

Ben “orjinal mi” diye soracak olunca, adam saatteki yazıyı gösterdi. Ön yüzde Saddam Hüseyin’in fotoğrafı vardı. Arka yüzde “Irak Hava Kuvvetleri” yazıyordu ve Saddam Hüseyin’in imzasını taşıyordu.

Yazının ne olduğunu sordum.

“Ben pilottum. Bu da Saddam Hüseyin’in Hava Kuvvetleri pilotlarına armağanıydı” karşılığını verdi.

Fiyatın ne kadar olduğunu sordum.

“50 dolar” dedi.

Pazarlıkla 30 dolara kadar indi. (Saatin Avrupa’daki fiyatını bilmiyordum. Sonradan kıyaslanamayacak kadar yüksek olduğunu öğrendim.)

30 doları verdiğimde (Irak dinarı değil de dolar olarak verdiğim için) çok mutlu oldu.

Zira ülkede korkunç bir devalüasyon olmuştu. Şöyle izah etti:

“1991’den önce 1 Irak dinarı ile 3 dolar alınıyordu. Bir Iraklı çalışan ortalama 7-9 bin dinar arasında kazanıyordu. ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra 1 dolar bin 500 dinar oldu. Yani geçmişte yaklaşık 21-27 bin dolar kazanan bir Iraklının maaşı devalüasyondan hemen sonra yaklaşık 5 dolara düştü. Üstelik, yeni kâğıt para basılmasına da izin verilmiyor.”

Bunun ne anlama geldiğini dolar bozdurduğumda anladım: En büyük kâğıt para 20 dinardı. 100 dolara 7 bin 500 adet 20 dinar veriliyordu. Bu nedenle döviz bürosuna gittiğimizde siyah büyük poşetler götürüp doların dinar karşılığını sayarak değil tartarak almak zorunda kalıyorduk.

★★★

Mencester City-Inter maçı için İstanbul’a gelen İngiliz taraftarların sosyal medyada paylaştığı “döviz bozdurma” görüntülerini görüp, “Türkiye’de para bozdurmak için cüzdan değil bavul lazım” esprilerini görünce aklıma Bağdat’ta yaşadıklarım geldi.

Ne yazık ki bir İngiliz İstanbul’da sadece 200 sterlin bozdurup karşılığında yaklaşık 6 bin lira alıyor. Yani, en büyük kağıt paramızla ödense dahi 200 sterline karşı yaklaşık 30 adet 200 liralık banknot verilmesi gerekiyor.

Daha da önemlisi İngiltere’de asgari ücret ile çalışan biri 11 saatlik mesaisinin karşılığıyla Türkiye’de krallar gibi 2 gün 2 gece kalıp, yiyip içip geri dönebiliyor.

Aynı şey Edirne’de pazarı adeta yağmalayan Bulgar vatandaşları için de geçerli.

Tıpkı İstanbul’da kendilerini ev sahibi gibi hisseden, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında olan Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan vatandaşları gibi...

★★★

Gördüğünüz gibi, memleket, kimliğini kaybetmiş. Memleket fena yoksullaşmış.

Körfez ülkelerinin emirleri, kralları hatta vatandaşları ise Türkiye’nin sahibi gibi hareket ediyor. Milyonlarca şehidin kanıyla sulanmış bu vatanı “parası mukabilinde” alabileceklerine inanıyor.

Avrupa ise adeta ülkemizin (kendi para birimleri karşısındaki) ucuzluğunu kıskanıyor!

Halkımıza gelince, her gün hayat pahalılığının, alım gücü düşüklüğünün, yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin ve milyonlarca düzensiz göçmenin ağır bedellerini ödüyor.

★★★

Ancak bu vahim tablo hiçbiri iktidar liderinin umurunda değil.  Çünkü o liderler bir kez daha seçim kazanıp aldıkları yetkiyle, uçak filolarıyla, bitmeyen konvoylarıyla, saraylarıyla şatafatlı hayatlarını sürdürüyor.

Ne yazık ki daha da uzun süre seçim zaferinin zevkini ve sefasını sürecek gibi görünüyorlar.

Zira seçim zaferini altın tepside kendilerine hediye eden muhalefetin lideri, (12. yenilgiden sonra dahi) kaybetmenin faturasını yoksul Anadolu köylüsüne ve kendisini eleştiren gazetecilere kesiyor.

Ülkedeki bu ucube düzene, göçmenlere, yoksulluğa, yolsuzluklara, adaletsizliklere ve çürümüşlüğe rağmen seçim kazanamamalarını eleştiren gazetecilerin gazeteciliğini sorgulamayı kendine görev sayıyor.

(12. yenilgiden sonra dahi) Hala 25 milyonu 30 milyon yapabileceğine, gemiyi güvenli limana yanaştırabileceğine inanıyor ve bizleri de inandırmaya çalışıyor.

★★★

Emin olabilirsiniz:

Muhalefetteki bu kafa ve o tayfa değişmedikçe -ki dün değişmeyeceğini gördük- o gemi ancak kendileri için en güvenli yer olan muhalefet limanına demir atabilir.

Varsın olsun!

Onlar yenilgiye alışsa da bütün yenilgileri kabullense de biz bu cennet ülkede bir gün değişim olacağını, demokrasi gemisinin iktidar limanına da yanaşabileceğini hayal etmeye devam edelim.