Geçen hafta “fırsatçı-flasyon” (greedflation kelimesinin bencileyin Türkçesi) başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Konu şuydu. Son iki yılda tüm dünyada enflasyon yükselmiş ve bunu düşürmek üzere merkez bankaları faiz artırma yoluna gitmişlerdi. (Bizdeki enflasyon patlamasıyla gelişmiş ülkelerdeki enflasyon yükselişlerinin sebepleri kısmen aynı olsa da Türkiye veya Arjantin gibi “çift paralı” ülkelerin “yapısal enflasyon” episotları kökten farklıdır.) Başta Fed, Avrupa Merkez Bankası ve Bank of England olmak üzere, bütün merkez bankaları “faiz artırarak-enflasyonu düşürme” yöntemine başvurdular. Çünkü, halihazırda tek paralı ekonomiler için bundan başka denenmiş ve başarılı olmuş bir yöntem yoktu.

Bu yöntem (yani faizi artırıp-para miktarını kısma) uzun süreli düşük tutulan faizler sonucu ortaya çıkan varlık fiyatları balonunun yarattığı “zenginleşme etkisi” ve/veya sendikaların baskısıyla “yükselen ücretler” yüzünden artan talebin yarattığı enflasyonları düşürmek için tasarlanmıştır. Ayrıca bu yöntemin başarısı, firmaların kâr maksimizasyonu için “birimden değil, sürümden kazanma” ilkesiyle hareket edip, durgunluk zamanlarında, fiyatları sadece maliyet artışları kadar artırıp “kâr/ciro” oranının düşmesine razı olacakları varsayımına dayalıydı. Ne var ki; son iki yılda özel sektörün bilançolarını inceleyen Avrupalı iktisatçılar, firmaların bu sefer “sürümden değil-birimden kazan” “kâr/ciro” oranını düşürme hatta “fırsatı yakalayınca yükselt” davranış moduna geçtiklerini gözlemlemiş. Üstelik enflasyonun pandemi ve Ukrayna savaşının “arz açığı” yaratması yüzünden yükseldiği ortadayken hâlâ “faizi artırarak enflasyonu düşürmek” doğru mudur sorusunu gündeme getirdi.

HASTALANMASINDAN DEĞİL, HUYUNUN DEĞİŞMESİNDEN
ENDİŞE EDİYORUM


Annem, anneler çocukları hastalanınca sadece hastalandığından değil, huyunun değişmesinden (huysuzlaşmasından) endişe eder derdi. Türkiye’de çok uzun yıllardır yüksek enflasyon hüküm sürmektedir. Ama 2004-2016 arasında (bir yıl hariç) enflasyon tek hanede kaldı. Bu ekonomimiz için gerçekten güzel bir tabloydu. Gerek Başkan Erdoğan ve gerekse dönemin “ekonomi kaptanı” Babacan bununla övünüp durdu.

Bu tablo, izlenen “doğru” iktisadi politikanın bir sonucu değildi. Başarı, sıcak para ile cari açığı büyütme pahasına TL’yi değerlendirerek elde edilmişti. Daha da önemlisi bu “küresel konjönktür”ün bir sonucuydu. Nitekim “enflasyon yoldaşımız” Arjantin’de de 2004-2012 arasında enflasyon, tek hane dolayında seyretmişti. Başkan Erdoğan ve yardımcısı Babacan, o devrede nasıl başardıysak aynını yine yaparız iddiasındaydılar. Erdoğan “faiz düşünce enflasyon da düşer” diye yola çıkıp enflasyonu patlatınca boyunun ölçünü aldı. Eylemsiz Babacan henüz boyunun ölçünü almadı. Son dönemde “Kur Korumalı Mevduatla” ekonomimizin “çift paralı” olduğu tescil edildi. Bu süreçte halkın, firmaların ve devletin “fiyatlama huyu” değişti.

TL İLE ENFLASYON DOLARLA DEFLASYON

Türkiye çift paralı bir ekonomi olduğundan, enflasyonun da hem TL hem de dolarla ölçülmesi gerekir. Enflasyon dolarla ölçüldüğünde görülecektir ki; Türkiye’de zaman zaman deflasyon oluşmaktadır. Enflasyon, halk arasında “pahalılık” olarak anılır. Enflasyon pahalılıksa, deflasyon da ucuzluktur. Çift para sistemi, Türkiye’yi “iki ekonomi” haline getirmiştir. Son yıllarda, geliri dolara endekslenmiş olanların, fiyatları dolara çevirip okuması ile “varlık/asset” (gayrimenkul ve menkul değerler) enflasyonu üst üste binince, toplumun önemli bir kesiminde müthiş bir “zenginleştim duygusu” (wealth effect) ortaya çıktı. Bu da hem küçük-büyük esnafın hem de firmaların fiyatlandırma davranışını değiştirdi. Bu yüzden, enflasyonla mücadelede “yükselt faizi, gerisini düşünme sen” aşaması çoktan geçilmiştir.

SON SÖZ: Tek para, tek ekonomi.