“Delikanlı” sözcüğünü çok severim.

Dünyada eşi benzeri var mıdır sizce?

Severim çünkü belli bir yaş aralığını çok iyi anlatıyor. Cinsiyet fark etmeden bir ruh halini anlatıyor.

Deli kan...

Delikanlı...

İçiniz içinize sığmaz ya hani...

Kendinize çok güvenirsiniz.

Her türlü zorluğa kafa tutarsınız.

“Yaparım” dersiniz. Gözünüzü karartır, yaparsınız.

★★★

Orta okul yıllarıydı. Yani tek kanallı TRT yılları.

Buluğ çağına henüz girmişiz. Ben devrimci abilere özenmiş gizli gizli Yılmaz Güney fotoğrafları, film afişleri biriktiriyorum. Yaşıtlarım Banu Alkan, Müjde Ar, Serpil Çakmaklı gibi isimlerden söz ediyor.

Ben Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli, Selda Bağcan, Ferhat Tunç dinliyorum, onlar Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Hakkı Bulut...

O akşam, birkaç delikanlı bir kaldırımda oturmuş, yaylaya giden minibüsü bekliyoruz. Ertesi sabah gün doğarken yayla inecek. Köçü (eşyaları) at arabaları ya da traktörler, hayvanları da biz gençler getireceğiz.

Bu arada beklerken filmleri ve şarkıları konuşuyoruz:

“Müjde Ar şöyle güzel”, “Banu Alkan böyle seksi”, “Ferdi Tayfur şöyle yanık söylüyor”...

Hepimiz delikanlıyız ya söz hep dönüp dolaşıp arabesk aşk şarkılarına ve seksi aktrislere geliyor.

Biri günlerdir tanıtımı dönen “Ben de özledim ben de” filmini anımsattı.

Ferdi Tayfur ve Banu Alkan oynuyor. Tanıtım filmi erotik sahnelerle dolu. Böyle bir fırsat kaçar mı?

★★★

Delikanlıyız ya hemen karar verdik.

Gece yaylada kalmayacağız. İnekler sağıldıktan sonra danaları ve yozu (damızlık düve ve boğaların olduğu hayvan sürüsü) alıp hemen döneceğiz ve filme yetişeceğiz.

Dediğimizi de yaptık.

Biz sürüyü dağdan aşağı doğru sürmeye başladığımızda Şamama Nenem arkadan bağırıyordu:

“Ola yehdi, karanlıkta hem kendinizi hem malı ezdireceksiniz, gitmeyin.”

Delikanlıyız ya kim dinler Şamama’yı...

Yola çıktık. Yolun bir bölümü Kars-Ardahan Karayoluydu. Araba geldiğinde hayvanları dağa doğru sıkıştırarak arabaların geçmesine izin veriyorduk.

Hava karardıktan sonra iş iyice zorlaşmıştı hatta...

Karanlıkta sürüyü bir arada tutmak, analarını arayan danaları zapt etmek iyice zorlaşmıştı. Hele o menfeze kaçan danayı çıkarana kadar canımız çıktı. Halamın Ankara’dan aldığı güzelim kot pantolonum lepik dediğimiz keskin taşa takılıp yırtıldı.

12-13 kilometre boyunca karşımızdan ya da arkamızdan defalarca araba geldi, biz defalarca sürüyü dağa doğru sıkıştırıp geçmelerine izin verdik.

Kimse de bize “ne işiniz var yolun ortasında” diye sormadı.

Bilakis, hepsi yavaşlayarak, sabrederek, “bir ihtiyacınız var mı” diye sorarak anlayışla karşıladıklarını gösterdi.

Böyle olması da son derece normaldi. Çünkü yoksul köylülerin hayvanlarını kamyonlara doldurup taşıyamayacağını, yaylaya çıkarken de inerken de her seferinde yaya olarak o yolu kullanmak zorunda olduklarını herkes bilirdi.

Biz, o gece delikanlılar olarak yorgunluktan uyuya kalıp Banu Alkan ile Ferdi Tayfur’un oynadığı filmi izleyemesek de nenemin kötü senaryosunun gerçekleşmesine de izin vermedik. Sürümüzü sağ salim ve eksiksiz ahıra sokmayı başardık.

Ancak 2 Ağustos 2023 günü, sürüsünü yoldan geçiren çoban Reis Karataş bizim kadar şanslı değildi.

Zira o ve sürüsü Karayazı’nın Kayyum Kaymakamı Muhammer Sarıdoğan’a denk geldi.

Büyük kabahat.

Zaten, Kabahatler Kanunu tam da bu zamanlar için çıkartılmamış mıydı?

Hemen makbuz çıkarıldı, 295 lira ceza kesildi.

Sen misin sürüsü kayyumun önüne çıkan!

★★★

Bazen “eskiyle şimdi arasında ne fark var?” diye soruyorlar ya...

Eskiden empati vardı, şimdi kayyım.

Eskiden hoşgörü vardı, şimdi Kaymakam...

Ekmeğini taştan çıkaran bir çobanın hazinemize ödeyeceği 295 liralık kabahat cezası, seçilmiş insanların koltuklarına oturan, yoksul köylüyle zerre empati kuramayan kayyımların yönettiği ülkemize, sürekli açık veren bütçemize

HAYIRLI OLSUN!